120 Battements Par Minute: Sessizlik Ölüm, Cesaret Yaşam

Toplumun binlerce yöntemle dışladığı insanlar, 90’lı yıllarda bir de cahil kesimin “tanrının laneti” olarak gördüğü HIV’i kanlarında taşımaya başladıktan sonra nasıl ayakta durur, nasıl savaşır? 120 Battements Par Minute, bunun yanıtını tek sözcükle veriyor: Cesaretle…

Robin Campillo’nun yönettiği ve başka rollerde çok az izleyebildiğimiz Nahuel Pérez Biscayart, Arnaud Valois, Adèle Haenel, Antoine Reinartz, Félix Maritaud, Médhi Touré, Aloïse Sauvage gibi genç ve yetenekli oyuncuların rol aldığı film, daha birinci dakikasında filmin geri kalanının büyük bölümünde ne izleyeceğimizi gösteriyor. Tüm dünyada AIDS ve yarattığı önyargılara karşı mücadele veren Act UP’un Paris grubunun 90’lı yıllardaki bir toplantısına konuk oluyor ve kendimizi onların tartışmalarına kaptırmışken buluyoruz.

Yazının bundan sonrası spoiler içermektedir.

Fikirler havada uçuşuyor, eylemler planlanıyor, büyük bir heyecanla neler yapılabileceği tartışılıyor. Filmin ilk dakikalarında iki temel insani ruh halini hiç görmüyoruz: Korku ve Umutsuzluk. Birbirine destek olan, dostluklarını sürdüren, arada sert bir şekilde tartışsalar da bunu yaparken daha canlı, umutlu ve hareketli hisseden insanları birer birer tanıyoruz. HIV virüsünün hayatlarını alt üst ettiği insanlar, birinci önceliklerine hastalığı değil, bu hastalığın üzerine cesaretle yürümeyi koyuyorlar. Her türlü belaya karşı bilgilenme, ilgilenme, cesaretle direnme ve dayanışma en iyi çözüm olabilecekken, toplumun ilgi ve bilgisizliği, ölümle yüz yüze kalan insanlara karşı kayıtsızlığı hepsini çileden çıkarıyor. Hastalıklarını toplumun yüzüne vuruyor, görevlerini yerine getirmeyen herkesi zor durumda bırakıyor, virüsü taşıyan herkese umut veriyorlar.

Robin Campillo’nun daha ilk sahnede Act UP’ın deneyimli isimlerinden birine yaptırdığı hoşgeldin konuşması aslında bize yapılıyor. Mükemmele yakın bir doğallıkla performanslarını sergilemeye başlayan tüm oyuncular, AIDS’in bir kader olmadığını, virüsle olmasa bile, yarattığı önyargılarla savaşılabileceğini hem çevresindekilere, hem de bize anlatıyor. Grup içinde iki eğilim dikkat çekiyor, cesur olanlar ve daha da cesur olanlar. Yaptıkları her eylemde iğneleyici ama pasifist, yaratıcı ama mesajını dolaysız veren yaklaşımları sorunlarını topluma çok iyi anlatmalarını sağlıyor. Toplumun büyük bölümünün korku ve cahilliğini Campillo, çok didaktik bir film yaratmamak için senaryoya fazla koymamış. Filmin ilerleyen bölümlerinde kendi kazancını düşündüğü için araştırmaları yavaşlatan bir ilaç şirketini görüyoruz ama filmde “kötü” tarafı fazla gördüğümüz söylenemez. Kötülüğü, kahramanlarımızın melankolisinde görüyoruz.

Film ilerledikçe odağımız ister istemez Sean’a kayıyor. Campillo’nun filmin dayanak noktalarından biri olarak belirlediği aşk öyküsünün de, eylemlerin de başrolünü Nahuel Perez Biscayart’ın mükemmel resmettiği Sean alıyor. Arnaud Valois’nın da Biscayart’tan geri kalmayan bir performansla canlandırdığı Nathan ile Sean’un yarattığı romans homofobik bünyelere sert gelecek sahnelerle büyüyor.

120 Battements Par Minute, olayların seri bir şekilde değiştiği, sürprizlerle seyirciyi şaşırtmaya çalışan bir senaryo değil. Hareketli kamerasıyla bizleri grubun bir parçası haline getiriyor ve kısa bir süre sonra kendimizi Act UP’ın tartıştığı konular hakkında taraf tutarken, çözüm düşünürken buluyoruz. Son yıllarda bir grubun parçası olmayı bu kadar net bir şekilde hissettiğimiz ve bundan mutlu olduğumuz bir filmle karşılaşmamıştık.

Filmin son dakikaları ise 90’lı yıllarda HIV’nin kaçınılmaz gerçeğiyle yüzleştiriyor bizi. Sean’un hastalığı ilerliyor. Grupla beraber hepimiz, ölüm fikrinin yarattığı kafa karışıklığıyla, çaresizlikle, belli bir süre sonra da kabullenmişlikle yüzleşiyoruz. Hayat dolu, enerjik karakterimizin eriyip bitmesini, sessiz isyanını, grubun Nathan dışında belki kendi kaçınılmaz sonlarını tekrar tekrar yaşamamak için Sean’un yanında yer alamadıklarını görüyoruz. Kendisi de 90’lı yıllarda bir Act UP gönüllüsü olan yönetmen Robin Campillo, dokunaklı hikayesini, duyguları sömürmeden, olduğu gibi aktarıyor. Ne didaktik, ne haddinden fazla acıklı, ne de gereğinden fazla umutlu bir öykü anlatıyor. Sert gerçekliği en üst düzeyde tutuyor ama neo-realist filmlerin soğukluğunu da hissettirmemeyi başarıyor.

Mesajlarını görsel olarak da aktaran, Sean’un, Nathan’ın, grubun her üyesinin kısa diyaloglarında yaşamı, ölümü ve başka binbir anlamı bulabileceğiniz bir film 120 Battements Par Minute… İzleyenlere güzel vakit geçirmeyi vaad etmiyor. Doğrudan vicdanınıza konuşuyor ve her konuda sessizliğin ölüm anlamına geldiğini hatırlatarak, dayanışmanın gücünü gösteriyor. Son 10 dakikadaki ölüm ve sonrasındaki sahnelerin kimilerine sert ve ters gelme ihtimali yüksek. Ancak Sean’un vücudu yan odada cenazesini beklerken, sessiz kalamayan, yaşamı kucaklamaya devam etmek için çaba gösteren insanların görüntüsü cesaretin HIV’den daha bulaşıcı olduğunu da anlatıyor.

Yorum Gönderin