2015 Değerlendirmesi

photo of an old movie projector

Bir yıl daha sona erdi. Yeni yıl gelirken 2015’i sinema açısından değerlendirmek istedim. Bu yılın ilk altı ayında askerde olduğumdan pek çok filmi izleyememiştim. Son altı ayda açığı kapamaya çalıştım ama halen eksiklerim var. Dolayısıyla ne derece doğru olur bilemiyorum ama izlediğim filmlere bakarak diyebilirim ki pek de iyi bir sene olmadı 2015. Evet, etkileyici filmler vardı çok şükür ama bu filmlerin sayısı epey azalmış. Pek çok film hayal kırıklığı yarattı. Fakat en iyi, kötü filmlerden önce en iyi oyuncu performanslarını irdelemek istiyorum.

OYUNCULUKLAR:

Carol‘ın ikilisi Cate Blanchett ve Rooney Mara’yı pek beğendim. Ama hemen belirtmeliyim ki Blanchett’ın performansı kariyerinin en iyilerinden değil. Açıkçası Blue Jasmine’deki performansı daha iyiydi. Mara ise henüz fazla film çekmediğinden buradaki iyi performansı, kariyerinin en iyileri arasına rahatlıkla girer. Mara’yı izlerken Lisbeth’ten ve diğer rollerinden eser görmemek, rolü farklılaştırabildiğini fark etmek sevindiriciydi. Bu yılın çarpıcı filmlerinden olan The Tribe‘ın başrolleri de oldukça iyi performanslar ortaya koymuşlardı. Aksiyon filmlerine baktığımızda ise iki kadından yıl boyu söz ettik: Mad Max: Fury Road ile Charlize Theron, Mission Impossible: Rogue Nation ile Rebecca Ferguson. İki oyuncunun da filmin başrollerini (Tom Hardy, Tom Cruise) unutturduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı şeyi ne yazık ki Sicario‘daki Emily Blunt için söyleyemiyorum. Blunt iyi oynadı, karakterin çömezliğini iyi yansıttı ama Benicio Del Toro’nun karizması ve yeteneğinin gölgesinde kalmaktan kurtulamamış. Del Toro’yu gizemli bir rolde izlemek pek keyifliydi.

carol-image-rooney-mara-cate-blanchett

Alicia Vikander’a ayrı bir paragraf açmak gerek. Son üç senede on filmde oynadı ve pek çok filmi şansına 2014-2015 dönemine denk geldiğinden bu iki yıl boyunca adından sıkça söz ettirdi. Aktris, Ex Machina‘daki robot Ava, The Danish Girl’deki destekleyen eş rolüyle ve yılın başlarında izlenen dönem draması Testament of Youth ile iyi ve birbirinden farklı performanslar ortaya koymuştu. Tabii gişede bekleneni veremeyen ajan komedisi The Man From U.N.C.L.E.‘da da iyiydi.

3DAYOUTREEF-articleLarge

Hızlıca diğer performanslara da değineyim: Love & Mercy ile Paul Dano ve Paul Giamatti’yi, Youth ile Michael Caine’i, The Lobster‘la Colin Farrell’ı (Olivia Colman çok abartılmış, Lea Seydoux kendisinden daha iyiydi), Mr. Holmes‘la Ian McKellen’ı, Far From the Madding Crowd‘la Carey Mulligan’ı, üç filmiyle Al Pacino’yu, Beasts of No Nation‘la Idris Elba ve Abraham Attah’ı epey beğendiğimi belirtmeliyim. Sevmediğim performansları da irdelemek isterim: Yılın kötü filmlerinden By the Sea ile Angelina Jolie, gene epey kötü olan Jupiter Ascending‘in tüm kadrosu, Aloha‘nın Emma Stone dışındaki tüm oyuncuları, Serena‘nın başrolleri Jennifer Lawrence-Bradley Cooper’ı, Pan ile Rooney Mara-Hugh Jackman-Garrett Hedlund’ı, Terminator Genisys ile Emilia-Jason Clarke’ı epey kötü bulduğumu eklemeliyim. James Bond filmi Spectre ile Christoph Waltz’un beklenenleri veremediği de bir gerçek.

YILIN İYİ FİLMLERİ: 

Todd Haynes’ın yönettiği Carol kaliteli bir filmdi. Açıkçası kitaba bu denli sadık kalınacağını tahmin etmemiştim. Müzikleri, kostümleri, yönetimi ve oyunculuklarıyla yılın etkileyici işlerinden olmuş. 1950’leri anlatırken o dönemde çekilip klasikleşen filmlere de benzemiş, ki bu tarafını da çok sevdim. Klasik bir filmin yarattığı hisleri yaratıyor. Yalnız filmin görüntü yönetmenliğinin beklediklerimi veremediğini ve görüntülerin sürekli flulaştırılmasına anlam veremediğimi de belirtmeliyim. The Tribe filmi de yılın kaliteli filmlerindendi. Konuşma ve duyma özürlü gençlerin barındığı bir yurttaki şiddete, cinselliğe ve aşka odaklanan film işaret diliyle çekilmiş olsa da meramını rahatlıkla anlatabiliyor. Yönetmeni takip listesine almak gerek. İleride daha iyi işlere imzasını atacaktır. Filmdeki kürtaj sahnesinin unutulmazlar arasına girmesi gerektiğini de ekleyeyim. Çok iyi çekilmiş sahnelerinden.

the-tribe-from-the-alpha-violet-catalog

Yılın ajanlı filmlerinden Kingsman: The Secret Service pek eğlenceliydi. Spectredan katbekat daha eğlenceli ve kaliteliydi. Keza beklentisiz izlediğimden midir nedir, Mission Impossible: Rogue Nation’ı da çok beğendim. Serinin en iyi ikinci filmi bence. Ilsa Faust karakteri de unutulmazdı. Rebecca Ferguson, Tom Cruise’dan film boyunca rol çalıyordu. Aynı şeyi Mad Max: Fury Road‘da oynayan Charlize Theron için de diyebilirim. Filmin adı Mad Max ama Furiosa filmi sürüklüyordu. “Mad Max” yılın en kaliteli yapımlarından olmuş. On beş yıl beklemeye değdiğini söyleyebilirim. Pek animasyon izlemedim bu yıl. İzlediklerimden Inside Out kesinlikle yılın en iyileri arasında anılmayı hak eden bir film. Ama hastası olmadım. Zira bazı güzel fikirlerin iyi işlenmediğini düşünüyorum. Pixar’ın ikinci filmi The Good Dinosaur, Inside Out kadar parlak, zeki bir film değil; senaryosu klişe, mesajları da öyle. Ama en az Inside Out kadar eğlenceli ve sevimliydi. Belgeseldeyse Listen to Me Marlon‘u anabilirim. Klasik belgesellerden uzakta oluşu, bütünüyle Marlon Brando’nun ses kayıtlarından ibaret oluşuyla dikkati çekiyor. Bir de duygusaldı. Finalde duygulanmamak zordu doğrusu. Ex Machina çarpıcı bir bilimkurgu olmuş. Rocky serisinin altıncı filmi olan Creed ise seriye yeni bir soluk getirmeyi başarıyor. Kesinlikle yılın kaliteli işlerinden. Rocky’nin çöktüğünü görmek kimilerini üzebilir. Stallone altıncı kez oynadığı Rocky’de iyi bir performans ortaya koymuş. Oscarlık mı bilemedim. Yılın vasat filmlerinden Joy‘un başrolü Jennifer Lawrence fena değildi, ama aldığı-alacağı adaylıkları hak etmiyor. Youth, The Duke of Burgundy filmlerini de anarak bu bölümü tamamlayayım.

YILIN KÖTÜ FİLMLERİ:

O kadar çok kötü film var ki bitmez bu bölüm galiba. Terminator Genisys seriyi yeniden baştan çekerken sevdiğimiz her şeyi, her karakteri bir kez daha katlediyordu. Berbat kadronun (Emilia Clarke, Sarah rolünde komikti) tek iyi tarafı Arnold Schwarzenneger’di ama o da çok ama çok konuşuyordu. Hızla unuttuğum ve devam etmemesini umduğum filmlerden. Dark Places bu yılın Gone Girl‘ü olur mu diye düşünürken olamadığını fark ettiğim bir film. Nereden tutsan elinde kalıyor. Keza Furious 7 da az biraz eğlendirse de çokça sıkan, vasat bir film olmuş. Bu serinin onuncu filme kadar devam edecek oluşu daha da sıkıcı. Paul Walker’ı son kez izlemiş olduk. The Man From U.N.C.L.E. da yılın vasatlarından. Evet, eğlenceliydi, diyalogları ve müzikleri iyiydi ama öyküsü ve kötü kahramanı kötü yazılmıştı. Gene de keşke gişede batmayıp ikinci filmle devam etseydi diye düşünüyorum. Spectre de beklediklerimi veremedi. Burada da kötü karakter sıkıntısı baş göstermiş. Waltz’un kötüsü öncekilerden farklılaştırılamamış. By the Sea sıkıcı, boğucu, arthouse taklidi yapan bir Hollywood filmi. Kötüydü. Jupiter Ascending tel tel dökülüp Wachowskiler için üzülmemize neden oldu. Ant-Man ve Avengers 2 ile Marvel seneyi kalitesizlikle tamamlamayı başardı. Dilerim 2016 filmleri daha nitelikli olur. Aloha ise uzun süresi boyunca ne güldürebilen, ne eğlendirebilen, ne de bir şeyler söyleyebilen bir film. Bomboş, çok kötü. Ted 2 de epey kötüydü. Amanda Seyfried’ın vasat filmlerde oynayıp durmasına ise şaşmamak zordu.

terminator-genisys-t-800

Jurassic World de ilginçtir üçlemeyi aşağılarken o üçlemeden daha berbat olmuş. Star Wars hayranı olsaydım yönetmenin Star Wars Bölüm 9’u çekecek oluşuna üzülürdüm. Gecikmeli gösterime giren Serena, Lawrence-Cooper’ın bir daha aynı filmde oynamamaları gerektiğini kanıtlayan, kötü bir filmdi. İki oyuncu da dökülüyordu. Pan bazı bölümleriyle eğlendirse de genelde vasat altı bir film olmuş. Joe Wright’a üzüldük. Keza Wim Wenders de Every Thing Will Be Fine ile üzdü, filmi kötüydü. Neill Blomkamp’ın son bilim-kurgusu Chappie beni epey sıktı, beklediklerimi veremedi. Cem Yılmaz’ın son filminde epey eğlendim. Ama Yılmaz her açıdan kendisini tekrar etmiş. Yılın en iyileri arasında anılan Room‘un ilk bölümü çarpıcı, ikinci bölümü vasattı. Daha iyi olabilirdi, izleyip hemen unuttuğum filmlerden. The Walk‘un ise son yirmi dakikası çarpıcıydı, öncesi vasattı. Son yirmi dakikadaki yönetmenlik ve efektler üst düzeydi. Belgeseli daha iyiydi tabii ki. Lobster da beklediklerimi veremeyenlerden. Ortalamanın biraz üstünde bir film. Otelden sonrasında öykü epey dağılıyor. Otel bölümü çok iyiydi. Sicario kötü değil. Ama iyi de değil. Ortada duruyor. Narcos dizisi daha iyiydi mesela. Bridge of Spies eli yüzü düzgün klişe bir film. Çok iyi çekilmiş sahneleri de mevcut. Kötü değil kesinlikle ama Spielberg daha iyilerini çekmişti tabii ki. Crimson Peak atmosferiyle dikkati çekiyor ama senaryosu vasattı. Yine de keyifli bir filmdi. Joy ise Russell’ın en kötü filmlerinden olmuş. Muhtemelen Akademi bu dandik filmi de çok sevip adaylığa boğacaktır.

GÖRÜNTÜ YÖNETMENLİĞİ VE MÜZİKLER:

Mad Max‘in, Bridge of Spies‘ın, Crimson Peak‘in, Duke of Burgundy‘nin, Youth‘un, Sicario‘nun görüntü yönetmenlikleri tek kelimeyle şahaneydi. Far From the Madding Crowd‘ın görüntü yönetmenliğini de unutmadan ekleyeyim listeye.

vlcsnap-2015-12-13-01h32m39s515

Fragmanıyla bu açıdan leziz olacağını düşündürten Carol ise beklediklerimi veremedi, ki yukarıda belirtmiştim bunu. Daha iyi olabilirdi, olmalıydı. Kötü değil ama bu filmler kadar da iyi bir iş yok ortada. Görüntülerin sürekli flulaştırılması da rahatsız etti. Müziklerde ise Carol açık ara önde. Man From U.N.C.L.E.‘ın müzikleri ve şarkıları da çok iyiydi. Far From the Madding Crowd‘ın da soundtrack’ini epey beğendim.