Antalya Film Festivali tüm hızıyla devam ederken her gün farklı bir konuk festivali renklendiriyor. Michel Hazanavicius, Vivian Qu, Michel Franco, Danis Tanovic gibi yönetmenler sorulara verdikleri zeki ve sempatik cevaplarla gönülleri fethetmeyi başardılar.
Festivaldeki doluluk oranı cidden memnun edici seviyelerde seyrediyor. Antalya seyircisi festivaline sahip çıkarak hemen hemen her seansta tam doluluk oranına yakın seyirciye ulaşmayı başardılar. Genelde sabahın dokuzuna koyulan seanslar yüzde 60 seviyelerinde seyretse de, çocuk izleyiciler için ayrılan bölümdeki filmler sabah da olsa yüksek doluluk oranlarına ulaşıyorlar. Bir diğer sevindirici gelişme ise Antalya seyircisinin Kurtlar Vadisi Vatan, Kervan 1915 gibi gişe odaklı tasarlanan ve festivale sadece konukları yüzünden getirilen filmlere yüz vermemesi diyebiliriz. Seyirci bu filmlerin salonlarını boş bırakarak gerekli cevabı verdiler.
Hava koşullarından dolayı Açıkhava gösterimleri kapalı Aspendos salonuna alınırken, her film galasında çoşkulu açılış tanıtımlarıyla Antalya Film Festivali farklı spekülasyonlara rağmen izleyici için seyir zevki yüksek deneyimlere dönüşüyorlar.
Festivalin forum bölümü bu yıl öne çıkartılmaya çalışılsa da, bu festivalin filmlerle güzel olduğu gerçeği iyi filmlerin gösterilmesiyle tüm hislere tercüman oldu. Çünkü film forumu daha sektörel bir hareket ve seyirciyi pek ilgilendirmiyor. Seyirci filmleri görmek istiyor. Bu yüzden de ulusal yarışmayla beraber sevdikleri sanatçıları görme fırsatı buluyorlar. Halkın sevgisini kazanmak belki de büyük festival olmaktan daha önemli olabilir.
Elia Suleiman’ın basın mensuplarıyla gerçekleştirilen toplantısında, yönetmen son derece dikkat çekici bir mesaj verdi: “Festivallerin Cannes ya da başka festivallere dönüştürülmesi önemli değil. Önemli olan kendi özgün festivalinizi yaratmanız. Format işiyle uğraşmayı bırakın. Genç sinemacılara kucak açın. Ancak böylece sinemanız gelişebilir ve büyük festivallerde filmleriniz ödül alabilir.” Dedi. Böylece insanlara önemli bir mesaj verdi. Halbuki basın hala polemiklerle beslenerek yerinde sayıyor. Belki de el ele vererek sadece insanların işlerini yaptıkları bir platformlar elde edebiliriz.
Bir diğer yönetmen Michel Hazanavicius da benim sorduğum “Belki dönemin ruhundan kaynaklanıyor ama Cannes’ı filminizde eleştiriyorsunuz. Filminiz Cannes’ta gösterildiğinde nasıl tepkiler aldı?” soruma yönetmen içtenlikle cevap verdi: “Her yerde insanlar filmlere tepki verebilir. Eleştiriler kaçınılmazdır. Öfkeli, övgü dolu ya da ayrıntılara takılabilirler. Bu bizi etkilememeli ve yola devam etmeliyiz.” Sözleri yaşananlara ilaç gibi bir yanıttı.
Gösterilen filmlerden izlediğim birkaç filme kısa kısa yorumlarım ise şöyle diyebiliriz.
SCARY MOTHER
Zaman zaman beklenmedik bir şekilde izleyiciyi şaşırtan Gürcü sineması, bu sıralarda uluslararası arenada Scary Mother ile iftihar ederek kendini teslli ediyor. Locorno ve Saraybosna film festivallerinden ödüllerle dönen yapım atmosfer yaratmada son derece başarılı sinemasıyla dikkat çekiyor. Adeta sinirlerinizle oynayan hikaye kurgusu bir yere kadar gerilimin üst seviyeye çıkarak izleyiciyi koltuklarına çivileyebiliyor. Bazı sahneler kusursuz tasarlanmış. Ancak film hikaye anlatmak konusunda aynı başarıyı gösteremiyor. Bir ilk film için fazla tahmin edilebilir bir konu seçilmesi ve bunu hantal bir kurguyla sunan film, ilginç bir deneyim olmasına rağmen tam tatmini sağlayamıyor. Ancak yine de umut vaat eden bir yönetmenin geldiğini müjdeliyor. Belli ki gelecekte Ana Urushadze’nin adını çok duyacağız.
ANGELS WEAR WHİTE
Yapımcılığı üstlendiği “Black Coal, Thin Ice” filmiyle tanınan yapımcı Vivian Qu, ikinci filmiyle yönetmenlik becerilerini gösteriyor. Yönetmen ilk filminde Çin’deki pedofili pazarını bir olay üzerinden çıplak gözle seyirciye sunarken, ülkemizde de fazlaca yaşanan bekaret satışı konusuna eğiliyor. Tabii bizde durum çocuk gelinler aracılığıyla gündeme geliyor. Neyse filme dönersek filmin Çin usülü Mustang olarak yorumlayabiliriz. Ancak bu sefer üslup olarak A.Farhadi iç çatışmaları filme ekleniyor ve ufak gibi gözüken büyük problemler aslında öngöremediğimiz devasa problemelere dönüşüyor. Çeşitli masumiyet metaforlarıyla desteklenen anlatımıyla Qu, hikayesini bir yere kadar başarılı bir şekilde sunabiliyor. Ancak hikaye dallanıp budaklandıkça defoların farkına varıyorsunuz. Ortalama bir seyir zevki sunan film, yenilikçi beklentiler aramayanları tatmin edecektir.
ZOR BİR KARAR
“Hayatın Tuzu” filminin senaristi olarak tanınan Ender Özkahraman ilk filminin hikayesinde tuhaf bir çatışma kuruyor. Burun ameliyatı olmak isteyen bir kadının durumuyla PKK bağlantısı kuruyor. Kağıt üstünde ilginç görünen film, ne yazık ki kötü niyetli bir yapıma dönüşüyor. Çiğ ve amatör görünen bir sinema sunan Zor Bir Karar, finalinin üzerine tüm filmi kurmanın derdiyle sancılar çekiyor. Kendi mesajının içinde kayboluyor. Sürekli tekrara düşerek izleyiciye hazırladığı tuzağı başarıyla bile planlayamıyor. Şu ana kadarki festivalin en zayıf filmine imza atıyor.
A MAN OF INTEGRITY
Zaman zaman farklı filmleriyle İran sinemasında ses getiren Rasoulof, A Man of Integrity’de bir adamın devlet ve politikayla hayatının cehenneme çevrilmesine tanıklık ediyoruz. Son derece cesur söylevleri barındıran film, adeta İran’ın Leviathan filmine cevabı gibi yorumlanabilir. Sağlam bir sistem eleştirisinin çarpıcı bir şekilde sunulduğu film, dört dörtlük bir sinemanın kapılarını ardına kadar izleyicilere açıyor. Bir adamın çaresizce mücadelesi ve pis oyunların içinde debelenmesi harika oyunculuklar, tatmin edici bir sinematografi ve tokat gibi çarpan bir senaryoyla veriliyor. Şu ana kadarki festivalin en iyisi diyebiliriz. Mohammad Rasoulof’ın İran’da hapisten çıktıktan sonra bu filmi yapmasını ayakta alkışlamak gerekiyor. Ne de olsa yönetmen doğrularından vazgeçmektense sinemasıyla etkilemeye devam ediyor. Yönetmenin ülkesinde hala tutuklu olduğunu belirtmek gerekiyor.
APRIL’S DAUGHTER
“After Lucia” ve “Chronic” filmleriyle adını duyuran Michel Franco, yine ilginç bir hikayeyle seyircisini selamlıyor. Ters köşelerin ve sivri uçların varlığıyla seyircisini rahatsız etmeyi bir haz olarak gören yönetmen, arızalı bir anne – kız ilişkisi sunarken modern bir kadınının tartışmalı iç dünyasına eğiliyor. Üst seviye oyunculuk performansları ve her sinemaseverin tahammül edemeyceği kimi dikenli mizansenleriyle April’s Daughter ilgi çekici bir seyir zevkine dönüşüyor. Filmin ilk otuz dakikasına tahammül ettiğiniz takdirde film adeta seyirciyi ödüllendiriyor. İçerik olarak alakasız ama his olarak Piano Teacher tadında bir film olarak kabaca değerlendirebiliriz.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.