Bu yıl yine önemli konukları İstanbul’a getiren 7. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, çeşitli etkinlikler ve masterclass’larla sinemaseverleri doyurmayı başarıyor.
Daha çok keşif yapmaya yönelik ilginç filmler de programda izleyiciyi bekliyor.
Benim festivalde izlediğim filmler hakkında düşüncelerimi de bu seride bulabilirsiniz.
THE NET
Festivali daha önceden izlemediğim bir Kim Ki Duk filmiyle açtım. Yönetmenin filmografisinde son derece ortalama bir iş olarak duran Ağ, senaryo bakımından yaratıcılıktan uzak bir seyir sunuyor. Ülkelerin uyguladığı baskıcı politika üzerinden, ezilenlerin sadece halk olduğu vurgusu yapılıyor. Zaten filmin çoğunluğunun Kore’nin Güney ve Kuzey bakış açısı üzerinden sorgu sahneleri olduğunu düşünürsek, görsel açıdan tatminden uzak bir çalışma olduğu aşikar.
SİCK SİCK SİCK
Brezilya’dan son derece savruk bir gençlik depresyon filmi diyebileceğim Sick Sick Sick, yer yer yaratıcı görsel imgelerle seyirciyi memnun etse de, odak noktasından çok saptığını söyleyebiliriz. Filmdeki ana karakterlerin ilişkisi o kadar yapay ki, bir türlü izleyiciyi duygu olarak inandıramıyor. Filmin süresi uzadıkça da yeni unsurların filme dahil olmasıyla kaosa teslim oluyorsunuz. Benim için festivalin ilk hayalkırıklığıydı.
FAMILY ROMANCE, LLC
Japonya’daki yalnızlaşan insanlar ve sahte mutluluklara bağımlılık halleri sık sık Japon sinemasında karşımıza çıkan belirli temalardan ikisi diyebiliriz. Özellikle büyük şehirlerdeki aile bağlarından uzak kalmanın ve köklerden kopmanın neticesinde iletişimsizliğin baskın olduğu bir dünyayı görebiliyoruz. Werner Herzog son filmi Family Romance, LLC’de de bu durumdan yola çıkarak günümüz insanlarını anlamaya çalışmış. Herzog Japonya’nın kiralık insanlarından çok etkilenmişe benziyor. Ancak Lanthimos’un Alpler’ini izleseydi, böyle bir konunun bu kadar belgesele yakın bir tarzda çekilmemesi gerektiğini anlardı. Hatta iyice kurmaca yönünden yalınlaştırarak belgesele dönüştürse yine ilgi çekici bir duruma bürünebilirdi. Bu haliyle yapaylaşan oyunculukları ve duyguları yansıtamayan sahneleriyle, vermek istediği gerçeklik hissinden çok uzaklaşmış. Ne hikayesine inanabiliyorsunuz, ne de karakterlerin kendi içlerindeki dengesine…
BEATS
Siz ya da arkadaşınız pasaklı, serseri, yalancı, aptal, ezik, zeki veya işe yaramaz biri olabilir. Ama arkadaşınızdır. Ne olursa olsun ona sadık kalırsınız. Beats işte tam anlamıyla bu dostluk kavramını merkezine oturtan, siyah beyaz bir “anı yaşa”, “daha ne kadar genç kalabiliriz ki” filmi!
Tarz olarak “Le Haine” ya da “Control” filmlerine benzetebiliriz. Ancak bu sefer İskoçya’nın banliyölerindeki kayıp gençliğe odaklanıyoruz. Yine polisle başları dertte ve otoriteye bağlı kalmak istemiyorlar. Bu yüzden de uyuşturucu, müzik ve sosyalleşmek için partiler tek kaçış noktaları oluyor. Klasik gençliğin mutlu olma çabalarıyla karşı karşıyayız. Mizahi açıdan kefil olamam ama eğlenceli ve hınzır bir film olduğunu söyleyebiliriz. Bu yılın festival seçkisindeki en iyi işlerinden biri olarak gözüküyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.