Alan Ball: Rahatsız Ediciliğin Cazibesi

Yazarımız Suat Demirel, farklı işleriyle tanıdığımız Alan Ball’ı ismine yakışan şekilde farklı bir yöntemle değerlendirdi:

– Alan Ball da kimin nesi?

Alan Ball ile tanışmamız aslında çok eskilere dayanmıyor. Onun ismini bu kadar bilindik yapan yazdığı ilk uzun metrajlı senaryosu ile Oscar aldığı American Beauty (Amerikan Güzeli – 1999) filmi. Ondan önce birkaç dizide birkaç bölümlük senaryolar dışında herhangi bir geçmişi yok Alan Ball’un. Rahatsız ediciliğin kol gezdiği Amerikan Güzeli 5 (yazıyla: beş) dalda Oscar kazanmakla kalmamış, birçok sinema izleyicisi tarafından 90’ların en iyi filmlerinden birisi kabul edilmişti. Haksız da değillerdi.
Alan Ball’un büyük harflerle konuşan ilk senaryosunun arkasından yalnızca tek atımlık bir sinemacı mı olduğu merak edilmeye başlandı. Bunu anlamak için çok beklememize gerek kalmadı ve Oscar’dan sonra kendisine bir Emmy kazandıracak olan Six Feet Under (2001-2005) televizyonlarımızda gövde gösterisi yapmaya başladı.

six-feet.jpg

İlk senaryosunda olduğu gibi yine rahatsız ediciliğin her yerde fink attığı bu yapım kendisine has bir izleyici kitlesi tarafından oldukça fazla sevildi. Bir cenaze evini; homoseksüellik, cinsel arayışlar, seksin yaşla bağıntısızlığı, aile içi çekişmeler gibi kavramları anlatmak için seçmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Alan Ball bunu o kadar incelikli bir şekilde yaptı ki dizi 5 sezon çekilmekle kalmadı, dizinin fanları dizi keşke bitmese dedi.
Artık takip edilecek yönetmenlerden birisi konumuna gelen Alan Ball kendisine has bir stil yaratmış bir televizyoncu ve sinemacıydı. Sadece iki proje ile bu aşamaya gelmek belki biraz abartılı görünebilir ama buna itiraz edebilecek kimsenin olduğunu zannetmiyorum. Buraya kadar her şey çok iyi-idi-!

– Alan Ball neyi, nasıl yapıyor?

Alan Ball, rahatsız ediciliğin cazibesini kullanıyor. Her şeyi olabildiğince açık söylerken, bunu mizahla yoğuruyor. Neticede ortaya normalde görmek istemediğimiz rahatsız edici görüntülerden nispeten komik anlar çıkıyor, gülüyoruz. Güldüğümüz şeyin ne olduğu üstünde sonradan kafa yorduğumuzda gülmüş olmamız hoşuma gitmiyor ama bir defa güldük işte… Yapabileceğimiz bir şey yok.
Kan, kesilen uzuvlar, açık cinsellik Alan Ball için tabu kavramlar değil, bizler için de olmamasını bekliyor. Kimilerince terbiyesiz bulunan bu tavrıyla birçok tartışmayı başlatıyor.
Aileler ile asla izlenemeyecek bu filmler/diziler şahısların yalnız başına izlediği garip izlencelikler oluyor. Mastürbatif bu yapıya rağmen işlerinin oldukça geniş bir kitleye ulaşması bence en önemli nokta. Çok aile yoktur ki oturup beraber bir Alan Ball projesi izleyebilsin…

towelhead.jpg

– Towelhead – Nothing Is Private (Tabu – 2007): Politik bir dram mı yoksa cinsel uyanışı anlatan bir potpuri mi? Alan Ball şimdi ne demek istiyor?

Ülkemizde de gösterime giren Tabu, Alan Ball’un senaryosunu uyarladığı, yapımcısı olduğu ve yönettiği son uzun metraj filmi. Aaron Eckhart (Travis Vuosso), Summer Bishil (Jasira Maroun) ve Toni Collette (Melina Hines) gibi isimleri ihtiva eden film Amerikan Güzel’inin tahtına oynamaya kalkan bir film. Konusu ise şöyle;
Jasira, annesi Amerikalı, babası Lübnanlı 13 yaşında bir çocuktur! Göğüsleri yenice ortaya çıkmaya başlamış olan Jasira, annesinin sevgilisi tarafından bacakları tıraş edildikten sonra annesi tarafından akıllanması ve erkeklerin dikkatlerini çekmemesi adına babasının yanına sürgüne gönderilir. Tam bir Amerikan kasabası olan küçük Teksas banliyösünde babasının rahat davranışlar sergileyen Yunan sevgilisi, yedek ordu askeri olan sübyancı komşusu Travis, okuldaki ırkçı arkadaşları ve karnı burnunda anne figürü Melina arasında cinsel uyanışı ve ayrımcılığı hatalarıyla öğrenmeye çalışacaktır. Peki, ruhunu koruyarak bunu yapabilecek midir?

Açıkçası ruhunu korumayı bırakın, kendisini bile korumaktan aciz olan Jasira sonuçta pişmiş tavuktan daha beter hale gelecek, bolca iğrenç bir şekilde güldürecek, kusma noktasına getirince her şeyi güllük gülistanlık yapacaktır.
Alan Ball’un muhtemelen en zayıf halkası olarak kabul edilecek bu filminde yönetmenlik olarak fena olmayan bir iş çıkarttığını söylemek mümkün, lakin aynı şeyi senaryo açısından söyleyemeyeceğim. Aynı isimli kitaptan uyarlanan Tabu, maalesef söyleyecek çok şeyi olan ama bunları tek bir potada eritememiş bir film olmaktan kaçamamış.
Küçük bir kızın farkında olmadan tecavüze uğraması yeterince rahatsız edici iken Alan Ball bunu öyle bir sosla seyircinin önüne sunuyor ki Travis’in elindeki kan hepimizin eline ve yüzüne bulaşıyor. Bizi ortak etmeye çalıştığı şeyden nefret edemezken, gülerken kendimizden iğrenmeye başlıyoruz.

Sonuçta rahatsız edicilik yine bıraktığımız yerde.

true-blood-alan-ball.jpg

– True Blood (2008-): Kan emmekten rahatsız olur musunuz? Peki ya sizin kanınız emilse? Alan koşu bandına mı çıkmış?

Alan Ball projeleri arasındaki bekleme süresini azaltarak Tabu sonrası hemen bu dizi projesine girişti. Bu defa objektifin göbeğine küçük bir kasabadaki fanileri ve vampirleri konu edinmişti. Vampirler sessiz sakince uyudukları mezarlarından biz fanilerin arasına karışırsa neler olur sorusunun yanıtını bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Niye uyanmışlar? Bize ne?
Bizlere neler yapacaklar? Vampirler ne yapar?
Yediğimiz tüm şeylerden vazgeçerek her gün Milkshake içsek rahatsız olur muyuz? Vampirler et yerine sentetik kan içse?
Vampirler sert sevişgen tipler olursa neler olur? Sert sevişgen fani erkekler kaçacak delik ararlar mı?

Şimdilik bu kadar soru sorabilecek kadar bilgimiz olan bu projede yine sert bir cinsellik, argo-küfür ve aşağılamalara maruz kalacağımızı biliyoruz. Daha da önemlisi huzursuz edici ve yer yer rahatsızlık verecek bir yapıyla ekran karşısında ellerimiz her an gözlerimizi kapamak üzere hazırda beklemeliyiz. En azından Alan Ball öyle yapmamızı istiyor.

Bu dizi ile direkt olarak alakalı olmasa da ek olarak şöyle bir şeyi belirtmek gerekiyor. Korku veya gerilim türleri, yapılarından ötürü kendilerini her daim aşmak zorundadırlar. Nihayetinde bir defa tepeden düşen kalp, karaciğer ve diğer iç organlar sizi rahatsız edip korkutuyorsa bile ikinci seferinde korkutmayacaktır. İkincisinde tam bir insanı kıyma makinesinden geçirip, bunu en ince ayrıntısıyla gösterirseniz üçüncüsünde ne yapacaksınız? Bu söylediğimin en güzel örneklerini Nip/Tuck’da hali hazırda görmekteyiz.

Sırf bu sebeplerden ötürü bile Alan Ball’a biçtiğim payeden vazgeçmemek için kendimi zor tutuyorum. Nasıl ki nitelikli olsun ya da olmasın korku satıyorsa; çürümüş rahatsızlık hissi de satıyor. Yine de ben her daim aynı sosla önümüze sunulan bu potpurilerden sıkılmaya başladım. Nasıl ki Tabu, Amerikan Güzelinin ayak izlerini izleyerek onun gibi olmaya çalışıyorsa; True Blood’da Six Feet Under’dan kopya çekiyor. Hem de neredeyse kâğıda birebir aynı cümleleri yerlerini değiştirerek yazarak. Belki lisedeki matematik öğretmenleri bu numaraları yiyebilirler ama bu alanda ihtisas yapmış bir profesörler bunu yemeyecektir.
Ben ve profesörlük mü? Hayır, daha neler!

Rahatsız edilmekten hoşlanan insanlar için Alan Ball uzun bir müddet daha İlah konumunda kalacaktır. Buna şüphe yok.
Ben yine de diğer faniler adına hala bir ümit taşımaktayım. Tabuları yıktığını zannettiği bu dar çerçeveden çıkıp, kendi açısından Tabuları yıkacaktır Alan Ball. Yoksa koşuyor gibi yaparak koşu bandında yerinde saymaya devam edecektir. Umalım da ikincisi olmasın…

Yorum Gönderin