Alef, Tarih ve Tasavvuf

Tasavvuf’un Anadolu topraklarındaki tarihi, bizlere milli tarih kitaplarında öğretilenlerden çok farklı… Genelde tekkelerinde zikir çeken ve ülkenin toplumsal gelişimindeki payları halı altına süpürülen yapılanmalar ile ilgili bilgilerimiz, araştırıp okumayınca sınırlı kalıyor. Alef, dördüncü bölümünde öyküsünün parçası olarak gösterdiği bazı gelişmeleri izleyicisine merak ettiren bir dizi olarak dikkat çekiyor. Bu tarihi olayları biraz açarak ülkemiz tarihindeki gelişmeleri de aktarmaya çalışacağız.

Anadolu’ya Malazgirt ile başlayan akınlar, bir çok insanın bu topraklara gelmesine ve yerleşmesine neden oldu. Bizans ve Müslüman Araplar arasında süren uzun yıllar devam eden savaşlar nüfusu azaltmış ve şu anda üzerinde yaşadığımız toprakları büyük ölçüde boşaltmıştı. 1071’de 1,5 milyon tahmin edilen nüfus, 200 yıl içinde 4 milyonu geçti. Özellikle Orta Asya’daki Türk nüfus, Moğolların da etkisiyle batıya kaymış ve Anadolu’nun verimli topraklarında yaşamaya başlamıştı. Bu toplulukların önemli bir bölümü kendi İslam yorumlarını da beraberinde getirdiler. Alef’te de ismi geçen Haydariler, Kalenderiler, Ahmed Yesevi’nin öğrencilerinin getirdiği daha serbest İslam yorumu, Harezmşah Sultanı’nın hocası Bahaddin Veled’in oğlu Mevlana’nın etkileri ve daha birçok düşünce akımı Anadolu’da buluştu. 1200-1300 arası Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Hoca Nasreddin daha sonra Osmanlı’nın kuruluşunda etkin rol oynayan Şeyh Edebali, bu topraklarda aynı dönemlerde bir araya geldi ve Anadolu Aydınlanması olarak görebileceğimiz dönemi başlattı. Endülüs’ten gelen, üvey oğlu Sadrettin Konevi ve ögrencileri vasıtasıyla vahdet-i vücud felsefesini Anadolu Selçuklu içinde yayan İbni Arabi de bu büyük değişimde etkin rol oynadı.

1600 yılına kadar Mevleviler, yeniçeri ordusunun temelini oluşturan Bektaşiler, Osmanlı’nın kuruluş ve yükselme dönemlerinde etkiliydi. Bektaşiliğin temelini Haydari ve Kalenderi topluluklar oluşturdu. Ahilik yoluyla ekonominin gelişmesinde ciddi rol aldılar. Özellikle Balkanlar’da kentler kurdular, düşünce sistemlerini yaydılar. 1200’lerdeki Babai İsyanları ve Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında 1500’lerdeki Çaldıran Savaşı’na yol açacak büyük çekişmeler yaşansa da, Anadolu’daki topluluklar kendi islam anlayışlarını geliştirdiler.

1500’lerin ortasında başlayan ve 1600’lere gelindiğinde Celali İsyanları’na yol açan ekonomik gerileme, başkent Konstantiniyye başta olmak üzere güç ve iktidar savaşını yıkıcı hale getirdi. Kafes sistemine geçerek saraylarından çıkmayan padişahlar halkın değil valide sultanların ve hocalarının etkisinde kalıyor, doğru kararları alamıyorlardı. Bu süreç İslam’ın şer-i yorumunu savunan ve şiddet yoluyla kabul ettirmek için padişahları etkisine alan Kadızadeliler’in de işine geldi. 1600’den itibaren sarayın ileri gelenleri “halk islamı” olarak görebileceğimiz akımlara karşı sert tedbirler almaya başladı. Celali isyanları Bektaşi toplulukların Kuyucu Murat Paşa gibi isimlerce katledilmesi adına mazeret yarattı. Kadızadeler güçlendi, halk isyanlarını sürdürdü. 1656 yılının Mart ayındaki vaka-i vakvakiye ayaklanması Kadızadeler’in saray içindeki gücünü azaltsa da eylül ayına kadar özellikle Halveti ve Mevlevi topluluklara saldırılarını sürdürdüler. Alef’in dördüncü bölümünün başındaki şeriatçı saldırılar da Kadızade Hareketi’nin başlattıklarından biriydi ve binlerce Mevlevi’nin ölümüyle sonuçlandı. Aynı yılın sonlarında sarayda etkinliğini arttıran Köprülü Ailesi, Kadızadeleri pasifize etse de, uzun yıllar devam eden ve günümüze de ulaşan etkisini engelleyemedi. Mevlevi geleneği sürse de, Anadolu’nun birçok farklı rengi bu süreçte geri plana itildi. Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla devletteki Bektaşi geleneği de bir süre kesintiye uğradı. Balkan Bektaşilerinin temellerini attığı İttihat ve Terakki Hareketi ile Nakşibendiliğe kayan saray arasındaki çekişmeler 1900’lerin başına kadar devam etti. Bu iki farklı akımın izlerini günümüz siyasetinde de görüyoruz. Kadızadeler’in yöntemlerini Sivas Katliamı’nda gördüğümüz gibi…

Emin Alper’in ülkemizde pek rastlanmayan bir şekilde dikkat çektiği bu kutuplaşmayla ilgili gelecek bölümlerde de göndermeler göreceğiz gibi… Dizide henüz küçük bir ipucu gördüğümüz farklı bir olay ise Bebek’teki Kayalar Mescidi ile ilgili… Dedektiflerimizin derviş aynasındaki numaraları takip ederek vardığı Mescit’te ve pencereden zoom yapılarak gösterilen mezarda Kanuni Sultan Süleyman’ın 12 müridiyle birlikte başları vurularak idam ettirdiği Bayrami-Melami Şeyhi İsmail Maşuki yatıyor. Dizide kullanılan kesik baş göndermesi de büyük bir olasılıkla İsmail Maşuki’yle ilgili olacak. Şer-i İslam yorumunu takip edenler tarafından öldürtülen ve “Kurban İsmail” olarak da anılan İsmail’in yaşadıkları diziye nasıl yansıyacak gelecek bölümlerde göreceğiz.


Yorum Gönderin