Alien: Covenant: Yaratıkların Sayıları Artıyor, Etkileri Azalıyor

Güzel bir gündü cuma günü. Merakla beklediğim iki filmi –Alien: Covenant ve King Arthur– arka arkaya, sadece on dakika arayla izledim. Eğlence açısından bakarsak iki film de bir yere kadar eğlendirdi. Ama iki filmin şöyle bir benzerliği var: İkisi de finale yetişemeden, ikinci bölümün ortalarında tık nefes kalıyor, öyküyü dağıta dağıta finale ulaşıyor, son jeneriği başlatıp bizleri yolcu ediyor. Alien: Covenant şahsen “Bu seri artık bitmeli,” dedirtirken King Arthur “Ritchie casus filmi de çekse, Arthur filmi de çekse, Disney filmi de çekse, düğünümü de çekse, ne çekerse çeksin şahsına münhasır kurgusuyla son ana dek eğlendirmeyi başarıyor ama keşke senaryoları daha kaliteli olsa,” dedirtti. Alien‘la ilgili yazı aşağıda, King Arthur yazısı sonra. Yazının spoiler içerdiğini belirteyim.

ALIEN: COVENANT: SCOTT ZÜCACİYEYE GİREN FİLDEN FARKSIZ

Ridley Scott, Blade Runner gişede battığından olsa gerek bir daha bilimkurgu filmi çekmemişti, hatta Alien serisine de hiç bulaşmamıştı. Prometheus yönetmenin bilimkurguya ve Alien evrenine büyük bir umutla döndüğü film olmuştu. Fakat yönetmene göre Damon Lindelof yüzünden, Lindelof’a göre yönetmenin “şunu da işleyelim, bunu da işleyelim,” istekleri yüzünden Prometheus iyi bir film olamamış, soru üstüne soru sorup yanıtlarını sonraki filme bırakmıştı. Alien serisinin temel klişesi “Bir mürettebat bir gezegene gelir, burada yaratığa sırayla yem olur,” aynen korunmuştu. Scott bu klişe gerilim öyküsünü yaratıcılarımız Mühendislerle, ölümsüzlüğü ve yaratıcılarını arayan Peter Weyland (Guy Pearce) karakteriyle genişletmeye yeltenmişti. Özellikle Mühendisler konusu serinin fanları için epey önemli bir noktada. Zaten bunu çıkarırsak geriye altı filmdir işlenen yaratığa yem olma konusu kalıyor. Bu konuyu Covenant‘ta da iyi işlemiyor, daha doğrusu işlemeye yeltenmiyor, gene sonraki filme öteliyor. Ölmezse (80 yaşında) ve dördüncü filme ötelemezse 2019’da belki yanıt alırız.

Scott aslında epey iyi bir yönetmen ama 2000’lerden sonra iyi senaryoyla buluşamadığı için ürettiği pek çok film ortalamayı aşamadı. Alien: Covenant da bu kısır döngüyü kıramıyor ve vasatı aşamıyor. Film epey sorunlu. Sorunların nedeniyse şöyle: Scott bir yandan prequel serisine sil baştan başlamaya (yeni robot, yeni mürettebatlar, yeni yaratık) yeltenirken beri yandan Prometheus‘taki soruları yanıtlamaya, öte yandan sonraki filme yol döşemeye, ayrıca pek çok yaratıkla germeye, yeni karakterler inşa etmeye, Mühendislere değinmeye çalışıyor, çalıştıkça her şey şirazesinden çıkıyor. Adeta King Arthur‘da her yeri yakıp yıkan dev filler gibi hareket ediyor. Lost‘un da sorunu bu değil miydi zaten? Tonla soru atıp, onlarca yan öykü yazıp finale gelindiğinde hiçbirini doğru dürüst işleyememek…

Alien serisinin en kötü tarafı karakterlerin sürekli aptalca hareket etmeleri. Aslında korku filmlerinin de klişesi bu. Ama söz konusu bilim insanları olunca insan onların daha akıllı davranmasını bekliyor. Aynı sorun bu filmde de mevcut. Yeni gezegene Londra’ya inmiş gibi hiçbir güvenlik önlemi almadan inmek, yaratığın kozasına bakmak vs. Neyse ki Prometheus‘taki gibi yaratığa “Gel kuçu kuçu” diyen bilim insanı (?) yok bu kez. Karakterlerin doğru dürüst işlenememesi de artık alıştığımız bir sorun. David (Michael Fassbender), Walter (gene Fassbender) ve Daniels (Katherine Waterston) dışındaki karakterleri, hatta Daniels’ı bile doğru dürüst tanıtamıyor. Her zamanki sorun. Prologtan eşcinsel olduğunu öğrendiğimiz Lope’un (Demian Bichir) bu tarafı filmde hiç işlenmiyor. O zaman neden eşcinsel olduğu belirtildi? Karakter derinliği her zamanki seviyede. Karakterleri umursamadığımız için, daha doğrusu yönetmen-senaristler umursatmayı başaramadıkları için de yaratıklar mürettebatı öldürürken pek de gerilemiyoruz. Halbuki karakterlerle bağ kurabilsek belki de gerileceğiz ama olmuyor. Artılarından da söz etmeli. Atmosfer oldukça iyi kurulmuş, mekân tasarımları-lokasyonlar-setler şahane, görüntü yönetmenliği (bu alanın ustalarından Dariusz Wolski’ye alkış) çok iyi, Jed Kurzel’in müzikleri başarılı, Fassbender’in David ve zıttı Walter rollerindeki performansı gayet iyi, Waterston fena değil -bir Sigourney Weaver değil-. Prometheus‘daki bazı sorulara verilen cevaplar fena değil (Elizabeth Shaw’a ne olduğu, David’in tuhaflığının nedeni).

Prometheus‘la başlanan din-bilim çatışması beylik diyaloglarla devam ettiriliyor. David ve Walter’ın yaratıcılar hakkında konuştukları sahne fena değil. Ama iş, David vs Walter noktasına geldiğinde film iyice sapıtıyor, Terminator‘a bağlıyor. Scott’a iki robotu dövüştürme fikri cazip gelmiş ama pek de Alien ruhuna uymuyor bu fikir. Sorunlardan diğeri Walter’ın devre dışı kaldığını bilmemize rağmen yönetmenin “Bu robot Walter mı, David mi?” ikilemini yaratmaya çalışması. Fassbender elinden geldiğince belli etmemeye çalışıyor ama olmuyor. 80’lerdeki korku filmlerinde sevişen kişilerin seri katil-yaratık-hayvan tarafından öldürülmeleri klişesine de yer verilmesi “Ridley bey ne yapıyorsunuz Mühendis aşkına?” sitemine neden oluyor. Yaratıcılarımız mühendisler konusunun iyi işlenemediğini söylemiştim. Scott o kadar çok şey yapmak istiyor ki mühendislere fırsat kalmıyor. Ama hakkını vereyim: David’in yaratıcılarını, yani mühendisleri katletme fikri klişe de olsa iyi. Ama buna sadece bir dakika ayrılmış. Belirttiğim gibi Covenant o kadar çok şeyle uğraşıyor ki çok azının hakkını veriyor: Yaratıkların sayıları artıyor ama etkileri dağınıklık, odağın yitirilmesi yüzünden azalıyor. Scott izleyicinin ödünü kopartmak istediğini söylüyor ama bazı sahneler dışında pek de korkutamıyor. Üçüncü filme döşenen yolsa pek de heyecanlandırmıyor. Covenant gemisinde 2000 mürettebat (Daniels ve Tennessee (Daniel McBride) dahil) ve iki yaratıkla yaşanabilecek bir gezegene giden David. Pek de umut vaat etmiyor. Sözün özü Scott bir kez daha vasat bir işe imza atıyor.

1 yorum

Yorum Gönderin