53. Uluslararası Antalya Film Festivali’ne S360 Digital Agency’nin (www.sosyalmedya360.com) konuğu olarak son birkaç gününde katılma fırsatı bulduk. Şehrin dört bir yanında sinema üzerine etkinliklerin, film gösterimlerinin, panellerin düzenlendiği, Asghar Farhadi ve Harvey Keitel gibi dünyaca ünlü sinemacıların ağırlanıp onurlandırıldığı, Film Forum ve Film TMR gibi endüstriyel girişimlerin yer bulduğu, Festival Yolu’nda sinemanın eğlenceli yüzünü gördüğümüz sekiz günün ardından festival 23 Ekim akşamı gerçekleşen şaşaalı kapanış töreniyle son buldu. Bu yazıda, festivalde izleme şansı bulduğum filmlerden üçünü değerlendireceğim.
Toz
Genç yönetmen Gözde Kural’ın ilk uzun metraj projesi olan Toz, vasiyeti gereği annesini Afganistan’a gömmek için zorlu bir yolculuğa çıkan genç bir kadının, Azra’nın (Öykü Karayel) hikâyesi. Yıllardır savaşla kasıp kavrulmuş, her gün dört bir yanında bombaların patladığı Afganistan’ı mekân belleyip savaşta yitirilen değerler ve sindirilmiş kadınlar üzerine büyük sözler söylemeye soyunan Toz, taslak halinde kalmışa benzeyen senaryosu ve estetik üslupsuzluğuyla sınıfta kalıyor. Hikâyede hiçbir işlevi olmayan, filmden çıkarsak ruhumuzun duymayacağı karakterler var, mesela Azra’nın sakat kardeşi. Veya filmin son düzlüğüne kadar sadece sigara içip somurtan antipatik Emir’den, hikâyeyi mekanik bir şekilde ilerletmekten başka işlevi olmadığı halde bize nedense çok önemliymiş gibi sunulan Ahmed Khan’dan da söz edebiliriz. Öykü Karayel, filmin başrolünde, fazla nüanslı olmasa da tutarlı bir performans sergilerken, Muhammed Cangören elindeki kısmen sorunlu malzemeye rağmen güçlü anlar yakalıyor. Sonuç olarak Toz’un her ânı, anlatmak istediklerini anlatamamakla lanetlenmiş gibi yanlış ve eksik.
Tereddüt
Türk sinemasının belki de en önemli kadın yönetmeni Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt, merkezine iki kadını, Şehnaz ve Elmas’ı yerleştiriyor: Bir psikiyatrist (Funda Eryiğit) ve bir çocuk gelin (Ecem Uzun). Orta üst sınıf mensubu, başarılı bir kariyere sahip Şehnaz, evde eşinin psikolojik tahakkümü altındayken, Elmas ise çok küçük yaşta rızası olmadan evlendirilmiş, sesinin çıkmaması için sindirilmiş yoksul bir genç kız. Şehnaz ve Elmas’ın yolları kesişince ortaya sinemamızın en akılda kalıcı sahneler arasında anılacağını düşündüğüm muazzam bir terapi sahnesi çıkıyor. Eryiğit ve Uzun’un birbirinden güç alan performansları bu sahnede tavan yapıyor ve perdeye kilitlenmekten başka çareniz kalmıyor. Filmin geneline baktığımızda da, ne yaptığını bilen, senaryosunu incelikle inşa eden ve kamera arkasında da tavizsiz çalışan bir yönetmen olan Ustaoğlu’nun Tereddüt‘le ustalık eserini verdiğini söyleyebiliriz.
Neruda
Pablo Larrain’in Neruda’sını izlemek benim için hayli enteresan ve biraz da can sıkıcı bir deneyimdi. Larrain’in son izlediğim filmi No‘yu çok beğenmiş ve Pablo Neruda’yı çok seven bir şiir ve sinema âşığı olarak büyülenmeyi beklediğim film boyunca perdede akan görüntülerle, karakterlerle, mizansenlerle neredeyse hiç bağ kuramadım. Larrain’in senaryoda ve rejide yaptığı neredeyse tüm tercihler beni filmden daha da uzaklaştırdı. Her ne kadar Luis Gnecco ve Gael Garcia Bernal takdire şayan performanslar ortaya koysalar da, Neruda’nın yansıtılış biçimi de, hikâyenin en kilit karakteri olan Dedektif Peluchonneau’nun (Bernal) hiç susmayıp hayat üzerine büyük laflar eden dış sesi de, filmin iskeletini oluşturan rüyavari takip hikâyesi de bende herhangi bir heyecan uyandırmadı. Dünya çapında izleme fırsatı bulanların övgüye boğduğu Neruda kötü bir film olmayabilir ama benim için kocaman bir hayal kırıklığı oldu; bir yandan da, film izlemenin ne kadar şahsi ve akışkan bir deneyim olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.