Aslı Gibidir Diyebilir miyiz?

Ken Loach amerikan sinema endüstrisini işaret ederek, sinemanın hegemonik güce en çok teslim olmuş sanat dalı olduğunu savunurken, dünyanın herbir yerinde fabrikasyon usulü üretilen, birbirini tekrar eden ve hızlıca tüketilebilen filmler adeta Loach’un bu savını kanıtlıyor. Bu kültürel hegemonyadan kaçmaya çalışanlar içinse iyi filmlerle karşılaşmak ne yazık ki zamanla imkansızlaşıyor. ‘’Aslı gibidir’’ tam da bu şikayetlerimin arttığı bir dönemde karşılaştığım, beni şaşırtan, şaşırtırken içine çeken bir film… uzun süredir güzel bir film izlememenin açlığıyla bu filmden aldığım tada fazlaca önem ve pay biçtiğimi de itiraf etmem gerekiyor. İzlediğimiz filmleri koşullar içerisinde değerlendirmemiz gerektiği önkabulüyle, hiç de yabana atılmayacak görsellik ve içerikle karşılaştığım bu filme de hakkını teslim etmem gerektiğine inanarak, son dönemde izlenebilecek iyi filmlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Taklit gerçeğinden nasıl ayırtedilebilir hele de iyi bir kopyaysa… Ya sadece kopyalanmış bir hayatı yaşıyorsak… ‘’Aslı gibidir’’ farklı bir film; bizi şaşırtan, kendi gerçekliğimizi ve gerçek olduğunu düşündüğümüz anları sorgulamamıza sebep olan bir film…

Bir adam ve bir kadın, hayalle gerçek arasında bir mekan ve gerçek mi kurgu mu olduğu belli olmayan bir ilişki… Juliette Binoche yine harikalar yaratırken, ingiliz bariton William Schimel hiç de yabana atılmayacak bir performans sergiliyor. Film ilerledikçe hikayeye dahil olan ikinci, üçüncü kişilerse filmin daha da keyifli bir hal almasını sağlayarak filmin dinamizmini artırıyor. Yönetmen koltuğunda keyifle oturan İranlı yönetmen Abbas Kriostami de bize İngiliz bir adamla Fransız bir kadının İtalya’da yaşadıkları ilginç ilişkiyi ya da ilişkisizliği kendine özgü sinema perspektifiyle anlatıyor. Sinema gerçek hayatın iyi bir kopyasıyken bunu filmin temeline oturtan Kriostami, her ilerleyen dakikada filmin daha da ilgi çekici hale gelmesini sağlıyor. Hikaye bazen çok tanıdık geliyor bazen bir o kadar uzak…

Filmin hikayesini özetle aktarmak gerekirse, İngiliz yazar James Miller ‘’Aslı Gibidir’’ adlı kitabını tanıtmak üzere İtalya’nın Toskana bölgesine gider ve kitabı eleştirse de beş altı tane almayı ihmal etmeyen Fransız Elle ile tanışır. Film bu tanışmadan sonra bu iki kişinin çıktığı kısa yolculukla devam eder ve bu yolculuk sırasında aralarında geçen diyologlarla zenginleşir. Film sırasında sıkça tebessüm etmenize sebep olacak karelerle karşılaşabileceğiniz gibi, Binoche’un gözünden süzülen iki damla yaş sizi filmin içine daha da çekerek hüzünlendirebilir. Gerçekle, kurgu arasında bocalarken izlediğinizin kendi hayatınızın kopyası olup olmadığını düşünebilir, bu ritme ayak uydurmaya çalışırken ve filmin içinde film akarken kendinizi biraz kırgın, yorgun ama daha iyi hissedebilirsiniz…

Belki de görmek istediğimiz, duymak istediğimiz arzuladığımız sadece bir kopyadan ya da yalan ibarettir. Aynen Özdemir Asaf’ın dediği gibi, ‘’Beni öyle bir yalana inandır ki ömrümce sürsün doğruluğu…’’

Yorum Gönderin