Atomic Blonde: Kaosun Göbeğinde Ajanlar Hep Sevişirdi

Atomic Blonde: John Wick’e Kardeş mi Geliyor?

The Coldest City adlı çizgi romandan uyarlanan Atomic Blonde, fragmanındaki John Wick’in dişisi versiyonu iddialarından tanıtımı boyunca sıyrılamasa da filmin vizyona girişiyle gerçek yapısı ortaya çıktı. Filmin 80’li yılların sonunda Berlin Duvarı’nın yıkılmasından hemen önceki karışık dönemde geçen bir dönem işi olması ve yer yer aksiyonun hakim olduğu bir ajan filmi olduğu gerçeği, filmin John Wick’ten ayrılan temel unsurlarının başında geliyor. Filmin senaryosundaki temel kurallar bu dönemin jargonunun içinde sınırlandırılmış.

Filmin konusunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Lorraine Broughton (Charlize Theron) işinde başarılı bir ajandır. Berlin’deki başka bir ajan olan David Percival (James McAvoy) ile işbirliği yaparak istihbarat içindeki kara tohumun bulunmasını ister. Ayrıca bir ajanın öldürülmesi ve bununla bağlantılı olan bir listeyi getirilmesi istenir. Ancak Berlin cadı kazanı gibidir. Adımınızı atsanız ajanın ortaya çıktığı süreçte Lorraine için görev zorlu olacaktır.

Hantal Kurgu Filmi Baltalıyor…

Filmin yönetmen koltuğunda oturan David Leitch’in bu projede yer almasının başlı nedenlerinden biri de John Wick’in ilk filminin bir kısmını çekmesine rağmen jenerikte isminin yer almamasından kaynaklanıyor. Bu kadar başarılı bir işin altından kalkabilen bir yönetmenin benzer bir projede bu sefer kadın ajan başrolüyle fırtınalar estirmesi mümkün tezinden film devredilmiş. Nitekim ilk fragmandan sonra John Wick’e kardeş geliyor denilmiş.

Ancak Atomic Blonde bu beklentileri karşılayamadığı gibi, hantal bir ajan filmi olmaktan öteye gidemiyor. Kimi cesur hamlelere rağmen film ritm sorunları yaşıyor. Flashbacklerle ilerleyen senaryosu ile filmin gerçek zamanı arasındaki kurgu döngüsü olarak gerçekleştirilen paralellik, filmin ana konusundan kopmamıza yol açıyor.

Tanıtımlarında bir aksiyon filmi gibi sunulan yapımın, aksiyonun geri plana atılarak daha çok entrikalar üzerinden ilerlemesi, filmi izlemeye gelen seyirci için beklentinin düşmesine neden oluyor. Ani patlamalarla seyirciyi filme bağlama çalışmaları da genel olarak tasarlanan projenin olumsuz yanlarının altında yok oluyor.

Beklentilerin Altında…

Filmin derinlemesine incelediğimizde ana karakterin şahsının kontrolü ele alan tavrı ve her türlü hareketi, filmin feminizme şapka çıkarır referanslar vermesine neden oluyor. John Wick 2’de de karşımıza çıkan sinema tarihinin önemli filmlerine yapılan göndermeler ve saygı duruşları ise sinefillerin görmeyi arzuladığı hareketler olarak not edilebilir.

Filmin klasik seyirciye hitap etmediği bariz açık olarak filmin şiddete, kana ve cinselliğe taviz vermesinden belli diyebiliriz. Bu yüzden de salt aksiyona yüz vermeyen Atomic Blonde, biraz daha olgunlaştırılsa belki de yılın önemli yapımlarından biri haline getirilebilirdi. Ama tersini yapmaya karar verdi. Finalini twiste dayayarak kolaycılığa kaçmayı tercih ettiğinden dolayı film, janrında sıradanlaşmaktan kurtulamıyor.

Film bittiğinde aklınızda sadece iki şey kalıyor. Charlize Theron’un güzelliği ile 80’li ve 90’lı yıllardan seçmece soundtrack’i. Bu durum da filmin izleyiciyi mest etmesine yetmiyor. Planlı tasarlanan dövüş sahneleri ise son derece çiğ ve yapmacık duruyor. Yaz aylarında izlemek istediğimiz ama beklentiyi karşılayamayan bir umut tüketiciye dönüşüyor.

1 yorum

Yorum Gönderin