Bakınız Kulis: La La Land’i Konuştuk

2016’nın en ilgi çeken ve üzerine en çok konuşulan yapımlarından La La Land’i konuştuk. Ortaya farklı görüşler çıktı.

Tarık Volkan Cengen: Sinema bir hikaye anlatma sanatıysa ki bence öyle, güzel bir hikayeyi güzel bir şekilde anlatmış La La Land. Ve bu hikaye bir masal. Gerçekçiymiş, değilmiş tartışması bu bakımdan manasız ama kalkıp beğenmeyene de bir şey demem. O ayrı bir şey. Manchester by the Sea… Nefis film. Peki La La Land’le aynı kulvarda ya da aynı kategoride mi? Değil ama aynı ödül için yarışıyorlar. Bu da adil değil. Esas sıkıntı burada.
Oscar’a dönecek olursam, La La Land en iyi filmi (sırf açılış sahnesi yeter), Damien Chazelle en iyi yönetmeni, Casey Affleck en iyi erkek oyuncu ödüllerini alır.

Aras Basmacıgil: Bizim kim olduğumuzu belirleyen seçimlerimizdir, La La Land bir seçimin hangi sonuçları doğurabileceğini, ne uğruna neden vazgeçtiğimizi sorgulatıyor. Hayatta herhangi bir seçimi yaparken, bir konuya ağırlık verirken; diğer bir konudan kendimizi mahrum bırakıyoruz. La La Land’in tüm çatışması burada; kimiz? Ne olmak istiyoruz? Bizi ne mutlu edecek? Bir mutluluk, başka bir mutluluktan değerli midir? Bu soruların bir cevabını bulamayanlar, filmde kendi sıkıntılarını bulabilirler…
Böyle bir konuyu anlatırken; daha önce akıllara kazınmış bir çifti ikili olarak seçmek çok doğru bir tercih. Ayrıca filmin kurulumunda karakterlerle bağ kurmamızda plan sekans dans sahnelerinin inanılmaz bir etkisi var. Son yılların en iyi sinematografik örneklerinden biri olduğu aşikar filmin. Filmin en muhteşem tarafı elbette müzikleri, zaten ödül açısından da bir rakibi de olduğunu sanmıyorum.
Son olarak; La La Land için bu yılın bir bütün olarak en iyi filmi diyebiliriz, kişisel fikrim Moonlight ile hem en iyi film hem de en iyi yönetmen için mücadele edeceği. Film, La La Land’in; Yönetmen Moonlight’ın olacak bence.

Yekta Kurtcebe: Ben realist insanım. İnsanların görmek istemediği insanlarla takılırım. La La Land sözlük anlamı bile bana uzak. Oscar’ı da alacak göstere göstere. Zaten Trump’lı, Tayyipli, Putin’li şu günümüz dünyasında La La Land’in Oscar alacak olması gerçeklerin işimize gelmediğinin bir kanıtıdır. Bir de nostalji tabi. Ama o referanslar etkilemedi beni.

Turgay Kaplan: 14 dalda oscara aday olmuş, benim içinse tırt olan bir film dönem kıyaslaması yaparak içinde bulunduğu dönem için eleştiride bulunuyorsa ben o filmde mantık da ararım gerçekçilik de. Madem masal tadında o halde zamansız dönemsiz olması gerekmez miydi? Günümüzün kariyer gibi hırs gibi liberal değerlerine ve “hayatta en önemli şey kişinin kendisidir” gibi hümanist öğretilere yaslanmayı eleştirsin sonra da izleyici gerçekçilik aramasın. Ha bunları eleştirmiyor üstelik hakkıyla…Finaldeki hayal sahnesine dikkat ederseniz her ikisi de kariyerlerini de gerçekleştirerek mutlu bir beraberlik sürdürüyorlar. Hayalde de bir vazgeçişi göze alamamış film.
Madem finalde birbirinize o bakışı atacaktınız niye ayrıldınız? Üstelik bu ayrılığın altını dolduramazken…
Hayır olamaz falan demeyeceğim o bakış şundandır falan demeyeceğim. Ancak bir dönemin halet-i ruhiyesini kullanarak bir başka dönemi (şimdiyi) kıyaslıyor ve bir sonuca varıyorsan o bakışın altını gerçekten de sağlam doldurman gerekir. Ne vardı filmde gerçekten de o finali o bakışı doluran adam akıllı?
Ayrıca ikilinin beraberlikleri süresince gerçekten ortak bir paylaşımları yok ki… Her ikisi de bireysel hayallerinin peşinde… Ortak bir yaşantıyı deneyimlediklerini gösterememiş ki film… Yakışıklı bir adamla güzel bir kadının bir süre yaşadıkları aşktan başka bir şey göremedim ben… Dolayısıyla o son bakış filmde aşk dışındaki hiçbir anlatıya bağlanamıyor ve böyle olunca da aşk gibi oldukça belirsiz bir mevzu izleyicinin tamamen kişisel deneyimlerine fazlasıyla bağımlı kılınarak diğer anlatıları gereksiz ve mesnetsiz bırakıyor.
Sosyo-ekonomik şartlardan dolayı mı yoksa bireylerin kendi tercihlerinden dolayı mı ayrılık oldu? Bu bağlamda bence film ikircikli davranıyor. Eğer sosyo-ekonomik şartlardan dolayı idiyse o hallolmuştu hani? Yok eğer masada ettiği laftan dolayı kötü finalin sinyalini verdiyse bu bireysel uyuşmazlığı gösterir ve ayrılıklarının nedeni tercihe bağlar. Ancak sen önce yaşam koşullarını ortaya sürüp sonra da bir laftan dolayı hooppp ayrılığa getiriyorsan olayı bence hala masaldan gerçeğe dönememişsin demektir. Benim filmden özümsediğim ve de filmin de izleyiciye özümsetmesi gerektiği ama bunu başaramadığı şey şu: Günümüzde birey her zamankinden daha yalnızdır. O eski zamanlara kıyasla… Aşk dahi çözüm değildir…

Yıldıray Kibar: Gerçekçilikten uzak olmasıyla ilgili korelasyon kuramadım filme ben. Filmin çekim stili üzerinden gidilirse tamam diyelim. Fakat mevzu da bu. La La Land aslolarak laylay lom bir dünya yok diyor. Metaforu piyanist ve oyuncu adayından alıp başka mesleklere uygulayabiliriz. Ken Loach çeksin onu da… Kaldı ki benim gönlümün en iyi film ödülü La La Land değil Manchester by the Sea…

Ümit Açık: La La Land çok güzel film. Her karesini al duvar kağıdı yap o kadar iyi bi sinematografi. Ayrı ayrı dinleyip döndüreceğin kalitede müzikler. Temiz oyunculuk, kalite yönetmenlik, şık tasarımlar. Sorun yok mu? Var. Hikaye mesela romantik filmlere bakış açısını değiştirecek özgünlükte değil. Hikayesi bu kadar özgün olan film sayısı zaten bir avuç. Bu filmden bunu istemem ben kendi adıma. Bu filmden bi de aşırı sağlam hikaye beklemek, çok şık bi kafeye gidip peynir ekmek beklemek gibi geliyor biraz. Belki hikayesiyle karnımız doymuyor ama diğer unsurlarıyla çok şükür gözümüz doyuyor. O da kendi adıma bana yetiyor.

Gültekin Turgut: Güzel film, naif film, meraklılarının olacağı evde sinema keyfi yapanların TV’lerin sinema kuşaklarının vazgeçilmezi olabilir ama ben Allen’ın Cafe Society’sinden (Allen’ın daha fazla geveze olması dışında ) bir fark göremedim… Birine blockbuster’mış gibi davranılmasını, oscarlara bulanmasını anlayamadım. Sinemada “büyük film” sıkıntısı var o kesin. La La Land, tek başına değerlendirildiğinde güzel film ama etrafını saran iddiayı, büyük başarıyı hak ettiğini düşünmüyorum. İki kariyer odaklı insanın aşkından romantik bir söylem çıkarma çabasına vs. hiç girmek dahi istemiyorum. Kavuşamayan aşıklar, kariyer planları ve Karadeniz vecizesi ile söylersek “Ya sevduğunu alacasun, ya alduğunu sevecesun” temalı yapısıyla, sinema tarihinden onlarca benzerini bulabileceğimiz bir filme bunca övgü bence kelime israfı. Allen’ın filminden estetize yanıyla ayrılan ama aynı şeyi anlatan iki filmden birinin Oscar’a boğulmasını anlamıyorum maalesef. Sinema sanatı büyük işler anlamında zaten can çekişiyor, bu film etrafındaki bu aşırı heyecan hali de bundan kaynaklanıyor. Bazılarımızın nostaljik duygularını canlandırması, sinema dili, estetiği, yönetmenin ve koreografinin başarısı, filmin üst düzey bir yapım olduğu konusunda beni iknaya yetmiyor. Sevgililer Günü’nde izlenecek güzel/naif film arayanlara tavsiye olunur…

Uğur Kibar: La La Land’dan büyük keyif aldığımı söylemek isterim öncelikle. Müzikalleri de pek sevmediğimi eklemem gerek buna. Fakat film ilk sahnesinden itibaren müziğin gücü ve dansın ihtişamıyla esir alıyor izleyeni. Oyunculuk, müzik kullanımı, yönetim gerçekten muazzam. İşin içine Hollywoood büyüklüğü de eklenince oscar avcısı olmasına hiç de şaşmıyorum. Filmin bitmeyen veya kötü biten bir hikayeyle sonlanması ise, başlangıcından itibaren bıraktığı tadın daha uzun süre zihnilerde kalmasını sağlıyor. Benim de filmle alakalı en sevdiğim yan bu oluyor.

Müjdat Çetin: La La Land, çok da matah örnekleri bulunmayan müzikal türünün en iyilerinden biri şüphesiz ki. Masalsı bir anlatımla muhteşem bir reji performansını birleştiriyor. Modern zaman âşıklarını Woody Allen sinemasına nazire yaparcasına estetize ediyor. Hikâyenin boşluklarını dahi (Karakterlerin sonlarının hızlıca anlatılmasını buna örnek olarak gösterebiliriz.) bu müthiş reji performansı sayesinde görmezden gelebiliyoruz. Film, adam akıllı jazz müziğinin artık üretilmediği gerçeğini saymazsak, aman aman bir derde parmak basmıyor. Lâkin şu berbat dünyanın gamından kederinden iki saatliğine de olsa azade ediyor bizi. Elma şekeri, hatta ne elma şekeri profiterol gibi film.
Bir bakış, iki iyi oyuncu ve avucunun içi gibi bildiğin bir şehrin; iyi film yapmaya yeterli olacağını gösteriyor La La Land. Bu sebeple bence kıymetli.

Güzin Tekeş: La La Land hikayesini anlatırken müzikal olmanın avantajlarını sonuna kadar kullanan gösterişçi bir yapım. Ancak renkli sinematografisine ve muazzam cast seçimine rağmen genel eğilimin aksine, dokunaklı bir aşk filmi olduğunu düşünmüyorum. Hatta daha ileri gidip Hollywood işi Issız Adam bile diyebilirim. Film, ana teması olan aşk hakkında kendiyle çelişiyor bir kere. Eğer bize gösterdiği kadar büyük bir aşk yaşandıysa nasıl oldu da kadın birkaç sene içersinde yeniden aşık olup, evlenip bir de üstüne çocuk yapabildi? Üstelik farklı kariyerler peşinde koşsalar da ilişkiyi sürdürmeyi bir an olsun denemeden? Yok eğer ortada öyle çok da büyük bir aşk yoksa, olan biten tutkulu bir flörtleşmeden öteye gitmediyse bizim kalbimizi niye kanattınız? Uzun lafın kısası ben filmin finalinin aşka haksızlık olduğunu düşünüyorum ve bu yüzden hala biraz kızgınım. Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk…

Yorum Gönderin