ABD’deki ırkçılık, Avrupa’daki köklerini de dikkate aldığımızda dünyanın önemli sorunlarının başında geliyor. Kapitalist dünyada, en büyük sermayeyi elinde tutanların ABD’nin orta ve güney kesimindeki “white race” olması ve hala kendilerini mağdur gösterebilme kapasitelerinin yüksek seviyelerde seyretmesi, dünyanın diğer ırkçılarına da esin kaynağı oluyor. Spike Lee, BlacKkKlansman ile bu et kafalılıkla kendi silahlarını kullanarak dalga geçmiş.
Get Out’la korku filmi klişelerini kullanarak hem türü, hem de ırkçı beyazları hafif hafif makaraya saran Jordan Peele, Spike Lee’ye teslim ettiği senaryonun yapımcı olarak da arkasında durmuş. Spike Lee de Peele’in senaryosundaki absürt dokunuşları iyi anlamış. BlacKkKlansman, genel olarak bir Disney filmi gibi ilerliyor. Aşk, iyilerin oluşturduğu zorluklara göğüs geren takım, katıksız kötülerin salaklığı, filmin en başından sonunun mutlu biteceğini anlamanız, iyilerin başına kötü şeyler gelmemesi, ABD’nin klasik “feel-good movie” formatını perdeye taşıyor.
Spike Lee, Disney estetiğini, senaryo kurgusunu, oyuncu performanslarını BlacKkKlansman’e taşımış. Denzel Washington’ın oğlu John David Washington, Adam Driver ve Steve Buscemi’nin kardeşi Michael Buscemi’nin kurduğu üçlü takım, Oz’un sihirbazını arayan Dorothy ve arkadaşları gibi… Filmin iyileri kurnaz ve planlarını başarıyla uygulayacak zekaya sahipken, KKK ve kötü polisler olağanüstü aptal…
Spike Lee, bütün filmografisinde ırkçılığı daha ciddi bir şekilde ele alıp, sosyal nedenlerini, beyazların nasıl ırkçı sarmalların içinde kendisini bulduğunu aktarıyordu. Do The Right Thing’de usta aktör Danny Aiello’nun canlandırdığı Sal gibi iyi kurgulanmış bir karakter arıyorsunuz bu filmde yok. Irkçı beyazlar genelde yüzeysel, siyah baş karakterimiz ve beyaz/musevi kankaları ise doğuştan iyi… Spike Lee, birçok siyasi mesajını didaktik bir şekilde vermekten, siyah pulp filmlere saygı duruşunu açık açık yapmaktan da kaçınmıyor. BlacKkKlansman, belirli sahnelerde neredeyse bol slaytlı bir blaxploitation sunumuna dönüyor. Birth of a Nation ve girişteki mükemmel Alec Baldwin skeciyle Gone with the Wind’e göndermeleriyle Hollywood’dan rövanşını alıyor.
Peki bu kadar didaktik, mesajını çat çat veren, senaryo kurgusu pek güçlü olmayan filmden nasıl keyif alınabilir. Film, tüm Disney karakteristiğine rağmen samimi olmayı başarıyor. Oyunculuklar sıcak, müzikler iyi ve ne yalan söyleyelim David Duke gibi gerçek bir ırkçı faşistle açık açık dalga geçilmesi keyif veriyor. BlacKkKlansman, yıllar sonra tekrar tekrar izlenebilecek bir dönem filmi değil elbet… Ama yapımcı, senarist, yönetmen ve oyuncularla birlikte sizin de eğlenebileceğiniz absürt bir ırkçılık belgeseli…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.