Blue Jasmine: Nevrotik Bir Kadının Hayata Yeniden Tutunamayışı

Bazı filmleri seyrettikten sonra insanın eli otomatikman kaleme gidiyor. Filmin üzerine konuşmak, yazmak, tartışmak istiyorsunuz. Woody Allen filmleri (en azından benim için) kesinlikle bu kategoride yer almıyor. İstisnasız tüm Woody Allen filmlerinden ebleh bir gülümseme ve hoş anılarla ayrılıyorum. Üzerine konuşmak da biraz hadsizlikmiş gibi oluyor. Fakat diğer yandan, Bakınız olarak Blue Jasmine’e değinmeden geçiyor olmaya da gönlümüz el vermedi; o yüzden bol bol spoiler içeren bir yazı kaleme aldım.

Her ne kadar Woody Allen komedisi ve sarkazmı çoğu sahnesinde kendini hissettirse de, Blue Jasmine alışık olduğumuz light dozda bir Woody Allen işi değil. Tabiri caizse içine hafiften Almodovar kaçmış bir Woody Allen filmi. Yan karakterlerin de desteğiyle sadece bir kadını, Jasmine’i anlamaya ya da anlatmaya çalışıyor Blue Jasmine.

New York’ta zilyoner kocasıyla mutlu mesut ve hatta ziyadesiyle mükemmel bir hayat yaşayan Jasmine’le, sıfırı tükettikten sonra; yeni hayatının başlangıcında tanışıyoruz. Jasmine, New York’tan San Francisco’ya uçarken, eskaza yanına oturan kadının “efendim?” sorusuna müteakip, kusursuz hayatını bir solukta (yolculuk minimum 6 saat) anlatmasının son kısmından yakalıyoruz. Film boyunca flashback’lerle de göreceğimiz bu kusursuz hayatı (flashbackleri söyleyerek filmi seyretmemiş olanlara spoiler verdiysem özür dilerim. Bu konuda çok hassas okurlarımıza selam ederim) ve Jasmine’in karakterine dair temel nosyonları daha filmin ilk beş dakikasında yakalamış oluyoruz.

Jasmine’in filmin başında anlattığı bu dünya çoktan sonu gelmiş bir dünya. Tamamen kocasının inşa etmiş olduğu bu dünyada rolünü son ana kadar kusursuz olarak yerine getirmiş olan Jasmine, şimdi San Francisco’da mütevazi bir hayat yaşayan kardeşinin yanına taşınmaktadır. Spoiler vermek gibi olmasın, geçmişinden taşıdığı bazı suçluluk duygularıyla hesaplaşmakta başarılı olmadığına kanaat getirebileceğimiz Jasmine, yarı zamanlı deli / tam zamanlı histerik bir kadın olarak kendisine yeni bir yol çizmeye çalışır. Flashback’leriyle de birlikte, Blue Jasmine filmi bu karakterin hayatı algılayışı ve bu algılayış üzerinden geliştirdiği yol çizme kavramını –tabiri caizse- masaya yatırıyor.

blue jasmine alec baldwin cate blanchett

Evet, söylemezsek olmaz Cate Blanchett’in hastasıyız. Evet, bu filmde de Jasmine’e harika bir performansla hayat vermiş. Fakat senaryo ve Jasmine karakteri o kadar güzel yazılmış, o kadar detaylı çizilmiş ki çıta üzeri oyunculardan kim oynasa performansıyla gözümüzü döndürürdü. Bu asla Cate Blanchett’in oyunculuğunun abartıldığını düşünüyorum demek değil! Büyük keyifle izlediğimiz bir performans vardı karşımızda. Kaldı ki Woody Allen Jasmine karakterini, Cate Blanchett canlandıracak bilgisiyle kaleme almış.

Jasmine karakterine dönecek olursak, filmde bu karakterin gecikmiş bir kimlik bunalımına şahit oluyoruz. Kimlik bunalımından olası çıkış planlarının da pek mesnetsiz ve çok zaman haysiyetsiz oluşu bir yana, kardeşininin hayatını da (ikinci kez) kendi hayat kurgusunu dikte ederek mahvedeyazması ve hiçbir zaman bu konuyu sorgulamaması, karaktere gıcık olmamızı ve bir yandan da karakteri sevmemizi sağlıyor. Kardeşi de az mesnetsiz kıvırmadı gerçi ya neyse.

Hayatı gibi ismi de kurgu olan Jasmine (gerçek ismi Jeanette imiş) hakkında filmin ilk saniyelerinden itibaren pek çok şey öğreniyoruz. Fakat bir erkek üzerinden tanımlanmayan hiçbir bilgiye erişemiyoruz. Şaşaalı yaşantısından kesitlerde Hal’in karakterini seyrediyoruz; San Francisco yaşamında da farklı erkek karakterlerin. En sonunda Jasmine’in saksı rolünü layığıyla oynayabileceği erkek karakter Dwight’a yalanlarla bezeli bir şekilde kancayı takmasıyla… dur bunu söylersem spoiler vermiş olurum. Gerçi yukarıda Jasmine’in kocasını ihbar eden kişi olduğunu söylemem daha feci bir spoiler’dı galiba. Onu söylememiş miydim yoksa?

blue jasmine cate blanchett Peter Sarsgaard

Bakınız okuyan kişi zaten Blue Jasmine’i seyreder. O yüzden illa seyredin diyecek halim yok. Woody Allen’ın halen hayatta olması ve fırt fırt film çekmeye devam etmesi bizim için gerçekten büyük bir şans. Blue Jasmine bir başyapıt değil (spoiler alert?). Bir başyapıttan ziyade, Woody Allen’ın bir nevrotik kadın güzellemesi. Keyifle seyredilesi.

Yorum Gönderin