Buster Keaton, 1895 yılında Kansas’ta doğduğunda annesi Myra ve babası Joseph Keaton ona Joseph Frank Keaton adını verdi. Vodvil sanatçısı olan anne ve babası sayesinde sahnede ve sahne arkasında büyüdü.
İsmini, 18 aylıkken merdivenlerden düşüp hiç yara almadığı ve aynı gösterinin parçası olan Houdini’nin “Wow, that was a real buster!” cümlesiyle aldı. Çok hareketli olması ve sık sık böyle kazalar geçirmesine rağmen hiçbir yerinin kırılmaması bebek Buster Keaton’ın “Zarar verilemeyen çocuk” olarak anılmasına neden oldu.
Hayattaki herşeyi gösteriye ve paraya çevirmek gibi kötü bir yönü bulunan alkolik babası Joseph Keaton, Buster’ın bu özelliğini çok korkunç bir şekilde suistimal etmeye başladı. Buster Keaton’ın röportajlarından o günleri anlattığı bölümlerden bir toparlama yaptık:
“Annem, Babam ve Ben “The Three Keatons” olarak anılıyorduk. Houdini de babamın gezici gösterisinin bir parçasıydı. Vodvilin en iyi günleriydi. Kişi başı 10 sent’ten 2 dolara kadar bilet satıyor, salonları dolduruyorduk. Turnede olmadığımız zamanlarda Hammerstein Tiyatrosu’nda sahne alıyorduk. Gösteriniz çok iyiyse yılda bir kere oraya çıkabilirdiniz. Herkes sizi çok severse iki kez çıkabilirdiniz. Biz yılda en az 6-7 gösteri yapıyorduk”
“Babam kendine ve birlikte sahneye çıktığı oyunculara zarar verecek türde komedi gösterileri yapan bir adamdı. Yürümeye başladığım anda ve her kazadan yara almadan kurtulduğumu gördüğünde beni de gösterisinin bir parçası yaptı. Önce sahnede onu farklı yöntemlerle rahatsız ediyor, sinirlendiriyor, sonra da kaçmaya başlıyordum. Beni yakaladığında ya tekmeyle ya da ensemden tutttuğu gibi sahneden aşağı atıyordu.”
“Çoğunlukla sahnenin önündeki aralığa, bazen orkestranın oraya, arada bir de seyircilerin arasına düşüyordum. Bu gösteriyi 3 yaşından beri yaptığı için kendimi bildim bileli nasıl düşeceğimi içgüdüsel olarak biliyordum. 7-8 yaşına geldiğimde beni fırlattığı mesafeler uzamaya başladı. Herkes şikayet ediyordu ancak gelip izlemek için de para vermeden duramıyordu.”
“Bu gösteri nedeniyle iki haftada bir gözaltına alınıyorduk. Genelde gösteriyi izlemeye gelen anneler dehşete düşüp, soluğu poliste alıyorlardı. Polis bir doktor çağırıp sağlık kontrolü yapıyor ve küçük bir para cezasıyla serbest bırakıyordu. Kadın dernekleri beni bir kere New York Belediye Başkanı’na kadar götürdüler. O da babamın karşı dava tehditlerine birşey diyemedi ve çalışma izni verdi”
“Massachusetts’te beni bir cüce sanıyorlardı. O yüzden dokunmuyorlardı. Ülkenin birçok yerinde defalarca gözaltına alındık. Ama kanunlarda kocaman bir boşluk vardı. 16 yaşın altındaki çocukların akrobatlık yapması, ipte yürümesi, trapeze çıkması ve daha birçok gösteride yer alması yasaktı. Ama tekmeyi yiyip sahneden uçmasını yasaklayan bir kanun yoktu.”
“O günler, sahneden atılmalar, babamın alkolikliği ve başka acılarla geçti. 3 yaşımdan itibaren sahnede tekmeyi yemek, uçarak aşağı düşmek, sessiz sinema döneminde çok işime yaradı. Ama “Stone Face” olarak anılan gülmeyen suratım da o günlerden miras. O günlerden seni sahnede acı çekerken gören kalabalıkların daha fazla güldüğünü anladım. Ve sen güldüğünde onlar gülmüyorlar somurtmaya başlıyorlardı. Sinemaya geçtiğimde çalışma tarzım da o günlerde yaşadıklarıma göre şekillendi.”
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.