Yıl 1968, aylardan Mayıs… Tüm Fransa öğrencilerin ayaklanması ve işçilerin grevleriyle sarılmış durumdaydı… 3 milyon çalışan aynı zamanda işlerini bırakıp çalıştıkları fabrikaları işgal ederek haklarını arıyordu… Ama tüm bu hava henüz Güney Fransa’daki önemli bir kente ve o kentin düzenlediği bir etkinliğe pek uğramamış görünüyordu. Godard’ın “Cannes 1968 bambaşka bir gezegen gibiydi… Fransa yanarken, şehirde kimse gazete okuyup, radyo dinlemediği için, olağan bir festival devam ediyordu” sözleriyle anlattığı gibi festival planlandığı gibi ilerliyordu. Festivalin ilk günlerinde Beatles’ın kenti ziyaret etmesi, diğer ünlü konuklar, Hollywood’un yıldızları kenti bambaşka bir havaya sokmuştu. Ama buna rağmen büyük olayların yaklaştığı belliydi. Barbet Schröder dipten gelen dalgayı “Festival, Fransa’nın dört bir yanından gelen haberlerle içten içe kaynıyordu. Yönetmenler sık sık toplanıp birşeyler yapılması gerektiğini konuşuyordu.” sözleriyle aktarıyordu. Carlton Oteli’nin terasında içkilerini yudumlayan endüstrinin ileri gelenleri, garsonların iş bırakmasıyla ve yerlerine getirilen garsonların da verilen bahşişleri reddetmesiyle durumu kavramaya başladılar.
Şubat ayındaki Cinémathèque direnişiyle zaten istim üzerinde olan Fransa’nın ve dünyanın önemli yönetmenleri Cannes’a gelmeye başladıkça, bir fikir giderek daha çok taraftar bulmaya başladı: “Festival sona erdirilmeliydi”
Truffaut daha sonra festivali durdurma fikrinin nasıl oluştuğunu şöyle anlatacaktı: “Mantıklı olan buydu… Fransa kapalıydı, her yer grevdeydi. Bu yüzden mantıklı olan festivalin de sona erdirilmesiydi. Festivale Cinémathèque olayıyla ilgili uluslararası basına bilgi vermek için gidiyordum. Yolda radyoda her yarım saatte bir, yeni fabrika ve üniversite işgal haberlerini dinleyerek Cannes’a vardım. Olaylardan daha çok da daha bir hafta önce ağır hapis cezalarına çarptırılan gösterici 4 öğrenci için festivalin bitirilmesi gerektiğini düşündüm. Cannes’a vardığımda tüm arkadaşlarımın ve tanımadığım yabancı konuklar da dahil birçok insanın aynı fikirde olduğunu gördüm. Festivale karşı birşey değildi bu… Öyle olsa durdurmaya çalışmaz, reform için eylem yapardık.”
Festivalin ilk 8 günü bu şekilde geçti. Claude Lelouch, Jean-Luc Godard, François Truffaut, Louis Malle, Roman Polanski gibi sinemacılar herkesle konuşuyor ve festivali sonlandırmak gerektiğini söylüyorlardı. Özellikle Godard ve Malle, sert açıklamalarıyla basında yer bulmaya başladılar. Sinemacılar aynı yılın şubat ayında Cinematheque’in kapatılması konusunda büyük bir dayanışma göstermişler ve aslında öğrencilerin/işçilerin gösterilerinin de fitilini yakmışlardı. Şimdi sıra Cannes’a gelmişti. Yönetmenler, art arda yaptığı açıklamalarla, olaylar devam ederken festival düzenlemenin anlamsızlığını anlattılar. Louis Malle’ın “Benim burada ne işim var. Paris’e barikatlara dönüyorum” açıklaması barikatları Cannes’a getirdi. Michel Piccoli’nin “Konuşmayı bırakalım, eyleme geçelim” çağrısı olayları başlattı.
Sinemaların önünde öğrenciler ve set işçileri toplanmaya ve gösterimleri engellemeye başladılar. Oturma eylemleri, basın açıklamaları birbiri ardına geliyordu. Küçük bir azınlık dışında hemen herkes festivalin iptal edilmesi yönünde baskı yapıyordu. Eleştirmenler toplu bir şekilde gösterimlerden çekildi. Festival yönetimi ise hükümeti dinliyor, burada yaşanacak bir iptalin tüm ülkede büyük etki yapacağını ve Fransa’yı dünyada kötü göstereceğini düşünüyordu. Claude Berri’nin de aralarına katıldığı eylemciler festivali durdurmak için ilk olarak jürinin çekilmesi için çağrı yaptılar. Roman Polanski, Monica Vitti, Terence Young, Louis Malle bu çağrıya uydu.
Ardından yönetmenler filmlerini geri çekmeye başladı. Milos Forman (The Firemen’s Ball), Jan Nemec (The Party and the Guests), Michel Cournot (Les Gauloises bleues), Alain Resnais (Je t’aime, je t’aime), Salvatore Samperi (Thank You, Aunt) ve Mai Zetterling (Doctor Glas) eserlerini tüm gösterimlerden ve yarışmalardan çektiler. Festivalin kurucusu ve duygusal olarak çocuğu gibi gören başkan Robert Favre le Bret talepleri reddetti. Parti ve kokteylleri iptal etmekle yetindi.Bunun üzerine 17 Mayıs’ta sinemacılar sokağa inmeye karar verdiler.
“Cinematheque Defans Komitesi” bir gösteri ve yürüyüş yaparak festival yönetimine taleplerini daha yüksek sesle iletti. Ancak bu yürüyüş ve basın açıklaması da etkili olmadı. Sinemacılar aralarında festivalin nasıl durdurulacağıyla ilgili fikir alışverişi yapmaya başladılar.
18 Mayıs’ta Carlos Saura’nın “Peppermint Frappe”sinin gösteriminin yapıldığı salonu basma kararı alındı. Filmin yönetmeni Carlos Saura ve başrol oyuncusu Geraldine Chaplin de yanlarındaydı. Bir anda salonu doldurdular ve sahneye çıktılar. Saura, Chaplin ve arkadaşları kendi filmlerinin gösterimini engellemek için perdeye asıldı. Mekanik perdenin açılmasıyla yerlere düştüler.
Mikrofonu Truffaut, Polanski, Lelouch, Malle ve Godard aldı… Truffaut seyircilerden “Ne olursa olsun sinema devam etmeli” sesleri yükselince “Burada önemli olan sinemanın devam etmesi değil, önemli olan sinemanın öğrenci ve işçilerle dayanışma göstermesidir. Bunun tek yolu projeksiyonları ve gösterimleri durdurmaktır” şeklinde yanıt verdi.
Godard, yine sözünü sakınmadı ve “Biz burada öğrenci ve işçilerle birlikten, dayanışmadan konuşuyoruz. Siz dolly-shot’lardan, close-up’lardan bahsediyorsunuz. Göt oğlanları” cümleleri duyuldu.
Festivalin sona ermesini engellemeye çalışan bir grup sağcı ve kalın enseli sinemacı da sahneye çıkıp mikrofonu aldı ve bir atışma başladı. Atışma giderek itişmeye döndü ve büyük bir arbede yaşandı. Film gösterimi iptal edilirken sahne serbest kürsüye döndü ve karşılıklı mikrofonu alan iki taraftan sinemacılar işi münazaraya döndürdü.
Godard kendisi de bir özeleştiri yaparak “Burada Grande Salle’da toplandık ama bu kadar filmin arasında öğrencilerin ve işçilerin yaşadığı dertlere dair tek bir film yok. Ne ben, ne Forman, ne Polanski, ne de François… Sinemacılar olarak bu gemiyi kaçırdık. Ama en azından bir eylemle onlara destek olalım” konuşması o ana kadar Defans Komitesi’ni yuhlayanların bile susmasına neden oldu.
Arbede yatıştırıldıktan münazara bittikten sonra yönetmenler işi sahne ve perde işgaline götürdü ve oturma eylemine çevirdiler. Kentin öğrencileri ve işçileri de festival alanını destek için çevirmeye başladılar. Ülkenin en iyi yönetmenlerini, onlara destek veren uluslararası yıldızları döverek sahneden indirmek ve gözaltına almak hiçbir hükümet ve festival için iyi görülmeyecekti. Cinematheque Defans Komitesi (Arada ismi Fransız Sinemasını Koruma Komitesine dönüşmüştü) Festival yönetiminin yumuşatma çalışmalarına sert açıklamalarla yanıt verdi ve önce gösterim, sinemacılar salonları terk etmeyince de 21. Cannes Film Festivali durduruldu. Ertesi gün aşırı sağcı fransız basını “Sabotajcılar” “Yeni Dalga’nın Donsuzları” başlıklarını atarken, Paris “Cannois” olarak adlandırdığı sinemacılarını bağrına bastı. “Malle ve Godard başta olmak üzere birçok yönetmen de Paris’e dönüp, barikatlardaki yerlerini aldılar.
Cannes 1968’in bambaşka sonuçları da oldu. Cannes, 1968’e kadar her ülkenin bir filmini gönderdiği Eurovision türü bir yarışmaydı. İptalle birlikte sistem de tartışılmaya başlandı ve iki yıl içinde sistem bugünkü halini aldı. Quinzaine (Yönetmenlerin İki Haftası) ve eleştirmenler haftası ortaya çıktı. Festival Hollywood’un etkisinden kurtuldu. Tüm avrupa festivallerine örnek olacak bir yapıya dönüştü. Gelecek 3 yılda ödül alan filmler arasında Easy Rider, Z ve M.A.S.H vardı.
Festival boyunca olayların en önünde yer alıp şovunu yapan Roman Polanski iptalden sonra sınırdışı edilebileceğinin de farkına vararak ağız değiştirdi: “Truffaut ve Lelouch küçük devrimciler gibiydi. Polonya’da stalinistlerden gördüğüm baskıyı hatırladım” sözleriyle yaptıklarının arkasında duramadı.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.