Andrew problemli bir ailenin zor günler geçiren silik, herkesin itip kalktığı tek çocuğudur. Andrew’in annesi ağır bir solunum hastalığına yakalanmış, babasıysa bir itfaiye eriyken geçirdiği bir kazadan dolayı erken emekliye ayrılmıştır ve ailesinin geçimini sigorta şirketinin kendisine bağladığı aylıkla sağlamaya çalışmaktadır. Annenin ilaç giderlerinin tamamını karşılayamayan aile oldukça zorlu bir dönemdedir. Andrew’in babası içinde bulunduğu bu çaresizliğini oğluna şiddet olarak yansıtır. Bütün dünyanın üzerine geldiğini düşünen Andrew bu baskıdan kurtulma adına kendine bir kamera satın almış ve gündelik hayatı içindeki görüntüleri kamerasıyla kaydetmeye başlamıştır.
Adrew katıldığı bir partide, yanından hiç ayırmadığı kamerasıyla arkadaşları Matt ve Steve’in keşfettiği mağaramsı bir çukura girer. Andrew ve arkadaşları girdikleri bu yerde muhtemelen başka bir gezegenden gelen parlak ve taşa benzeyen bir cismin etkisinde kalırlar. Bu olaydan sonra bu üç genç artık istedikleri zaman görünmez olabilmek, cisimleri onlara dokunmadan hareket ettirebilmek ve hatta uçabilmek gibi yeteneklere sahip olurlar. İlk başta eğlenceli bir oyun olarak baktıkları bu yetiler zaman içinde başlarına bela olmaya başlayacaktır.
Chronicle found footage yöntemiyle çekilmiş bir film. Bu türde, filmler gerçekten yaşanmış ve bir şekilde kameraya alınmış daha sonra da bu kamera görüntüleri ortaya çıkarılmış havasıyla amatör çekimlerin bir araya getirilmesiyle oluşturuluyor ve bu sayede filme kendine has bir gerçeklik ve doğallık kazandırılmaya çalışılıyor. Bu yöntemin baştan sona uygulandığı ilk örnek 1999 yapımı The Blair Witch Project filmiydi. Film gösterime girdiği yıl oldukça ses getirmişti. O zamanlar eleştirmenleri de ikiye bölen bu tür daha sonra da baştan sona ya da kısmen yararlanılan bir anlatım biçimi oldu. Şahsen bu türün bende en çok etki bırakan örneği yönetmenliğini Matt Reeves’in, yapımcılığını J.J. Abrams’ın üstlendiği 2008 yapımı Cloverfield’dır. Bugün sırf bu türün hayranlarının yaptığı en iyi found footage film listeleri de mevcut: bakınız.
Chronicle kendisine kimse tarafından değer verilmeyen, en sevdiği insanın günbegün eriyişini çaresizce seyretmek zorunda kalan, umudunu yitirmiş, üstüne üstlük bir de babasından şiddet gören genç bir çocuğun tesadüfen sahip olduğu insanüstü gücü kullanarak dışa vurduğu isyanını anlatıyor. Bu anlamda hedeflediği genç seyirci kitlesinin de duygularına Twilight’ta ya da Hunger Games’de olduğu gibi tercüman oluyor. 12 milyon dolar gibi Hollywood için mütevazı denilebilecek bir yapım bütçesiyle çekilen filmin 26 nisan itibariyle, toplamda yaklaşık 64 milyon dolarlık bir gişe yapmış olması genç sinema seyircisinin bu kulvardaki filmlere hala oldukça rağbet ettiğinin sağlam bir göstergesi olsa gerek. Bu gişe başarısı gelecekte de bu tarz filmleri bolca seyredeceğimizin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Chronicle’ın, aynı yöntemle çekilmiş benzer filmler düşünüldüğünde, found footage yanı asıl biçiminden bir parça uzaklaşmış. Yönetmenin birçok sahnede alelade kamera açılarıyla yetinemediği ve kahramanlarının olağanüstü güçlerinden de yararlanıp Andrew’in kamerasını havada asılı halde bırakararak, kameraya boşlukta daireler çizdirerek ya da binlerce metre yükseklikte bulutların arasındayken yaptığı çekimler found footage’ın özündeki amatör ruhun oldukça dışına çıkmasına neden olmuş. Bu türden sahneler arttıkça da filmin doğal çekimlerle oluşturmaya gayret ettiği en önemli yanı olan “amatör” ruhu da giderek profesyonelleşmiş ve filmin türü içindeki kendine has samimiyeti hayli zayıflamış. Buna rağmen özellikle filmin final sahnelerinde kamera kayıtlarından yararlanarak oluşturulduğu izlenimi veren sahnelerde yönetmen bu türe mümkün mertebe bağlı kalmaya çalışmış. Filmin birçok yerinde, acaba film found footage ile değil de bildik profesyonel sinema kameralarıyla ve anlayışıyla çekilmiş olsaydı aynı etkiyi yaratır mıydı diye düşünüyorsunuz. Yine de istenilen düzeyde olmasa da found footage, filme kendine özgü olma konusunda yardımcı olmuş diyebilirim.
Gençliğinizin dört bir tarafının sınavlar ve ebeveyn baskısıyla kuşatıldığını düşünüyorsanız ve üzerinizdeki baskıyı atmak konusunda sizi Halil Sezai’nin depresif şarkıları da kesmiyorsa bir de bu filme bakın, derim.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.