David Ayer sokağı, polisleri ve en önemlisi yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, genelde anti-kahraman olan karakterleri seviyor. Kariyerine baktığınızda çektiği filmlerde hep bunlara yer verdiğini görebilirsiniz. Gençken evden kovulması da, askerliği de onun sinemasını şekillendirmiş gibi görünüyor. Evet, ebeveynleri David’i gençken evden kovmuşlar, o da Los Angeles’a kuzeninin yanına gidip onunla beraber yaşamış. Liseyi bitirememiş. Bir süre boyacılık ve elektrik alanlarında çalışmış. Bazı yönetmenlere göre yönetmenin hayatı sinemasını etkilememeli, yani yönetmen filmlerini yaparken kendi hayatını bu filmlere dahil etmemeli. Ayer’in filmlerine baktığımızdaysa otobiyografik ögeler taşıdıklarını görebiliriz.
Ayer 2000’de sinemaya atıldı. İlk işi Jonathan Mostow’un U-571 adlı aksiyon filmiydi. Bu filmi Mostow ve Sam Montgomery ile birlikte kaleme aldı. Denizaltıda geçen film, Das Boot‘un izinden gidiyor ama pek tabii onun kalitesine ulaşamıyordu. Bu filmden hemen sonra The Fast and the Furious filminin yazarlarına dahil oldu. Bu iki film de başarılı oldu. Bu iki filmi başka senaristlerle birlikte kaleme alan Ayer filmler başarılı olunca elindeki Training Day senaryosunu satmayı başardı. Warner Bros.’un satın aldığı senaryoyu Antoine Fuqua filmleştirdi. Denzel Washington’a ilk Oscar’ını getiren film olarak da ünlendi.
Ayer daha sonra polisiye türündeki Dark Blue filmini James Ellroy’la birlikte kaleme aldı. Ardından aksiyon filmi S.W.A.T.‘ı David McKenna’yla birlikte yazdı. Bu filmlerin hepsini üç yılda kaleme aldı Ayer. Yani sektöre senarist kimliğiyle girdiği ilk zamanlarda iyi çalıştı ve izleyicilerin seveceği aksiyon filmleri kaleme aldı. Senaryo odalarından kurtulup yönetmenlik koltuğuna oturması ise 2005’te olacaktı. Harsh Times adını verdiği bağımsız filmle ilk kez yönetmenlik koltuğuna oturdu. Bu filmde o dönemde de popüler olan Christian Bale’i yönetti. Üç yıl ara verdikten sonra Keanu Reeves’li Street Kings‘i, dört yıl ara verdikten sonra Jake Gyllenhaal ve Michael Pena’lı End of Watch‘ı, iki yıl aradan sonra arka arkaya Arnold Schwarzenneger’li Sabotage ve Brad Pitt’li Fury filmlerini, hemen ardından ilk DC filmi Suicide Squad‘ı ve gene ara vermeyip Netflix için Will Smith’li Bright‘ı çekti. Başlarda verdiği aralar uzundu ama şu sıralar yoğun çalışıyor.
Yukarıda dediğim gibi Ayer’in sadece kaleme aldığı, kaleme alıp yönettiği ya da sadece yönettiği filmlerin hepsinde ortak taraflar var: Aksiyon türündeler, polislere veya askerlere odaklanıyorlar, merkezdeki karakterler özdeşleşebileceğimiz kadar iyi değiller, hatta bazıları pis işler yaparlar. Bazı filmlerinde iki karakterin dostluğuna odaklanmayı da sever Ayer. Mesela Harsh Times‘da eski asker Jim’le Mike’ın arkadaşlığına odaklanmıştı. Jim’le Mike film boyunca arabalarında uyuşturucu kullanıp soygun yaparlar. Jim pek sevilesi bir karakter değil. Hem uyuşturucu kullanıp hırsızlık yaptığı için, hem de arkadaşına da zarar verdiği için özdeşleşilmez.
Bu filmi takip eden Street Kings‘in de merkezinde kirli birisi, bu kez kirli bir polis yer alır. Ayer polisiye-aksiyon-gerilim türlerindeki bu filminde teşkilatın kirlenmesine odaklanıyor. Keanu Reeves’in oynadığı Ludlow filmin ortalarına kadar epey iticidir, aklına eseni yapar, kanunların üstüne çıkar. Training Day biri çaylak diğeri usta iki polisin bir gününe odaklanır. Denzel Washington da kirli polisi oynar bu filmde. End of Watch ise bu iki filmden farklı. Çünkü merkezde bu kez iki iyi polis var. Ayer gene bu iki meslektaşın arkadaşlığına, görevlerine, ailelerine, mutlu ve gerilimli anlarına odaklanır. Aksiyon türündeki Sabotage‘da kirli polisler temasına döner.
Fury‘de bu kez 2. Dünya Savaşı’ndan bir öykü anlatmayı seçer. Genelde hep sokaklarda polislerin aksiyonlu-gerilimli görevlerine, çetelere ve polislerin kirli taraflarına odaklanırken bu kez savaşı fon alır ama o çok sevdiği temaları bunda da kullanır. Polis aracının yerini tang, kirli polislerin yerini psikolojik açıdan sorunlu, gene özdeşleşemeyeceğimiz askerler alır. Ailesinin evden kovduğu Ayer için aile teması da sinemasında önemli bir yer işgal eder. Harsh Times‘da Mike’ın sevgilisi Mike’ı Jim’den koparıp normal bir yaşantıya kavuşturmaya çalışır. End of Watch‘ta dediğim gibi biri Amerikalı, diğeri Meksikalı iki polisin ailelerine de yer verilir. Hızlı ve Öfkeli serisi bildiğiniz gibi sekiz bölümdür kafamızı aile de aile diye diye patlatıyor. Fury‘deyse tangtaki askerler aile olurlar.
Ve Suicide Squad. Aile teması burada da önemli bir noktada. Deadshot’ın kızıyla ilişkisi, Harley’nin Joker’le ilişkisi, ailesini yakan Diablo’nun ailesiyle ilişkisi, Rick’in June’la ilişkisine kısa kısa yer verilir. Sonlara doğru ailelerinden kopmuş, ailelerine zarar vermiş bu karakterlerin aile olmalarına değinilir. Hatta Diablo’ya “İlk ailemi kaybettim [sanki kendisi yakmamış gibi], ama ikinci ailemi kaybedememem,” dedirtilir. Ayer kötülerin ülkeyi kurtarmak için ekip olmalarına, daha sonra bağlarının kuvvetlenip aile olmalarına değinir. Ayer’in bu film için seçilmesi aslında son derece normal. Yukarıda uzun uzadıya değindiğim gibi kariyeri boyunca hep anti-kahramanlara, yozlaşmış karakterlere odaklandı. Bu film de kötü/sorunlu karakterleri merkeze koyuyordu.
Aralıkta Netflix’te izleyeceğimiz Bright‘ta da sinemasından kopmadı. Evet, genelde orta bütçelerle filmler yapan Ayer, Suicide Squad‘tan sonra gene büyük bütçeli, gene fantastik türde bir film yapıyor. Ama o çok sevdiği birbirlerinden farklı ama birbirlerini seven polislere bu filmde de yer veriyor. Lakin bir farkla: Amerikalı polisin devresi bir Orc, yani insan olmayan bir polis. İnsanlarla orcların birlikte yaşadığı bir dünyada geçen Bright iki polisin sırt sırta verip herkesin bulmaya çalıştığı bir silahı bulmaya çalışmalarına odaklanıyor. Ayer kariyerine gene DC filmiyle, Gotham City Sirens‘la devam edecek. Aslında bu filmden evvel Scarface‘i çekmek istiyordu. Scarface yeniden çevrimi için doğru bir karardı bence. Zira yeni Scarface‘te Tony Meksikalı birisine dönüştürülecek. Ayer de End of Watch‘ta Meksika kültürünü işlemişti, sokağın dilini de iyi biliyor. Ama olmadı. Universal, Ayer’in kaleme aldığı senaryoyu aşırı karanlık bulunca yönetmenle yollar ayrıldı.
Filmleri, konularını ve ortak yanlarını, Ayer’in sevdiği temaları anlattım. Ama kalitelerine değinmedim. Street Kings, Fury, End of Watch sürükleyici filmler. Training Day de dahil olmak üzere Ayer’in filmlerinin ortalamayı aşabildiğini düşünmüyorum. Hatta Street Kings, Suicide Squad ve Harsh Times kötüydü. Yani Ayer henüz iyi diyebileceğim bir film yapamadı. Ama evet, bazı filmleri sürükleyici ve eğlenceli. Ayer’in yönetmenliğinini senaristliğinden iyi olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
“[Kurgu üzerine] Bir filmin yazarlık, çekim ve yönetmenlik süreçleriyle ilgili en zor şey, bunları bitiriyorsun ve çok seviyorsun. Sahnelerin mükemmel olacağını, bunlardan mükemmel bir film çıkacağını düşünüyorsun. Ama film, diktatördür, demokratik değil. Ve bir sahne istediği kadar cool ve karizmatik olsun, bu, bu sahnenin son kurguyu anlatacağı anlamına gelmiyor. Filmin akıcılığı en önemlisidir.” (David Ayer, 2016)
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.