David Fincher’la ilgili ileri-geri kalem oynatırken, yönetmenin favori filmleri listesine uzun uzun göz gezdirdik.
Fincher’ın oluşturduğu tüm listelerde Polanski’nin Chinatown’ını görmek bizi şaşırtmadı. Çeşitli kereler bir araya geldiğimizde bakınız yazarları olarak kendimizi Chinatown’ı överken bulmak da pek şaşırtmıyor bizi…
Bu nadide başyapıt birçok hayat dersini içinde barındırır. Doğruyu ve adaleti savunan bir adamın ideallerinin Chinatown’ın gerçekleri karşısında nasıl bozguna uğradığını gösterir. Jack Nicholson’ın her hareketi, her yüz ifadesi, çocukluğumuzda kurduğumuz hayallerin, dünyanın gerçekleriyle uyuşmadığını ve asla uyuşmayacağını gördüğümüzdeki hislerimizi hatırlatır. Chinatown, konusu ve senaryosu itibariyle hiç ilgisi olmamasına rağmen acı bir ergenlik dönemi filmidir. Yutkunarak izlenir.
David Fincher’ın bilinçaltında da Chinatown’ın yer etmesinin nedenleri arasında da bu yutkunma meselesinin olduğunu düşünmek gibi saf bir hayalimiz var. Fincher, sinemanın altyapısından bir isim. Uzun süre klip, reklam yönetmenliği yaptı. Hepsinde en dipten başlayarak büyük bir ihtimalle yutkuna yutkuna, düşlediklerini yapma fırsatları elde edene kadar birçok şeyi gözardı ederek geldi. Dünya sinemasının Chinatown’ı Hollywood’da “Forget it Jake, It’s Chinatown” uyarılarını yüzlerce kez dinlemek zorunda kaldı.
Giriş yazımıza bir başlık düşünürken “Bu adam en boktan hale gelebilecek filmleri bile izlenebilir hale getiriyor” tezine herkes katıldı. Sevdiği filmler arasında Chinatown’ı görünce durum anlaşılıyor. 80’lerde henüz genç ve hayalleri olan bir sinemacıyken birbirinden kötü gruplara klipler, dev markalar biraz daha ayakkabı satsın diye reklam çekmek zorunda kalırsanız neyin boktan olduğunu çok iyi biliyorsunuz demektir. Ve Hollywood’un kurallarını en dibinden başlayarak, en sert haliyle yaşayarak öğrendiyseniz hata yapma şansınız çok azdır.
David Fincher’in kendi Chinatown’ının yarattığı iç sıkıntılar renklerine, sinemasının ışığına, görselliğine de yansıyor. Hepimiz belki de kendi hayatlarımızda onun karanlık atmosferinden bir parça bulduğumuz için onu izliyor ama Hollywood sisteminin bir parçası olarak görmüyoruz. Mesela Benjamin Button’ın, Tyler Durden’ın, Lisbeth Salander’in, Mark Zuckerberg’in hikayelerinin klasik bir Hollywood yönetmeninin eline düşse neler olacağını tahmin edebiliyoruz. O yüzden Hollywood’a kapağı atmış avrupalı bir yönetmen gibi görme eğilimimiz var kendisini…
Bu yüzden Chinatown’ın son sahnesinde Jake’i kolundan tutup götüren ve “Unut gitsin” diyen polis arkadaşı gibiyiz. Bir yerde görürsek, “Biliyoruz, hayat boktan, Hollywood boktan, ama güzel çekiyorsun, devam et” demek istiyoruz…
David Fincher’ın nasıl kendini geliştirdiği, sinemada ilk basamakları çıkarken hangi adımları attığını video kliplerini ve reklamlarını ayrı ayrı toparladığımız bölümlerde bulabilirsiniz.
Ebru Çavdarlı ve Cem Çelik de yönetmenin filmlerinde müziği nasıl kullandığını birlikte çalıştığı isimler üzerinden ele aldı.
Yeni yazarımız Bahadır Ula, David Fincher’ın sinema yaşamının tamamını ele aldığı yazısında, yönetmenin Alfred Hitchcock’a hayranlığından, edebiyatla girdiği etkileşime kadar farklı alanlardan nasıl beslendiğini anlattı.
Barış Toker, Fincher’ın uzun metraja attığı ilk ama başarısız adımı Alien3‘ü anlattı.
Turgay Kaplan, Zodiac hakkındaki yazısıyla, David Fincher filmlerine sadece sinematik olarak değil, sosyolojik açıdan da bir değerlendirme sundu.
Sinan Doğrul Se7en’ı yazdığı dosyadaki ilk yazısında yönetmenin suç kavramına bakışını da inceledi. Panic Room değerlendirmesinde de toplumlardaki güven algısını Fincher sinemasıyla birlikte ele aldı.
Yıldıray Kibar, Fight Club‘a toplumun beyaz yakalı kesiminin karışık algıları üzerinden bir bakış attı.
Edip Can Rende, The Girl with the Dragon Tattoo‘da David Fincher’ın neden başarısız olduğunu ve seriye devam etmeyeceğini anlattı.
Ali Yaşar Tuzcu, Gone Girl‘de yazarın edebiyat uyarlamalarındaki tarzını, filmin kitapla olan ilişkisi üzerinden aktardı.
Gone Girl hakkında bir de bakınız yazarları olarak toplu bir değerlendirmede de bulunduk.
Bakınız.com olarak David Fincher’la ilgili olarak daha önce toparladığımız işleri de hatırlatalım istedik.
Turgay Kaplan’ın ve Sinan Doğrul’un birlikte hazırladığı David Fincher Sözlüğü yönetmen hakkında merak ettiğiniz hemen herşeyi madde madde anlatan nitelikte.
Sinan Doğrul’un The Social Network yazısı da yeniden ve tekrar tekrar okumaya değer…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.