Denizden Gelen


Denizden Gelen: İnsanlık Denen Trajedinin Sınır Çizgisi

Türkiye’de bir şey yapmaya çalışan tüm sinema emekçilerine ithaf edilmiştir.

Askerlik görevimi yerine getirmek için gittiğim Van’ın Erciş ilçesinde tanışmıştım mülteci piyasasıyla. Her sabah olduğu gibi o sabah da 5 gibi kalkıp yüzümü bile yıkamadan önce hucüm yeleğimi giymiş; benimle yaşıt tüfeğimi omzuma asarak kahvaltıya doğru inmiştim. Karakol bahçesindeki hareketlilik dikkatimi çektiğini hatırlıyorum. Dışarı çıktığımda 10- 12 kişiden oluşan kalabalık bir Afgan ailesi ile karşılaştım. Yere serilmiş hasırların üzerinde oturan kadın, erkek, çoluk çocuk bu talihsiz afgan çocuklarının ve suratında tedirginlik, büyüklerinin suratında da bezginlik vardı. Karakol komutanı, klasik hüzünlü bakışlarının içine biraz da can sıkıntısı eklemişti. Kendi kendine ağır küfürler ederek söyleniyordu. Doldur boşaltı yapıp yaşıtım olmasa da benden sadece bir kaç yaş küçük Land Rover’ımızın arkasına atlayıp yola koyulduğumuz sırada gayri ihtiyari bahçeye doğru baktım. Mülteci çocuklardan muhtemelen en küçüğü karakolun tel örgülerinin arkasından Süphan Dağı’na bakarak sessiz ağlıyordu. Canım çok sıkıldı, gün başlarken orada bitti.

İlerleyen aylarda her çeşit mülteci gördük. Küçük çekirdek aileler, geniş aileler, sadece genç erkeklerden oluşan ve Ford Transit benzeri bir aracın kapalı kasasına tıkılmış 30-35 kişilik gruplar v.s v.s. (lan o kadar adam nasıl sığar küçük bir kapalı kasaya demeyin göümle gördüm sığıyorlar) Burmalı, Pakistanlı, Afgan ve benzeri ülkelerden gelen mültecilerin üstlerini ceplerini hatta ellerine taktıkları plastik eldivenler ile g.t deliklerini bile yoklayan KonyaIı, Yozgatlı, Siirtli 20 yaş civarı askerler…

Nesli Çölgeçen’in son filmi Denizden Gelen bu mülteci meselesinin ülkemizin diğer tarafında yaşanan kısmına dikkat çekmeye çalışıyor. Konu belki de insanlık tarihin üzerinde detaylı bir şekilde durulması gereken en önemli meslesi : İnsan kaçakçılığı ve mülteci sorunu. Mesele; Fransa ve İtalya’nın çingeneleri ülkelerinden uzaklaştırmak için hareket geçtiği şu günlerde daha da bir anlamlı. Denizden Gelen filminde Onur Saylak tarafından canlandırılan eski polis Halil karakterinin sıkıntıları ile konuya giriyor. Görev başındayken Afrikalı bir mülteci vuran, bundan duyduğu büyük pişmanlık sonucu mesleği bırakan Halil Muğla’daki evininm deniz kenarında Jordan isminde bir çocuk bulur ve çocuğu ölmek üzereyken hastaneye yetişitirir. Afrika’nın incisi Gana’dan kopup gelen Jordan deniz yoluyla Yunanistan’a geçmeye çalışırken bulundukları teknenin batması sonucu annesini kaybetmiştir. Yunan adaları civarındaki Baba John Kingston ise oğlunu almaya gelememektedir. İhale Halil’e kalmıştır.

Denizden Gelen, önemlibir konuya parmak basmasına rağmen klişeler içinde boğulan bir film. Onur Saylak ve filmin esas kızı Hemşire Yaren rolündeki Ahu Türkpençe kalburüstü oyunculukarı sayesinde filmi akıcı bir hale getiriyorlar. Halil babası Sümer Tilmaç bildiğimiz Sümer Tilmaç. Oyununda herhangi bir eksik yok. Çocuk oyuncu Jordan Deniz Boyner’de bir çocuk oyuncudan beklenebilecek optimum performansı ortaya koyuyor. Sadece yönetmen ve senaryo yazarı daha iyisini ortaya koyabilecek “tamam, tamam, yeteri kadar iyi olmuş” demiş gibiler.

Hikayenin Muğla’da geçiyor olması ve Muğla’nın ülkemizdeki afro-türklerin memleketi gibi görülmesi filmi değerli kılan nüanslar. Özellikle siyahi berber çırağına sevgi dolu bir tokat atan ustasının “Ne bağıyon bakayın sen öle, türksün sen be ya bizdensin” şeklindeki tutumu ülkenin etsiteye ve siyahlara olan duruşunun aslında ne kadar yumuşak olduğunun bir göstergesi. Zaten Anadolu’nun doğurgan, sokuşkan topraklarında kimin türk kimin çerkez, kimin kürt kimin lazut olduğu pek belli değil. Ülkemiz Brezilya gibi supersonik bi ülke olacakken islami kültürün ve sağcı ideolojilerin baskın oluşu sayesinde bu hale gelmiş. Rio Karnavalı aslında İzmir Karnavalı olsaydı hoş olmay mıydı?

Sadede gelmek gerekirse Denizden Gelen önemli bir konuya parmak basan iyi çekilmiş fakat daha iyi olabilecekken fazla uğraşılmamış, sosyal gerçekçi bir Türk filmi. Mesaj verme kaygılı, mutaasıp ve naif. Züğürt Ağa gibi bir şahaseri bizlere kazandıran, çektiği bu film ile !7. Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Jüri Özel ödülünü kazanan Nesli abimiz keşke az daha özenseymiş demeden geçemiyorum. Zaten ödül törenin de bir bıkmışlık, bezmişlik vardı sanki kellemiş kellesinde kırlaşmış ense saçlarında. Bundan şu sonucu çıkarıyorum: Türkiye’de sineması olmak adamı yorar, yıpratırmış.

Yorum Gönderin