Belirsiz bir gelecekte dünya adlı “masum” gezegene musallat olan bir grup bölücü uzaylı, gezegeni işgale başlarlar. Sahip oldukları teknoloji insanlarınkinden oldukça ileri olduğu için de bu işgal epey hızlı ilerlerler. Fakat azimkâr insanoğlu sıkıyı görünce yeni silahlar ve askeri donanımlar icat ederek arayı nispeten de olsa kapatır. Zati insan denilen mahlûkun, iş silah yapmaya gelince doğuştan bir yeteneği mevcuttur. Bir reklamcı olan ve işine ordunun yeni silah ve donanımlarını dünya milletleri enseyi hepten karartmasın diye tanıtımını yaparak devam eden Binbaşı Cage, Dünya birliklerinin komutanıyla bozuşunca kendini savaşın ortasında bir er olarak buluverir. Hiçbir savaş tecrübesi olmamasına rağmen cepheye sürülen Cage tahmin edileceği üzere cephedeki ilk birkaç dakikası içinde Mimik denilen bu uzaylılar tarafından öldürülür. Amma velâkin Cage öldürülmesinden hemen önce cephedeki uzaylıların lideri konumundaki Alfa Mimiklerden birini öldürdüğü için ona ait bazı yetenekleri devralır ve kahramanımız kendini yirmi dört saatlik bir zaman diliminin öncesine dönmüş bulur. Sonrasında artık her gün öldürülecek ve her gün ilk defasında olduğu gibi kendini başladığı yere ve âna geri dönmüş bulacaktır. Bu kısır döngüyü aşmaksa onun bir şekilde düşmanını tanıması ve alt etmesine bağlıdır. Bu konuda ise kendisine savaşın içinde epey tecrübe kazanmış bir kadın asker olan Rita yardım edecektir. Bilmem kaçıncı kez yaşadığı savaş anında artık olacakları çok iyi bildiğinden Rita’nın hayatını kurtaran Cage kaşla göz arasında başına gelenleri Rita’ya anlatmaya çalışır ve durum fark eden Rita, ondan yeniden dirildiğinde kendisini bulmasını ister. Çünkü onun da Cage’in başına gelenler ilgili bildiği şeyler vardır.
Edge of Tomorrow bu yazın en iddialı bilimkurgu aksiyonlarından birisi. Filmin yönetmeni Doug Liman hikayesini bu türden filmlerin düşeceği birçok basit hatadan korumasını bilerek yansıtmış beyazperdeye. Film en başta seyircisine vaat ettiği aksiyon sözünün arkasında duruyor, bütün çabasını bunun üzerine yoğunlaştırıyor. Elbette bu tür filmlerin olmazsa olmazıymış gibi görünen ama filmler üzerlerine abandıkça sakilleşen aşk, kahramanlık, militarizm gibi temalara değinmiyor değil ama bunların hikayenin genelindeki akışı bozmasına da izin vermiyor. Sinemada, yaşadığı âna geri dönüp onun tekrar tekrar yaşayan kahraman mevzusu seyirciye çok yabancı olmasa da (Bu konun bilinen ilk örneği 1993 yapımı Groundhog Day’dir) Edge of Tomorrow neyi nereye kadar ve nasıl anlatması gerektiğini gayet iyi belirleyen Doug Liman gibi bir zanaatkarın elinde türdeşlerinin kötü bir taklidi olmaktan kurtuluyor. Kendine ayrılan sürede yarattığı aksiyonla seyircinin sinema zevkini başarıyla karşılamasını biliyor. Üstelik yirmi dört saatlik bir zaman dilimine sıkışmış kahramanının o zaman dilimini her yaşadığında başına geleceklerin öngörülememesi de filme dair merakı sürekli diri tutuyor.
Edge of Tomorrow kendi kulvarındaki filmlere benzememek gibi bir kaygıyla da hareket etmiyor. Sözgelimi filmdeki uzaylı yaratıkları ve bu uzaylı yaratıklara karşı savaşan askerlerin kullandıkları silah ve donanımların Wachowskilerin Matrix’indekilere benzemesi kimseyi rahatsız etmiyor çünkü film, macerasına dâhil olan herkesi temposu, aksiyonuyla kendisine ait dünyanın içinde tutmaya yetecek kadar rahat ve özgüvenli bir duruş da sergilemeyi başarıyor.
En nihayetinde beyazperdede aksiyon ve eğlencenin dibine vurmak için zekice tasarlanmış ve senaryosu başarılı bir kıvamda kotarılmış olan Edge of Tomorrow bu türün meraklıları tarafından görülmesi gereken bilet parasının karşılığını da sonuna kadar ödeyen başarılı bir yapım. Türün meraklılarına önerilir.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.