25 Nisan 1940’ta doğan tarihin en büyük aktörlerinden olan Al Pacino’nun 77. yaşından hep beraber gün aldık. Yeni yaşının ilk günlerinde sinema kariyerinde bir yolculuk yapalım dedik.
Tiyatroyla çok ilgiliydi, ancak alkolizm sorunu vardı. Önce onu halletti ardından da Stanislawski’nin öğrencisi olan ve metod oyunculuğu Amerika’ya taşıyan Lee Strasberg’den dersler almaya başladı. Tiyatroda gayet başarılı bir kariyeri oldu Pacino’nun. Üst üste kazandığı Tony Ödülleri ile adından sıkça söz ettirmeye başlamıştı. Ancak bir de sinema vardı tabi ki. 1971 yılındaki The Panic In Needle Park filmindeki ilk başrolü olan eroin bağımlısı Bobby’yi canlandırdığında henüz 31 yaşındaydı.
Bu filmin ardından The Godfather’ın ilk bölümünde Michael Corleone rolünü kapacak ve kendisinin dahi hayal edemeyeceği bir kariyerin kapıları sonuna kadar açılacaktı Pacino’ya. Bu yazımda siz okuyuculara Al Pacino’nun en iyi filmlerini anlatmaya çalışacağım.
The Panic in the Needle Park, 1971
Yönetmen Jerry Schatzberg bu filminde Amerika’nın arka sokaklarındaki uyuşturucu bağımlıları ve onların hayatlarına değinecekti. Baş karakter Bobby için de Al Pacino’yu istiyordu ve istediğini aldı da. Pacino o döneme kadar yalnızca Broadway’da oyunculuk yapıyordu ve ünlü değildi. Film, eroin bağımlısı Bobby ve sevgilisi Helen (Kitty Win)’in başından geçenleri anlatıyordu. Film aslında eleştirmenler tarafından beklediğini bulamadı ve vizyonda da pek bir başarı elde edemedi ancak Baba filmini çekecek Francis Ford Coppola’ya bu filmi izlemek yetti. Baba filmi için Pacino’yu ısrarla istemesini şöyle açıklayacaktı :
“Al Pacino’nun Baba’da rol almasını istedim fakat Paramount yöneticilerini ikna etmem için The Panic in the Needle Park’ın çekilmesi gerekiyordu.”
The Godfather, Part I, 1972
İtalyan yazar Mario Puzo, 1969 yılında borçlarını silmek için yazmıştı The Godfather romanını. Roman bestseller olup yok sattığında Paramount Pictures yöneticileri romanın filme çekilmesini istiyordu ve yönetmen koltuğunu ise çevresinde ‘deli’ olarak nitelendirilen 35 yaşındaki genç İtalyan Amerikalı yönetmen Francis Ford Coppola’ya emanet ettiler. Coppola’nın iki baş karakter Vito ve Michael Corleone rolleri sadece iki isteği vardı. Vito Corleone rolünde Marlon Brando, Michael Corleone rolü için ise Al Pacino. Brando’nun kabul ettirilişi tamamen bambaşka bir hikaye. Gelelim Pacino’ya… Al Pacino o dönemlerde sadece Panic in the Needle Park’ta başrol oynamıştı, oyunculuğunun övgüler almasına rağmen film yerden yere vurulmuştu. Paramount’un yöneticileri de böylesine bir romanın filminde bu tanınmamış genç Broadway aşığını oynatmak istemiyorlardı.
Ayrıca Paramount yöneticileri Pacino’yu o yıllarda “o cüce Pacino’mu?” diye tarif ediyorlardı. Al Pacino role kabul edildi ve deneme çekimleri başladı. Denemelerde sonradan kendisinin de itiraf edeceği gibi çok kötüydü. Ancak sonradan rolüne ısındı ve dünya sinema tarihinin en karizmatik ve önemli karakterlerinden biri olan Michael Corleone’u perdeye başarıyla yansıttı. Film eleştirmenlerde ve gişelerde adeta uçtu ve 1975’teki Spielberg’in Jaws’ına kadar Amerika’nın en çok hasılat elde eden filmi oldu. En iyi film ve en iyi erkek oyuncu dahil olmak üzere 3 dalda oscar ödülü kazandı. Al Pacino’da en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oscara aday gösterildi. Sonunda sözüm ona ‘cüce’ Pacino Coppola’yı utandırmadı ve çok iyi bir performans sergileyerek kariyerinde yükselişe geçti.
Serpico, 1973
1973’te kült film 12 Angry Men’in efsane yönetmeni Sidney Lumet, Serpico filmini çekti. Film 70’lerin hemen başında polisliğe adım atan Frank Serpico’nun gerçek hayat hikayesiydi. Serpico, polis teşkilatındaki yozlaşmışlığa, kirlenmişliğe tek başına karşı koymuş ve bunun bedeli olarak çatışmada kendi ekip arkadaşları tarafından öne atılarak yüzünden vurulmuş bir polisti. Film, yazar Peter Maas’ın aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlandı. Al Pacino bu filmdeki Frank Serpico performansıyla kariyerinin ilk en iyi erkek oyuncu oscar adaylığını kazanacak ve seyircinin gönlünde bir kez daha taht kuracaktı. Ayrıca Pacino’nun gerçek Serpico’dan film boyunca tavsiyeler ve yardımlar alması da role tam olarak adapte olmasına yardımcı olmuştur. Serpico hippi gibi giyinen ve gerçekten tarzı olan bir polisti ve Pacino’da film boyunca girdiği birbirinden ilginç saç ve kıyafet stilleriyle sinemada uzun süre unutulmayacak bir karaktere imza attı.
The Godfather, Part II, 1974
İlk Baba filminden 2 yıl sonra 1974’te Coppola serinin ikinci filmi için kolları sıvar. İkinci film Vito Corleone’un çocukluğu ve Sicilya’dan Amerika’ya göçü, fakirlikten yeraltı dünyasında yükselişini ve yaklaşık 30 yıl sonra 1958’de oğlu Michael Corleone’nin ailenin başında bulunduğu yılları anlatır. Filmde ilk kadrodan Al Pacino, Robert Duvall, John Cazale, Diane Keaton ve Talia Shire’ın yanı sıra Robert De Niro, Michael V. Gazzo, Lee Strasberg, Bruno Kirby ve Dominic Cheanese rol aldılar. Robert De Niro bu filmden bir yıl önce Martin Scorsese ilk filmleri olan Mean Streets’i çekmiş ve kariyerinde yükselişe geçti. Bu filmde Vito Corleone’un gençliğini yalnızca 45 dakika canlandırarak en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oscar ödülünün sahibi oldu. Al Pacino bu filmde çoğu kişiye göre sinema tarihinin en unutulmaz performanslarından birini sergiledi ancak yine en iyi erkek oyuncu oscarını kazanamadı. Yıllar sonra ise bunu şu sözüyle eleştirecektir :
“Oscar hakedene değil, zamanı gelene verilir.” Film ilk filme göre çok daha uzundur ve hem Amerika’da hem İtalya’da hem de Küba’da uzun soluklu çekimler sonucunda ortaya çıkmış olup sinemanın gelmiş geçmiş en iyi devam filmi oldu. İlk filmin aksine Baba 2 en iyi film ve en iyi yönetmen dahil 6 dalda oscar kazandı ve 3 oscar kazanan ilk filmi solladı. Filmde Al Pacino’ya aynı zamanda kendisinin oyunculuk hocası olan Lee Strasberg’de eşlik etti ve ikisinin ilk karşılıklı rol kestiği film olarak da hatırlanır. Ayrıca ilk filmden yalnızca 35.000 dolar alırken, ikinci filmden 1.000.000 dolar alarak servetini ikiye katlayan Pacino bu filmden sonra artık tam olarak aranan aktör olarak sinema tarihindeki yerini sağlamlaştırdı.
Dog Day Afternoon, 1975
Baba 2’deki inanılmaz oyunundan sonra artık dünya çapında bir aktör oldu Al Pacino. Bu filmden bir yıl sonra ise kariyerinin bir başka başyapıtı olan Dog Day Afternoon (Köpeklerin Günü)’nde yer alacak olan Pacino kariyerini bir kez daha perçinledi. 70’lerde yaşanan gerçek bir banka soygununun gazete küpüründen senaryoya dökülmesiyle oluşan Köpeklerin Günü kuşkusuz 70’ler Amerikan sinemasının en önemli filmlerinden biridir. Yönetmen koltuğunda ise Al Pacino’nun hiç yabancı olmadığı, Serpico’da da beraber çalıştıkları büyük yönetmen Sidney Lumet bulunur. Filmin gazete haberinden senaryolaştırılması aslında pek alışkın olunan bir durum değildir sinema dünyasında. En azından çok fazla görünen bir şey değildir. Burada görülmesinin sebebi ise soygunu gerçekleştiren iki banka soyguncusunun da eşcinsel sevgili olmalarıdır.
Filmin çekimleri sırasında bazı lgbt örgütleri setin yakınına gelerek filmin eşcinsellere hakaret olduğunu düşünerek eylemler yaptılar. Al Pacino yazar Lawrence Grobel’e verdiği röportajlarının toplanarak oluşturulan kitapta bu eylemleri hatırladığını ancak yersiz bulduğunu çünkü filmin kesinlikle eşcinsellere hakaret etmediğini aksine savunduğunu söyledi. Filmde Al Pacino’nun yanı sıra ilk iki Baba filminde ortanca oğul Fredo olarak tanıdığımız ünlü aktör John Cazale’de rol aldı. Cazale, diğer banka soyguncusu Sal’i canlandırdı. Filmdeki unutulmaz performansıyla Al Pacino 3.kez en iyi erkek oyuncu dalında oscara aday gösterildi fakat yine kazanamadı. Film en iyi film ve en iyi yönetmen dahil 6 dalda oscara aday gösterildi, bunlardan yalnızca en iyi orjinal senaryoyu kazandı.
And Justice For All, 1979
1975’teki Köpeklerin Günü’nden 1979’daki And Justice For All (Herkes İçin Adalet) filmine geçmiş olmamızı okuyucularımız merak etmiş olabilirler. 1977’deki Bobby Deerfield adlı film Al Pacino’nun en büyük pişmanlıklarından biri oldu. Bunu hem Lawrence Grabel’in kitabındaki röportajlarda hem de başka birçok açıklamasında söyledi. Bu yüzden 2 yıl sinemaya ara verir büyük üstat ve tiyatroya ağırlık verir. Ki zaten birçok Al Pacino filmografileri ve biyografilerinde Bobby Deerfield, 1980’deki Cruising (Devriye) ve 85’teki Revolution her zaman vasat, fiyasko işleri olarak yer alan filmler oldular.
And Justice For All filminde ise Pacino, vicdanı ile mesleği arasında kalan genç avukat Arthur Kirkland’ı canlandırdı. Yönetmen Norwan Jewison ile çalışmaktan büyük zevk aldığını dile getirdi ve filmde de zaten yine kendine has muhteşem oyunculuğuyla akıllarda yer etti. Film, kurallara daima uyan ve asla taviz vermeyen hakim Henry T. Fleming’in bir tecavüz suçlamasıyla karşı karşıya kalması ve Arthur Kirkland’ın müvekkili oluşuyla birlikte yaşanan olayları anlattı. Film özellikle adalet sistemini merkezine alışı ve finaldeki unutulmaz mahkeme sahnesiyle akıllarda yer etti ve çok konuşuldu. Filmde Pacino’nun yanı sıra Baba 2’de birlikte oynadıkları oyunculuk hocası Lee Strasberg ve ve Jeffrey Tamblor’da rol aldılar. Film Strasberg ile Pacino’nun birlikte son filmi oldu. Strasberg filmden 3 yıl sonra 1982’de hayatını kaybetti.
Film aslında Amerika’daki siyahilere uygulanan politikalar, adaletsizlik, vicdan, dürüstlük gibi konuları da çok başarılı bir şekilde harmanlamayı başardı. Bu filmdeki unutulmaz oyunculuğuyla Al Pacino 4. en iyi erkek oyuncu oscar adaylığını elde etti, fakat yine ödülü kazanamadı.
Scarface, 1983
1983’te ünlü yönetmen Brian De Palma, yıllar önce 1932’de efsane yönetmen Howard Hawks’ın çektiği suç klasiği Scarface’i yeniden çekmek için kolları sıvar. Başrol için ise aklında Al Pacino vardır. Scarface Al Pacino’nun birçok röportajlarında açıklamalarından gördüğümüz üzere kendisinin en sevdiği filmidir. Film vizyona girdiğinde eleştirmenler tarafından yerden yere vurmuş ve gişede de çakıldı. Ancak sonradan sonraya seyirciler tarafından kült statüsüne yükseltildi ve günümüzdeki popüler sinemanın ve kültürün en uç noktadaki filmlerinden biri oldu.
Filmde Al Pacino’nun yanı sıra geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, Lost Highway’deki mafya babası Frank rolüyle de hatırlayacağımız kurt aktör Robert Loggia, bir yıl sonra 1984’te Mozart’ın hayatını anlatan başyapıt film Amadeus’daki inanılmaz performansıyla en iyi erkek oyuncu oscarını alacak olan ve günümüzde de son olarak Wes Anderson’ın son filmi Grand Budapest Hotel ile sinemaya görkemli bir dönüş yapan emektar oyuncu F. Murray Abraham, Michelle Pfeiffer, Steven Bauer ve Mary Elizabeth Mastrantonio rol aldılar. Filmdeki oyunculuklarıyla Al Pacino altın kürede en iyi erkek oyuncu ödülüne, Steven Bauer ise en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında altın küreye aday gösterildi. Ayrıca film çekildiği zaman henüz çok genç olan Michelle Pfeiffer’ın yıldızı da bu filmde parladı.
Film, Fidel Castro’nun Küba Devrimi sonrasında yaşanan, CIA’in organize ettiği başarısız Domuzlar Körfezi Karşı Devriminde yer alan Kübalı suçluların Amerika’ya gelişleriyle başlar ve merkezine bu suçlulardan biri olan Pacino’nun canlandırdığı Tony Montana’yı alır. Montana, Kübalı bir devlet görevlisini öldürecek ve sonrasında Miami kokain imparatorluğunun başına geçecektir. Filmde, dönemin politikalarına, komünizme ve kapitalizme birçok gönderme bulunur.
Sea of Love, 1989
Sea Of Love (Aşk Denizi) adını Amerikalı jazz sanatçısı Phil Philips’in aynı adlı şarkısından aldı ve filmde de şarkı birçok kez çalıyor. Yönetmen Harold Becker’in Pacino ile ilk çalışması olan Aşk Denizi, birçok kişiye göre ikilinin en iyi filmidir. 1996’daki ikinci işbirlikleri olan City Hall adlı film yerden yere vurulmuş ve fiyasko olarak değerlendirildi. Aşk Denizi, Pacino’nun 80’lerdeki düşüşünün bitiş filmi olarak görülebilir aslında çünkü 90’lardaki o müthiş filmlerinden önceki son filmidir Aşk Denizi ve filmin çok başarılı olduğu yanlar vardır. Örneğin femme fatale öğesini iyi işleyen bir filmdir. Al Pacino ayrıca filmdeki performansıyla altın kürede en iyi drama erkek oyuncusu ödülüne aday gösterildi.
Film, alkolik dedektif Frank Keller’ın (Pacino) birbiriyle bağlantılı cinayetleri çözmeye çalışırken güzel kadın Helen Cruger (Ellen Barkin) ile tanışmasını ve işlerin birbirine girmesini anlatıyor. Filmde Pacino’nun dışında bağımsız amerikan sinemasının güçlü kadın oyuncularından Ellen Barkin, Big Lebowski’nin efsane oyuncusu John Goodman, Michael Rooker ve Richard Jenkins rol aldılar.
The Godfather, Part III, 1990
90’lar Al Pacino için adeta ustalık dönemi olarak görülür. Baba 3, Scent Of A Woman, Carlito’s Way, Heat, Devil’s Advocate, Donnie Brasco ve Insider gibi birbirinden şaheser filmlerde 90’larda oynadı. 70’lerdeki zirve filmlerinden sonra 80’lerde gelen kuvvetli düşüş, Pacino’yu daha çok tiyatroya itti ve Local Stigmatic, King Lear gibi sinemada çok az gösterilen televizyon filmlerinde yer almasına sebep oldu büyük ustanın. Ta ki Coppola yıllar sonra kapısını çalana kadar…
Son Baba filmi Part II’nin çekilmesinden bu yana 16 sene geçmişti. Ancak hem Paramount yöneticilerinde hem de sinemaseverlerin aklının bir tarafını kemiren soru hep bu efsane serinin üçüncü bir son filmle taçlanarak perdeye veda edip etmeyeceğiydi. Ve hepsinin bu sorusu 1990 yılında cevabını buldu. Yönetmen Francis Ford Coppola, yanına yine yazar Mario Puzo’yu alıp senaryo yazmaya başladığında aklında elbette yine Al Pacino vardır. Fakat Pacino başlarda çok yüksek bir fiyat istiyordu ve bu Coppola’yı çileden çıkararak şu cümleyi kurmasına sebep oldu:
“ Ya hemen sete gelirsin ya da ilk sahneye Michael Corleone’un ölüm sahnesini koyarım.”
Bu cümle Pacino’yu fazlasıyla ikna etti. Onun dışında eski serilerden Diane Keaton, Richard Bright ve Talia Shire ile de anlaşıldı. En büyük eksik elbette ki ilk iki filmin lokomatiflerinden olan Tom Hagen rolündeki Robert Duvall’di. Duvall maalesef 3.film için ikna edilemedi ve filmde daha önceden ölmüş gibi gösterildi. Michael Corleone’nin büyümüş kızı Mary Corleone rolü için ise zamanın en ön plandaki akristi Winona Ryder ile anlaşıldı hatta sete bile katılmış ancak aniden ağır bir gribe yakalanan oyuncu seti terk etmek zorunda kaldı. Bu nedenle Coppola, Mary rolüne kendi kızı olan Soffia Coppola’yı getirdi. Tom Hagen’ın yokluğunda ailenin yeni avukatı rolünde George Hamilton, Sonny Corleone’nin oğlu ve yeni varis Vincent Mancini rolünde 1987’de The Untouchables filmindeki başarılı performansı ile hatırlanan genç aktör Andy Garcia, The Good The Bad The Ugly’nin çirkini Eli Wallach ve Joe Mantegna ise iki yeni kötü adam olarak filme katıldılar.
Film hem aynı yıl Scorsese’nin suç başyapıtı Goodfellas’ın vizyona girişi, hem de ilk iki filmin etkisi nedeniyle hep serinin en zayıf halkası olarak görüldü. İlk iki filme göre bölüm 3 oldukça zayıf bir filmdir ancak bu filmlerin dışında ele alındığında kötü bir film olduğu söylenemez. Kilise – mafya – devlet ilişkilerini çok gerçekçi bir biçimde yansıtması ile hatırlandı Baba 3. Al Pacino ise yıllar sonra 2003’te Baba 3 ile ilgili pişmanlığını şöyle açıklayacaktır:
“Baba 3 büyük bir hataydı. Tamamen Michael Corleone’yi aklamak için yapılmıştı ve hem ticari kaygılar hem de tipik Amerikan seyircisine uygun bir senaryoya sahipti.”
Scent of a Woman
1992’de Al Pacino nihayet yıllardır defalarca hakettiği en iyi erkek oyuncu oscar ödülünü kucaklar. Ve akedemiye sadece tek bir cümle söyleyecektir :
“İstikrarımı bozdunuz.” Scent Of A Woman (Kadın Kokusu) 1988’deki hit komedi aksiyon filmi Midnight Run’ın yönetmeni Martin Brest’in ses getiren ikinci filmidir. Al Pacino filmde kör bir albay emeklisi olan Frank Slade karakterine hayat verir. Bu role ayak uydurmak için birkaç ay körler okuluna gitti ve onlarla iletişim kurarak yüz mimiklerini ve diğer vücut hareketlerini ezberledi. Filmde Pacino haricinde 1995 ve 1997’deki Batman filmlerinde Robin olarak hatırlayacağımız genç oyuncu Chris O’Donnel, Gabriella Anwar, 3 yıl önce kaybettiğimiz merhum oyuncu Philip Seymour Hoffman ve yine 3 yıl önce hayatını kaybeden, 1997 tarihli David Fincher şaheseri The Game (Oyun) adlı filmden de hatırlayacağımız James Rebhorn rol aldılar.
Film, genç lise öğrencisi Charlie Sims (O’Donnell)’in tatil için para biriktirmek amacıyla albay Frank Slade’in bakımını üslenmesi ve bunun ardından yaşananları anlatır. Slade’in yapmış olduğu listede :
1. New York’a first classta uçak bileti
2. Güzel bir akşam yemeği
3. Jack Daniels içmek
4. Güzel bir kadınla sevişmek
5. Ferrari kullanmak
6. Küs olduğu abisini ziyaret etmek
7. Otel odasında kafasına kurşun sıkmak gibi maddeler vardır.
Carlito’s Way, 1993
1983’teki Scarface’den 10 yıl sonra efsane ikili Brian De Palma ve Al Pacino yeniden biraraya gelirler. Carlito’s Way (Carlito’nun Yolu) birçoklarına göre Scarface’den çok daha oturaklı ve tam bir filmdir. Ayrıca filmi Scarface’in devamı gibi gözönüne alırsak da hataya düşmüş olmayız. Hapisten çok okuyarak ve yaptıklarından dersini alarak çıkan eski uyuşturucu kaçakçısı Carlito Brigante, kokaini bırakıp hayatını düzene sokan bir Tony Montana gibidir aslında seyircinin gözünde.
Carlito’nun Yolu, hapisten bir teknik hata sayesinde çıkan eski uyuşturucu kaçakçısı, Porto Rikolu Carlito Brigante’nin hayatını düzene sokmaya ve eski sevgilisiyle barışmaya çalışırken karşısına sürekli isim yapmaya çalışan genç suçlular ve eski iş ortaklarının çıkmasıyla işlerin çığırından çıkmasını anlatır. Al Pacino bu filmde en karizmatik karakterlerinden birine hayat verdi.
Filmde Pacino’nun yanı sıra muhteşem bir kokain bağımlısı avukat portresi çizen Sean Penn, 1990’da Robert De Niro ile The Awakenings (Uyanışlar) adlı filmde rol alan aktrist Penelope Ann Miller, John Leguizamo, James Rebhorn ve kısa bir rolde de gönlümüzün Aragorn’u Viggo Mortensen rol aldı. Carlito’nun Yolu her zaman Pacino severlerin gözünde en sevilen filmlerden biri olarak yer alır.
Heat, 1995
1981’deki noir polisiye Thief’in yönetmeni Michael Mann’ın 1995’te çektiği Heat (Büyük Hesaplaşma) kuşkusuz gelmiş geçmiş en iyi polisiye kara film. İnanılmaz sahneleri, mavi ve gri tonlarının müthiş kullanımı ve Al Pacino’su, Robert De Niro’su, Val Kilmer’ı, Tom Sizemore’u ile kesinlikle 90’ların en iyi işlerinden biri Heat. Christopher Nolan’ın Dark Knight’ına ve Ben Affleck’in The Town adlı filmine ilham olan Heat, günümüz sinemasında etkisi halen görülen bir film olmayı başardı.
Bir tarafta liderliğini De Niro’nun karakteri Neil’in yaptığı karizmatik ve muhteşem gri takım elbiseli soyguncular, diğer tarafta Pacino’nun karakteri Vincent Hanna’nın liderliğini yaptığı dedektifler. Hepsinin ortasında da gri ve siyah tonlarıyla güneşin neredeyse film boyunca görülmediği Los Angeles şehri. Al Pacino’nun ve Robert De Niro’nun Baba 2’den sonraki ikinci buluşmalarıdır Heat. Ancak Baba 2’de ayrı dönemlerde yaşayan karakterlerine hayat verdikleri için hiç yanyana gelmemişlerdi. Heat ise onların sette yan yana geldikleri ve birlikte sahne paylaştıkları ilk film olma özelliğini taşır. Bu filmi izlerken seyircilerin kafasında Pacinoculuk ve De Niroculuk gibi bir algı da oluştu. Birinin diğerini film boyunca kovalaması rekabetin oluşmasını sağladı. Ve hep ikisi karşılaştırıldığında bu film birini seçmek veya daha iyi demek için çok iyi bir kılavuz oldu. Film ayrıca sinemanın gelmiş geçmiş en gerçekçi çatışma sahnelerinden birine de sahip olmasıyla gösterime girdiği dönem çok konuşuldu ve övgüler aldı.
Yönetmen Michael Mann bu muhteşem filminin üstüne hiç çıkamadı ancak iki başyapıt film daha çekti. 1999 tarihli ve yine Pacino ile buluştuğu The Insider, Tom Cruise ve Jamie Foxx’un başrolünde yer aldığı 2004 tarihli Collateral. Ayrıca geçtiğimiz yıl Heat filminin çekim sürecini anlattığı bir kitap yazacağını açıkladı.
Devil’s Advocate, 1997
1997’de Al Pacino, kariyerinin en unutulmayan karakterlerinden birine hayat verir. John Milton namı değer Şeytan. Yönetmen Taylor Hackford Devil’s Advocate (Şeytanın Avukatı) filmini çektiğinde bu filmin bu kadar konuşulacağını, üzerine okumalar ve incelemeler yapılacağını tahmin eder miydi bilemeyiz. Ancak filmin başarısında kendisinin müthiş cast seçiminin etkisi olduğu kesin. Al Pacino, Keanu Reeves, Charlize Theron ve 90’ların femma fatale kadın oyuncusu Connie Nelson. Keanu Reeves bu film için 1994’te ilk bölümünde oynadığı hit aksiyon filmi Speed’in devam filminin çakışması nedeniyle o filmi reddederek Şeytanın Avukatı’na gelmiş ve kariyerinin en önemli filmlerinden birinde oynadı.
Bunun dışında kendisi büyük bir Al Pacino hayranıdır ve sette de çok iyi anlaşırlar. Al Pacino bu filmdeki mükemmel bir Şeytan portresi çizerek adını unutulmazlar arasına bir kez daha yazdırdı. Özellikle son yarım saatteki tiradı uzun yıllar konuşuldu. Film ülkemizde o dönemin üniversite hazırlık öğrencilerinin büyük bir kısmının hukuğu tercih etmesine de sebep oldu. Ayrıca Al Pacino filmdeki Şeytan karakterine hazırlanırken referans olarak 1987’deki Alan Parker’ın Angel Heart filmindeki Robert De Niro’nun Şeytan yorumunu aldığını da açıkladı.
Film, avukatlık kariyerinde henüz daha hiç dava kaybetmemiş olan genç avukat Kevin Lomax’ın (Reeves) ünlü bir hukuk şirketinden teklif alıp şehir içine taşınmasıyla karısı Marion (Theron) ile birlikte başlarına gelenleri anlatır.
Donnie Brasco, 1997
Donnie Brasco (Köstebek) Al Pacino’nun Şeytanın Avukatı ile aynı yıl oynadığı bir başka başyapıttır. 2005’te Harry Potter and the Goblet Fire (Harry Potter ve Ateş Kadehi) filminin yönetmenliğini yapmış olan Mike Newell’in kariyerindeki en önemli işlerinden olan Donnie Brasco, 90’lar Amerikan sinemasının da önemli filmlerinden biridir. Filmde Al Pacino, Johnny Depp, Michael Madsen, Bruno Kirby gibi oyuncular rol aldı.
Film aynı zamanda gerçek olaylara dayanır. FBI ajanı Joseph Pistone 1976–1981 yılları arasında Operasyon Donnie Brasco adı verilen operasyonda New York’un beş suç ailelerinden Bonanno ailesine sızdı ve 5 yıl boyunca tüm pis işlerine tanıklık etti, ortak oldu ve sonunda suç imparatorluğunun çökertilmesini sağlayarak gelmiş geçmiş en iyi FBI ajanlarından biri oldu. Pacino filmde ailedeki önemli Caporegime’lerden olan Lefty Ruggiero’ya başarıyla hayat verdi. Johnny Depp ise Joseph Pistone’u, Michael Madsen lider Dominic Napolitano’yu canlandırdı.
Film hep en iyi mafya filmleri arasında gösterildi ancak finali zayıf olarak görüldü. Gerçek Joseph Pistone’da senaryonun yazılmasında başrolü oynadı. Richard Woodley ile yazdıkları aynı adlı romandan uyarlanan Donnie Brasco da önemli Al Pacino işlerinden biri olarak görülür.
The Insider, 1999
Heat filminin efsane yönetmeni Michael Mann, bu filmden 4 yıl sonra 1999’da bir başka başyapıta daha imza atar. The Insider (Köstebek)… Filmin kadrosunda Al Pacino, Russel Crowe, Christopher Plummer, Diane Verona ve Philip Baker Hall gibi yıldız oyuncular yer alır. Diane Verone Mann ve Pacino ile Heat’de Vincent Hanna’nın boşanmak üzere olduğu karısı Justine rolünde de oynadı. Ayrıca kendisi The Jackal filminde de yan rolde yer aldı. 90’ların önemli yan rol akristleri arasına girmiştir Verona. Russel Crowe ise bu filme kadar 1997’de kült polisiye L.A. Confidential’da oynadı. Philip Baker Hall ise 96’da Coen kardeşlerin başyapıtlarından ama az bilinen filmlerinden olan Sydney (Hard Eight)’te rol aldı.
Insider filmi de Donnie Brasco gibi gerçek olaylara dayanıyor. Ünlü bir sigara şirketinde üst departman çalışanı olan Jeffrey Wigand (Crowe) işinden kovulduğunu öğrendiğinde yanına gözüpek ve kurt gazeteci Lowell Bergman (Pacino)’yu da alacak ve şirketinin ipliğini pazara çıkarmak için elinden geleni yapacaktır. Bu film de aynı Heat gibi müthiş bir koyu renk tonlarının kullanımına sahiptir ve Hollywood’da noir film tanımına uyan filmlerden biri haline geldi. Filmde özellikle Al Pacino ile Russel Crowe’un telefon konuşma sahneleri akılda kaldı. Bir de Russel Crowe’un, karakterinin psikolojik yapısını ön plana koyan müthiş mimikleri de hayli konuşuldu. Uzun lafın kısası The Insider, dünyada gazetecilik ve sinema yan yana koyulduğunda akla ilk gelen filmlerden biri olmayı başaran nadir filmlerdendir.
Insomnia, 2002
Geldik Al Pacino listemizin son filmine. Insomnia (Uykusuz), günümüzün en zeki ve dahi yönetmeni Christopher Nolan’ın kült filmi 2000 tarihli Memento’dan sonra çektiği ikinci film. Filmde yaşlı ancak çok başarılı bir Al Pacino, bazen ölümüne halen inanamadığımız, kariyerinin aksine farklı bir karakter canlandıran efsane Robin Williams, 90’ların sonu ve 2000’lerin başlarının en iyi kadın oyuncusu kusursuz bir Hilary Swank.
Film, artık emekliliği için gün sayan duayen cinayet dedektifi Will Dormer’ın (Pacino) Alaska’nın bir kasabasında işlenen bir cinayeti çözmekle görevlendirilmesini, şüpheli takip edilirken ortağı çatışmada öldürülünce intikam yemini etmesini ve yanındaki genç Alaska polis memuru Ellie (Swank)’ın da olaya dahil olmasıyla gelişenleri anlatır. Filmin çekildiği Alaska kasabasında güneş hiç batmaz bu yüzden Al Pacino kasabaya birkaç ay öncesinden yerleşerek alışmaya çalıştı. Christopher Nolan verdiği röportajlarda Pacino’nun oyunculuğuna hayran kaldığını defalarca belirtti. Ayrıca Pacino’da rolü kabul etmeden ve senaryoyu okumadan önce Nolan’ın Memento filmi izleyip çok beğendiğini ve bu yüzden rolü kabul ettiğini açıkladı.
“Sanırım öldüğümde emekliye ayrılacağım”.
İyi ki Varsın Al Pacino…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.