Farklı Dönemler, Ayrı Ülkeler ve Yine Suçlanan Gençlik: “The Silent Revolution” ve “Dressage”

The Silent Revolution ve Dressage: Bilindik Konular Üzerinden Farklı Bakış Açıları…

Bu yıl karşımıza son derece kaliteli bir programla çıkan 8. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali birbirinden ilginç filmleri seyircilerle buluşturuyor. Bu filmlerden ikisi ise “The Silent Revolution – Sessiz Devrim” ve “Dressage – Terbiye” oldu. İki filmin de gençler üzerinden suç meselesine eğilmeleri ard arda izlendiğinde ilginç bir tecrübe haline geliyor.

Bir yanda alkolün sınırlarını aşmış, hırsızlık yapan kayıp gençlik modeli; diğer yanda başka ülkedeki bir olayı protesto etmek adına ülkesinde hain ilan edilmeye kadar ilerleyecek olan öğrenciler… Konularına baktığımızda ilkinin Almanya’ya, diğerinin de İran’a ait olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak tam da aklımızdakinin tam tersini yansıtan ülke sinemaları olarak dikkat çekiyorlar.

Baskıların Şekillendiremediği Toplumlar

Dressage’te zengin erkek çocuklarıyla takılıp suç olaylarına karışan bir kızın aile baskısına uğramayı bırakın yakınlarının son derece modern bir tutum sunması ile olayda kızlarını savunan insanlar görüyoruz. Cezalandırma yöntemleri ise elindeki lüksleri almak dışında başka bir şey olmuyor. Öte yandan The Silent Revolution ise karşımıza Macaristan’ın bağımsızlık mücadelesini destekleyen bir grup okul öğrencisini görüyoruz. İki dakikalık saygı duruşunda bulundukları için hapis tehditlerinden tutun da, okuldan atılmaya kadar çeşitli ağır cezalandırma yöntemleri karşımıza çıkıyor.

Toplumlara uygulanan baskıların sonucunda ortaya çıkan durumlar ise son derece ilginç bir hal alıyor. Korkutulmuş aile bireylerinin Almanya’da Berlin duvarı yıkılmadan önceki dönemde geçmişte isyankar olan davranış biçimlerinin, devlet baskısıyla sindirilmiş ve düzene uyum sağlar vaziyete getirildiğini görüyoruz. İran’da ise bu durumun tersi yaşanıyor. Politik bakımdan en sıcak gündem konularını oluşturan İran’da ise modern aile yapıları ortaya çıkıyor. Bunca baskıya rağmen devletin biçimlendirmeye çalıştığı insan profillerinin aksine batıya kayan yaşam tarzları ve terbiye yöntemleriyle karşılaşıyoruz.

Aileler ve Çocukları…

Pooya Badkoobeh’ın yönetmenliğindeki Dressage izleyicilerin beklemeyeceği kadar apolitik bir İran filmi olurken; karakterinin buhranları genel olarak bakıldığında ne filmin yarattığı ikilemden geliyor, ne de baskıcı toplumun insanları sıkışmışlığa itmesinden ortaya çıkıyor. Ana karakteri Golsa’nın başıboş amaçsız tavrı ve kendince vicdan azabı çekmesine rağmen bu konu hakkında hiçbir şey yapmayarak ve hatta başka insanların başına bela açarak hayatına devam etmesi, karakteri özümseyememize vesile oluyor. Golsa’nın tek umurunda olan şey küçük düşmemek… Kendince yarattığı sımarıkça intikam peşinde koşması, kendinden çok ailesini etkilerken; ailelerin değil, çocukların ailelerini şekillendirdiği bir durumla karşılaşıyoruz.

Lars Kraume’nin Silent Revolution’ında ise hiç tanımadıkları insanlar uğruna başları derde giren ve birbirlerini ispiyonlamamak için tüm geleceklerini tehlikeye atan gençleri izliyoruz. Hem de bu çocuklardan bir tanesi de Nazi torunu… Filmin içinde müdürün çocuklara söylediği bir söz var: “Macarları desteklemeniz ne işe yaradı?” diye bir serzenişte bulunuyor. Bir nevi şekillendirilmek istenen bir neslin başkaldırısı olarak yorumlayabileceğimiz bu durum, bir anlamda gençlerin kendini bilinçli ve duyarlı bireyler olarak yetiştirmelerinin mümkün olabileceğini gözler önüne seriyor. Aileler filmin içerisinde çocuklarına köstek olmaya çalışırlarken, gençlerin doğru seçim arayışları aslında ailelerini şekillendiren bir unsur olarak etkileyici olmayı başarıyor. The Silent Revolution bu bakımdan Ölü Ozanlar Derneği’nin dayanışma hikayesini gerçekçi bir düzleme oturtarak, gerçek dünyada insanların kendi karakterlerine yön verebileceğini göstermeyi tercih ediyor.

Gençler Yine Sanık Koltuğunda…
Sonuç olarak yeni sinemacıların anlattığı hikayelerinin coğrafik özellikleri neresi olursa olsun farklılıklar gösterebileceğini görüyoruz. Farklı dönemlerde farklı aile profilleri görürken, birbirinden alakasız ülkelerde ters köşe konuların işlenmesinin bile seyirciyi heyecanlandırabilecek noktalardan biri oluyor. Dönemler değişiyor, insanlar değişiyor. Devletler, yönetim biçimleri değişiyor. Ancak ne olursa olsun gençler her kesim bakımından suçlu gözüküyor. Her yeni doğan gençlik bu kadar suçluysa, bu dünyayı böyle şekillendiren yetişkinlerin hiç mi suçu yok?

Yorum Gönderin