Fincher: Alacakaranlık Kuşağının Son Müdavimi…

Günümüz TV ekranlarında çokça yüz gösteren yemek programlarında, şef ustalarının sofra resitallerine şahit oluruz: Parmak ısırtan, dudak yalatan, mide fatihi bu temaşa ustalarının ortak noktası: eldeki malzemeyi, doğru matematikle biz lezzet severlerin iştahasına sunma meziyetine sahip olmalarıdır. “İyi yemek” denen ayinsel fiilin, doğru ve orantılı ölçekle, zamanlamayla buluşturma sanatı olduğunu bu lezzet avcıları vasıtasıyla anlarız.
Mevzu bahsimiz olacak olan iyi film, iyi yemeğe benzer aslında: Malzemesini doğru kullanan, tuzunu, baharatını usulünde, yeteri miktarda ayarlayan; ocakta ateşini kısık ayarda tutan harcı iyi karılmış doğru filmler tadından yenmez. Günümüz sinemasında fast food yörüngesinde bildik lezzetlerden sıkılan biz sinema tutkunları iyi bir sinema ziyafetiyle karşılaşınca “Mutfakta biri mi var!?” diye sormadan edemiyoruz…  3
Ana konudan bağımsız uzunca giriş taksiminden sonra ustalığın başka bir paralel sayfasını çevirip, seyirlik aleminin ustasının -David Fincher’ın- kamera gözü olmaya yeltenelim…
Hollywood dünyasında çok genç sayılacak yaşlarda ismini duyuran Fincher yönetmenlik kariyerine hep üstüne koyarak devam etti. “David Fincher sineması”na dair genel geçer söylenecek ilk söz: Hikaye anlatımındaki matematiğin doğru kurulmasıdır. Filmde vuku bulan olaylar silsilesi ne denli şoke eder boyutta olursa olsun Fincher’in kamerasında gördüklerimiz dingin bir ritmin ayak sesleridir. Acıtıcı ve travmatik kökenli hikayelerinde Fincher’in dili dipten gelen dalga misali usulca ve derinden sızar, hiç acele etmez. Seyirciyi sersemleten hamle kolaycılığına başvurmaz. Hikaye zuhurunda, meçhul köşeli alanlar etap etap, karşımıza dikilir. Fincher hiç de kurgusal zeka oyunlarına başvurmadan sabırlı bir tempoyla, şairin dediği gibi ”ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” şifresiyle düğümü ilmek ilmek çözen ustadır. Baştan sona resmedilen öyküden bize kalan sinema mühendisliğinin en zirve yorumuna şahitliktir. Sinemasında özgünlüğünü, tastamam klasik amerikan sinemasına duyduğu saygı duruşunda aramak lazımdır.

Behind the scenes ... Director David Fincher and Brad Pitt as Benjamin Button.

Bildik tipik Hollywood sinemasının şablonundan taviz vermeden, sistemin merkezinden çevreye yürüyen bir ekolün temsilcisidir. Kulvarındaki çağdaş sinemacılarla mukayese edildiğinde; misal Tarantino gibi fiksiyonel karakter ve olay örgüsüne yakın durmaz, Coen’ler gibi entelektüel derinliği kurcalamaz; daha genel kabul çizgisine yakın duran iyi bir uygulayıcıdır. Verdiği sinema ürünlerinde gerilim film janrı bayrağı tutandır: ”Yedi, Zodyak, Ejderha Dövmeli Kız, Oyun” gibi türdeş tematik eserlerinde bir trajedinin varyantlı sokaklarına girer. Hikayenin sert virajlarında gürültüsüz, absürtsüz ama cuk oturan hamlesiyle yumruğunu vurur…1

Bunun formülünü hikayeye ve kahramanlara soğuk mesafede durmasıyla sağlamıştırır. Hikayeyi oluşturan yalınkat ve duru üslup, mekan atmosferlerindeki tekinsizlik, seyirciyi maceraya kolay bağlanma lüksünden kurtarmıştır. Başat kahramanlar belli seviyede karakterize edilmiştir. Karakterlerin uçukluğu, açmazlığı, zıtlıkları resmedilmiş ama derinliğine girmeden pekiştirilmiştir. ”Dövüş Kulübü” filmi bu tanımlamaya bir nebze uymayan başyapıttır. Distopik bu hikayenin devrimci dil ve karakter derinliği taşıması, filmi parodisel bir zemine oturtuyordu. Yönetmen bu filmiyle, beklentilerin üzerinde bir performans çıkarttı. Fincher’in kendi sinematografisinde hem sonuçları, hem dili gereği apayrı yerde duran ”Dövüş Kulübü” bir bakıma zirve sayıldı. Yönetmenin bu işinde de -kamera & nesne- arasındaki kendine özgü mesafeli tutumu hiç şüphesiz sanatını yüceltti. ”Dövüş Kulübü” bir edebiyat uyarlamasıydı. Hikayenin altüst katmanlarının çok uç noktalarda oluşu, bu filmi başka yönetmenin elinde kıymet bilmez sonuçlara sevkedebilirdi. Distopik hikayeler tabiatından kaynaklanan adapte zorluğundan çokça heba edilmiştir. Fincher, bu edebi metnin labirentlerinde, tutarlı bir direksiyon tutturup kendi imzasını koymuştur.

4

Fincher sinematografisine bakıldığında, mekan atmosferi tipik unsurdur. Karanlık ve loş ortamların seyirciyi gergin eden yönü, Fincher’in üslübunda katalizör olmuştur. Gecenin karanlıkları, diyaframı kısılmış aydınlıklar, gri tonlamalar, Fincher’in görsellik şemasını belirlemiştir. ‘Yedi ‘ filminin lokasyonu sorulsa herhalde ABD’nin kuzey kentlerinden birinde çekilmiş diye fikrimiz vardır. Lakin bu film ışıltının, güneş sarısı tonlamanın hakim olduğu Los Angeles’te çekilmiştir.

İç burkan atmosferler, öykünün kendinden emin asude ilerleyişleri, karakterin kontak yangınını bağrında söndüren kadro yönetimi, ankiseyeteye bağlamış ruh halleri, hikayenin düğümünde meşum sırları faş eden final dönemeçleri… Bu mihenkler ışığında, Fincher sinemasına bir kılavuz aranacaksa; trajedi-gerilim sinemasının öncüsü Alfred Hitchcock fenomenine bakılmalı derim. David Fincher’a Alacakaranlık kuşağının son müdavimi de diyebiliriz. İnsan doğasındaki gizemleri, hilkat tuhaflıklarını gotik görünümlü laboratuvara sokan Hitchcock ekolünün yeni bayraktarı olan Fincher gerilim sinemasını daha bir kompakt çehreye kavuşturmuştur.6

Bin bir fikriyatı, sureti, tekniği tedavüle yerleştiren; türlü türlü dijital envanteri kameraya tahakküm kılan taklacı günümüz sinema konseptine karşı, sinema sinema gibi olmalıdır diyen biz eski zaman tüfeklerine merhem olan üstad Fincher: ”Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası” projeksiyonunu resme tutandır.

Antiparantez Not: Yakınlarda gösterime giren “Kayıp Kız” filmini fırından taze çıktığında seyreden biri olarak diyebilirim ki: Bu film, Fincher mecrasında yeni bir sapağa girmiştir. Üslubu beyanındaki sabitede oynama yok. Aynı duru ve ölçülü anlatım dili devam ediyor. Konvansiyonel sinemaya sadakat tam saat işliyor. Fincher cephesinde değişen şey: Amerikan toplum eleştirisine daha doğrudan giren satır altı okumaları eşliğinde bir kara film icrasında bulunması ve karakterleri -özellikle Rosamund Pike’ı öne çıkartan, şahlandıran- projede tam bir özneye dönüştüren eksen kayması mevcut.. Her filminde karakterlere eşit duran, tarafsız kalan yönetim tercihi son filmde, kimi niye kurban niye kahraman konumunda bırakıyor kararı ayrı bir tartışma konusunu doğuruyor. Polisiye-gerilim görünümlü, kara film traji-komedisi olan bu iki parçalı çalışma Fincher izleğine yeni bir boyut kazandırdığı kesin.
Bu filme giderken Harrison Ford & Michelle Pfeiffer’in oynadığı “Gizli Gerçek “tarzı bir çalışma bekleyen bu gariban, “Amerikan Güzeli” tarzı sosyo-Amerikan parodisini görünce idrakinde küçük çaplı sismik sarsıntılar yaşadı.

Yorum Gönderin