First Man: Neil Armstrong’un Bir Baba Olarak Portresi

Yazı, First Man’le ilgili spoiler içerir…

İtiraf etmeliyim ki Damien Chazelle‘in yönettiği, Spotlight‘ın senaristi Josh Singer‘ın yazdığı First Man‘i heyecanla beklemiyordum. Nedeni daha önce astronot Neil Armstrong ilgili de, Apollo ekibiyle ilgili de, diğer astronotlarla ilgili de pek çok belgesel ve filmin yapılmış olması. Dolayısıyla “Chazelle, Neil Armstrong filmi hazırlayacak” haberleri çıkınca pek de heyecanlanamamıştım. Filmi vizyona girdiği ilk gün gidip izledim. Heyecanlanmamakta haklıymışım. Zira yönetmen olabilecek en sıradan şekilde aktarmış bu devasa adımı.

Chazelle-Singer ikilisinin bu biyografik filmde önemsedikleri tek şey, Armstrong’un (Ryan Gosling) dramı oluyor. Öyle ki daha filmin ilk on dakikasında Armstrong’un küçük kızının tümör nedeniyle ölümüne yer vererek kalan 2,5 saatin tamamında depresif bir Armstrong portresi ortaya koyuyorlar. Aradan yıllar geçiyor, doğal olarak Armstrong’un yarası kapanmıyor ama Chazelle-Singer ikilisi sadece bu acıya odaklanmak istedikleri için filmi güçlendirecek tüm ayrıntıları teker teker tepiyorlar. Böylelikle elimizde 2,5 saat boyunca hep aynı hüzünlü bakışlarla bakan Gosling kalıyor. Daha önce pek çok filmde işlendiği için midir nedir, Singer uzaya çıkışın bilimsel-matematiksel taraflarını da, astronotların dostluklarını da fazla deşmiyor. Hatta tam tersine Armstrong ve onun eşi Janet (Claire Foy) dahil olmak üzere tüm karakterler tek boyutlu kalıyor. Chazelle-Singer ikilisinin Arrival benzeri bir film yapma çabaları çok geçmeden patlıyor.

Bu film, Neil Armstrong biyografik filmi. Ama Neil’in bir bilim adamı olarak değil, bir baba olarak portresi mevcut bu filmde. Singer böylelikle filmini farklılaştırmak istemiş. Bu durum takdir edilesi. Lakin bize 2,5 saat boyunca sadece acılı bir baba göstermek de filmi güçlü kılamıyor. Hele hele Armstrong’u zorunlu olmadıkça konuşturmamak, konuşturunca da ağzından sadece 3-5 cümlenin çıkması karakterin tek boyutlu kalmasına neden oluyor. Neil’i bir baba olarak tanıtabiliyor Singer. En azından kızını çok sevdiğini, kızı vefat ettikten sonra oğullarından ve eşinden uzaklaştığını öğrenebiliyorsunuz (bilmiyorsanız). Lakin bunun dışında karakterin zekâsına, Ay’a çıkışla ilgili düşüncelerine, arkadaşlarıyla ilişkisine fazla alan açılmıyor, bu durum da filme zarar veriyor.

Önce kızın ölümüne hemen yer veren Singer bundan sonraki birkaç yılı da hızla işliyor. Böylelikle perdede görünen pek çok ünlü astronot derinleşmeden öyküye veda ediyor, ki bunlardan Elliot’a (Patrick Fugit) değinmek gerek. Anladığımız üzere Elliot ve Armstrong çok iyi arkadaşlar. Lakin Elliot iki-üç kısa sahne sonra ölüyor. Bu ölümü Armstrong’un komşusu/meslektaşı Ed (Jason Clarke), meslektaşları Dave (Christopher Abbott) ve Gus’ın (Shea Whigham) ölümleri takip ediyor. Armstrong’un hepsiyle iyi bir arkadaşlığı vardı. Özellikle Elliot ve Ed’le. Ama bu ölümlerin karakterde yarattığı yıkım veya üzüntü iyi işlenemiyor. Yani insan o an Neil’in ne düşündüğünü, onun için önemli olan arkadaşlarının ölümlerinden sonra nasıl toparlandığını, bu durumun Ay’a yolculukla ilgili düşüncelerini nasıl etkilediğini merak ediyor. Diğer karakterleri (Ed, Elliot, Gus vs) zaten doğru dürüst tanıtamıyor Singer ama Armstrong’u da iyi işleyemiyor. Ay’a yolculukla ilgili çok büyük kırılmaları da iyi işleyebildiğini söylemek güç. Mesela üç astronotun feci bir şekilde öldükleri o kazadan sonrası (NASA’da neler oldu, bu kaza tekrarlanmasın diye neler yapıldı?) işlenmiyor. Gemini Programı da iyi işlenmiyor.

Her şey çok hızlı işlendiği için hiçbir şeye doğru dürüst değinilemiyor. Daha biz koltuğa oturur oturmaz, “neler oluyor?” demeye kalmadan kızı ölüyor, tümör yüzünden öldüğünü de neredeyse öğrenemeyecektik, yetmiyor, üç-beş yıl hızla geçiliyor, sonra Elliot ölüyor, “demek Elliot’ı çok seviyormuş Armstrong” diye tahmin yürütürken diğer astronotlar da hızla vefat ediyorlar, ama bu dramatik, çarpıcı vefatların işlenişi hızlı olduğu için izleyici etkilenmiyor, Neil’deki etkisi de işlenemiyor. Filmin dramatik çatısı kumla yapılmış evlerin çatısından daha zayıf durumda. Bu arada Neil’in yükselişi de bir o kadar hızlı oluyor. Karakterin hiçbir şeye hayır dememesi sorun değil de her teklife “Peki efendim” demesi, bu teklifler hakkındaki görüşlerine yer verilmemesi filmin sorunlu taraflarından olmuş. Armstrong, Gemini hakkında ne düşünüyor, Apollo hakkındaki düşünceleri neler? Yok, cevap yok. Varsa yoksa hüzünlü bakan Gosling.

Sorun sadece Singer’da değil. Chazelle’in yönetmenliği de iyi değil. Chazelle baştan beri müzikli filmler yaptığı için midir nedir eline Armstrong biofilmi tutuşturulunca neler yapacağını şaşırmış gibi görünüyor. Chazelle’in filmini yakın planlarla doldurması, ama bu yakın planlarda diğer karakterleri kadraj dışında bırakıp sadece hüzünlü Gosling’e odaklanması, bazı anlarda yardımcı karakterlerin yüzlerini flulaştırması ve sürekli kamerayı sallaması bence öyküye zarar veriyor. Zira bu tutum yüzünden yan karakterleri önemseyemiyoruz. Daha yönetmenin önemseyip de yüzünü göstermediği bir karakteri izleyici nasıl önemsesin, izleyici önemsemeyince bu karakterin Neil için önemli olduğuna nasıl inansın? Öte yandan Chazelle’in bazı sahnelerde Terrence Malick’in son dönem stilini kopyalaması da iyice göze batıyor. Kısacası Singer’ın senaryosu ne Neil’i derinleştirebiliyor, ne de yan karakterlerle ilişkisini irdeleyebiliyor, ne de Ay’a yolculuğun hakkını veriyor. Yönetmenin de yönetmenliği sorunlu.

Filmin artılarına da değinmezsek olmaz. Müzikler oldukça etkileyici. La La Land‘in müzisyeni Justin Hurwitz‘in özellikle Ay’a inildiği an için bestelediği müzik çok iyi. Defalarca kez dinlenilesi bir müzik. Sahneyi daha da etkileyici hâle getirmiş Hurwitz. Öte yandan Linus Sandgren‘in görüntü yönetmenliği de çok iyi. Oyunculuklardaysa ekstrem bir durum yok. Gosling hep aynı hüzünlü ifadeyle filmi bitiriyor. Karakterin acısını tabii ki yansıtıyor ama çok iyi oynadığını söylemek güç. Foy ise genelde iyiydi. Gerçi oynadığı rolün çok iyi yazıldığını söylemek güç. Bu rolde senaristin en kötü kararı kızını kaybeden Janet’in de haletiruhiyesine değinmemesi. Bilindik destekleyici eş portresi mevcut. Tom Cross beyin kurgusuysa iyi değil. Singer’ın propagandaya kaymaması, pek çok kez işlenmiş Ay’a çıkışın ülkece kutlanması gibi sekansları es geçmesi doğru karar olmuş. Özetle First Man iyi bir film değil.

Yorum Gönderin