Bu yıl 20.’si düzenlenen Gezici Festival’in Eskişehir bölümü Çarşamba gecesi yapılan açılış töreniyle başladı. Ankara Sinema Derneği’nin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlediği Gezici Festival, 3-7 Aralık tarihleri arasında Anadolu Üniversitesi Yunusemre Kampüsü içerisinde bulunan Sinema Anadolu’da film gösterimleriyle devam edecek.
Açılış gecesinde filmin ekibiyle birlikte Toz Ruhu filmi gösterildi. Festivalin açılış filmi olan Nesimi Yetik’in yönettiği Toz Ruhu, gündelikçi olarak evlere temizliğe giden Arabesk müzik tutkunu Metin’in askerlik için İstanbul’a gelen yeğeni ve aynı evde gündelikçi olarak çalıştığı Neslihan’la birlikte sıradan hayatının altüst oluşunu anlatıyor. Adana’dan önemli ödüllerle dönen film, Nesimi Yetik’in ilk uzun metrajlı filmi.
Perşembe gününün ilk gösterimi ise 20 yılın en iyi kısaları seçkisi idi. Dünyanın birçok farklı ülkesinden son 20 yıl içinde pek çok festivalde gösterilmiş oldukça önemli kısalar vardı bu seçkide. Norveç’ten Hans Peter Molland’ın yönettiği hayatının son demlerindeki bir grup sosyalistin trajikomik hikayesini anlattığı United We Stand, Avustralya’lı ünlü aktör ve senarist Joel Edgerton’un kardeşi Nash Edgerton’un şakanın nasıl kakaya dönüştüğünü sert bir şekilde anlattığı ve sosyal medya mecralarında da oldukça popüler olan Spider, Belçika’dan Marc-Henri Wajnberg’in yönettiği, Jean Pierre Jeunet filmlerini aratmayan fantastiklikte(filmde Jeunet’in filmlerinden hatırladığımız Jean-Claude Dreyfus oynaması da tesadüf değil sanırım) zihni sinir harikası The Alarm Clock ve açılış gecesinde ilk uzun metrajlı filmini izlediğimiz Nesimi Yetik’in Annem Sinema Öğreniyor’u seçkinin en dikkat çeken yapımlarıydılar. Zbigniew Rybszynski’nin Tango’su ise seyirciler için adeta bir sabır testiydi.
Neden Tarkovski Olamıyorum?
Gösterimler ardı ardına Viviane Amsalem, Neden Tarkovsky Olamıyorum ve Close-up ile devam etti. Akşam seansında yakalayabildiğim Neden Tarkovski Olamıyorum biraz beklentilerimin altında kaldı. Murat Düzgünoğlu’nun ikinci uzun metrajlı filmi olan Neden Tarkovski Olamıyorum, Tansu Biçer’in canlandırdığı Bahadır’ın hayalkırıklıklarıyla dolu hayatı üzerine kurulu. Televizyon için istemeye istemeye de olsa uyduruk filmler çeken Bahadır’ın en büyük hayali hayranı olduğu Tarkovski gibi filmler çekebilmektir. Yazdığı senaryoyu filmleştirebilmek için para arayan Bahadır, zaman içinde hem hayatın hem de sinema sektörünün gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Andrey Tarkovski birçok sinemaseverin bildiği üzere sinema tarihinin en mühim yönetmenlerinden biridir. Sinema sevgisi sinefil kıvamına ulaşmış pek çok kişi için çok özel bir yere sahiptir usta yönetmen. Özellikle sinemayı meslek edinen, sinema okullarında öğrenci olanlar için yeri çok daha ayrıdır. Çok az sinema öğrencisi vardır ki Tarkovski ile ilk buluşmasından sonra onun gibi film çekmek istemesin. İşte Bahadır da tam olarak böyle bir karakter. Ama problem şu ki; kendisi 35 yaşında olmasına rağmen hayatın gerçeklerine göre fazla hayalperest. Problem diyorum çünkü sinema sektörünü bilen ve içinde olanlar çok daha iyi bilirler ki çok az sayıdaki azimli ve şanslı isim dışında kendi istediği sinemayı yapabilen yönetmen çok az. Televizyon dizisi sektörünün zaten iyice tecavüz ettiği türk sinemasında seyirci çekebilen, dolayısıyla yapımcıların para yatırabildiği filmler ise hepimizin malumu. Bu sakat sistem yönetmenlerden seyirciyi yormayan, güldürmek ve ağlatmak dışında herhangi bir gri duygu içine sokmayan, basit eserler istiyor. Bahadır da bu düzenin bir parçası olmak istemiyor. Reklamcı olan arkadaşı sürekli ona paralı işler ayarlamaya çalışıyor ama Bahadır ona direniyor. Sevgilisi hayatını düzene sokması istiyor ona direniyor. Ailesinin beklentilerine direniyor. Direniyor ama eline hiçbir şey geçmiyor. Belki de Bahadır karakterine pek ısınamamamın sebebi de bu. Kendisine idol olarak Tarkovski’yi görüyor, aklınca sisteme meydan okuyor ama sistemin bizzat içinde olan tv yönetmenleri gibi sette yönetmen koltuğunda oturup karton bardağından çay içmekten daha fazlasını da yapamıyor. İyi ya da kötü hayatındaki durağanlığı karşı ateş yakacak herkese direniyor Bahadır. En azından bir çıkış yolu olarak, amacına ulaşmak için olağan sistemden yararlanmasını bekliyorsun ama hayır. Bahadır miskin bir Don Kişot olmaktan öteye gidemiyor.
Filmin açılışında Tarkovski’nin Stalker’ının en unutulmaz sahnelerinden birini yönetmen Düzgünoğlu tarafından yeniden yorumlanmış bir şekilde izliyoruz ve oldukça da iddaalı bir giriş sahnesi de diyebiliriz bunun için. Ama filmin devamında bu ihtişamı görmek mümkün değil. Fazla durağanlık filmin en büyük dezavantajı. Bahadır’ın idolü, dolayısıyla yönetmen Düzgünoğlu’nun da (kendisi ayrıca filmin iki senaristinden birisi) idolü Tarkovski sinemasının en önemli özelliklerinden biri olağan ağırlık, ne yazık ki onun filmlerindeki kadar altı dolu olmadığı için bu filmde durağanlığa dönüşüyor. Şükür ki yan karakterle filme yedirilen mizah az da olsa seyirciyi bu durağanlıktan kurtarıyor. Bu olumsuzluklara rağmen Neden Tarkovsky Olamıyorum türk sineması için fena olmayan bir deneme olmuş. Belki de filmle alakalı büyük beklentilerimin sebebi filmin ismindeki Tarkovski’nin bilinçaltıma yaptığı çağrışımdı, kim bilir…
Festivalin yarınki programı Murathan Mungan’ın seçtiği filmlerle başlayacak. Üst üste Coppola’nın The Conversation ve Antonioni’nin Blow-up’ı Sinema Anadolu’da izleyiciyle buluşacak. Bizim gibi genç seyirciler için bu iki enfes filmi büyük ekranda izleyebilmek büyük şans. Akşam seanslarındaysa önce Annemim Şarkısı ardından Venedik’ten ödülle dönen Sivas filmleri gösterilecek.
İyi seyirler…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.