Haunter: Adını Ben Koydum

Cube (1997) filmiyle tanıdğımız yönetmen Vincenzo Natali’nin yeni filmi Haunter’ı izlerken aklıma Umberto Eco’nun “açık yapıt” kuramı geldi. Eco bu kuramında açık yapıt kategorisine soktuğu eserlerin okuyucuyla etkileşim düzeyinin yüksekliğinden bahseder. Yani ne kadar üstü örtülü bir dili olsa da okuyucuya serbest alan bırakan bir yapıtı “açık” olarak nitelendirir. Tam tersi bir yapıtı ise iletileri ne kadar açık ve doğrudan olursa olsun bu kategoriye dahil etmez. Haunter da benzeri birçok yapım gibi seyirciyi hep edilgen tutmak için elinden geleni yaparak Eco’nun açık olmayan yapıt kategorisine rahatlıkla giriyor.

haunter 2013

Cube yarattığı atmosferle, zeka oyunlarıyla dönemi itibariyle bir ilk olmayı başarmıştı. Bu sebepten de izlenebilirliği yüksekti. Yönetmenin 2009 yapımı Splice’ı ise özellikle cinsiyet ve cinsellikle ilgili izleyiciye açık alanlar bıraktığı için kayda değer bir yapım olmayı başarmıştı. Gelgelelim Haunter ise yönetmenin filmografisinde vasat bir film olarak yer almaktan kurtulamıyor.

Cube’da olduğu gibi burada da dış dünyadan yalıtımış bir mekanla karşılaşıyoruz. İlk bakışta tipik bir “hayaletli ev” diyebileceğimiz mekanı onlardan ayıran en önemli özellik buranın daha da bir soyutlanmış (çevresi tamamen sisle kaplı) ve sanki havada duruyor izlenimi veriyor olması. Mekanın düzenlenmesi çağrışıma hiç fırsat vermeden buranın bir rüyanın ya da başka bir boyutun parçası olduğunu bağıra bağıra söylüyor. Ayrıca ergenliğinin başlarındaki Lisa hariç anne, baba ve diğer çocuğun hiç sorgulamadan her gün aynı günü yaşamaları onların da evin dahil olduğu şey’in bir parçası oldukları tartışmaya fırsat bırakılmadan tak diye yapıştırılıyor. Bu dünyanın tek ayrık otunun Lisa olduğu düşündürülürken kısa sürede o da sepete giriyor. Yani anlayacağınız film gitgide kendi kapalı oyun alanını kuruyor.

Peki filmde hiç mi açık alan yok? Var. Mesela bir süre sonra aile bireylerinin her gece birlikte Cinayet Masası dizisini izlemek yerine annenin aynı saatlerde kitap okuması, babanın arabasıyla ilgilenmesi, çocuğun ise kendi odasında oynaması ve en önemlisi de ebeveynlerin şiddetli kavgası esnasında babanın cinnet hali… İş bu noktadayken her şeyin yolunda göründüğü tipik orta sınıf aile yaşantısının altından bambaşka bir şey mi çıkacak diye serbest çağrışımlarla yol alırken hooop Olivia devreye sokuluyor ve çağrışımlarınız anında duvara tosluyor. Sonuçta Vincenzo (senaryodaki ikiliyi de unutmadan), kurduğu evrene mahkum ediyor izleyiciyi ve üstelik de kilşelere yeni klişeler ekleyerek.

haunter

Belki de bu katı evrenin en esnek noktaları olarak Lisa’nın yemekte et yemeyi reddederek “et cinayettir” demesi, katilin genç kızları avlayıp öldürmesinin nedenlerine inilmemesi, profilinin hiç önemsenmemesi beliriyor. Ancak bunların üzerine düşünmek için en ufak bir istek de uyanmamasının nedeni, anlatının kendine göre önemli olanın vurgusuna kabaca girişmesinde yatıyor.

Son olarak da yiğidi öldürüp hakkını verelim deyip bitirelim: İzlediğim tüm Vincenzo Natali filmleri gibi bu da her şeye rağmen sonunu merak ettirmeyi başarıyor.

Yorum Gönderin