Hüseyin Karabey Anlatıyor: “Unutma Beni İstanbul”

Bu günlerde İstanbul’da 6 farklı ülkeden 6 yönetmenin çektiği 6 kısa filmden oluşacak bir film çekiliyor. Proje Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Ajansının desteğiyle Yeni Sinemacılar tarafından, Hüseyin Karabey’in artistik direktörlüğünde yürütülüyor. Biz de filmin Büyük Londra Oteli’ndeki setinde, hem bu projeyi hem de Yeni Sinema Hareketi’ni Hüseyin Karabey ile konuştuk.

“Unutma Beni İstanbul, örnek alınacak bir proje.”

2008 yılında, Selanik film festivaline bir kısa filmiyle katılan Hüseyin Karabey, Theodoros Angelopoulos‘un filmlerine de senaryoyazmış olan Petros Markaris ile tanışıyor ve aslında hikaye burada başlıyor. (Markaris aynı zamanda projenin senaryo danışmanı ve daha önce Yeşim Ustaoğlu’nun Bulutları Beklerken filmine de sernayo danışmanı olarak katkıda bulunmuştu.) Markaris ile İstanbul’a dair şaşırtıcı bir ortak noktaları olduğunu keşfediyorlar ve Karabey’de, İstanbul’un anlatılmaya değer hikayelerinden bir film yapma fikri oluşuyor.

Filmografisinin çoğunluğu belgesel filmlerden oluşan yönetmen Hüseyin Karabey, 2008 yılında yaptığı ilk uzun metraj filmi “Gitmek: My Marlon and Brando” filmi ile daha geniş kitlelere ulaştı ve ödüller de kazandı. Bu projenin ise hem yapımcılığını hem de artistik direktörlüğünü üstleniyor. Artistik direktörlük pek de alışık olmadığımız bir ünvan. Aslında biraz “uydurulmuş” olduğunu da ekliyor Karabey…  Çünkü işin tam anlamıyla bir tanımının olmadığı gibi, kavram da çok yeni… Artistik direktörlüğü, sanat küratörlüğüne benzetiyor. Bir küratörün sergilenecek sanat eserleri arasında tutturduğu denge ve uyum gibi, bu kısa filmler arasında bütünü tamamlayacak bir uyum yakalamanın peşinde. Bir anlamıyla filmin artistik direktörü olarak Hüseyin Karabey filmin tümünü  kafasında oluşturabilmiş tek kişi. Bu anlamda “Unutma Beni İstanbul”un örnek alınacak bir proje olduğunu da hatırlatıyor.

Yapımdan notlar: “izleyicilere turistik bir gezi yaptırmayacağız”

“Projede yer alan filmlerin hikayeleri ya yönetmenlerin kendi hikayeleri, ya tanık oldukları ya da aileden birinin hikayeleri” diyor Hüseyin Karabey. Asıl derdi “insanlara İstanbul’un geçmişinin yalnızca mevcut Türkiye halklarına ait olmadığını hatırlatmak” olan filmin yapım notlarına, biraz da basın bülteni desteğiyle değinmekte fayda var…

Yapımda yer alan 6 yönetmen; Aida Begic (Saraybosna), Hany Abu-Assad (Filistin), Omar Shargawi (Danimarka), Stergios Niziris (Yunanistan), Stefan Arsenijevic (Sırbıstan) ve Eric Nazarian (ABD) gibi farklı ülkelerden isimlerden oluşuyor. Çoğu Hüseyin Karabey’in aynı zamanda yakın dostu. Bir de Mary Stephen var. O da Eric Rohmer’in 20’ye yakın filminin ve “Gitmek”in de kurgusunu yapmış bir editör. Stephen, tüm filmlerde ortak bir kurgu ritmi oluşturacak ve bu ritim filmin tümüne yansıyacak. Aynı şekilde film müzikleri de tek elden hazırlanıyor. Bunun dışında kısa filmlerinin her biri için ayrı ekipler kurulmuş. Özellikle bu durumun filme katkısını görüntü yönetmenleri üzerinden anlatıyor Hüseyin Karabey. Tek bir görüntü yönetmeninin 6 yönetmenin hepsiyle birden iyi anlaşmasının hem zor olacağı hem de bu şekilde ilginç sentezlere varılabileceği düşünülmüş.

Her filmin süresi 15’er dakika uzunluğunda. Karabey, yönetmen sayısının 6 olmasının bilinçli yapılmış bir tercih olduğunu, 15 dakikayı aşan ya da kısa kalan sürelerin seyirci için zor olacağını söylüyor ve akılda kalıcılığı zayıflattığını ekliyor. Filmlerin herbirinin kendi hikayesi var. Elbette hepsi toplamda İstanbul’u, İstanbul’da yaşanan hikayeleri anlatıyor. Karabey’in ifadesine göre, yönetmen sayısı dışında, filmi diğer örneklerinden ayrıştıran yönlerden biri de bu: “Bu hikayelerde yaşanmışlık var.” Karabey, izleyiciye turistik bir gezi yaptırmayacaklarının da altını çiziyor.

Oyuncular arasında ise, tanınmış yerli isimlerin yanında dünyaca bilinen isimler de yer alıyor. Örneğin Stefan Arsenijevic’in filminde, Lost’ta canlandırdığı “french chick” karakteriyle bilinen Mira Furlan’ı başrollerde görüyoruz. Çekim mekanlarında ise eski İstanbul dokusu hakim. Mısır çarşısı, Balat, Adalar, bu mekanlardan bazıları.

“Onlar olmasaydı bu film olmazdı”

“Unutma Beni İstanbul” projesinin gerçekleşmesinde kimlerin desteği olduğunu da sorduk. Şu anda ciddi bir finansal sorun yaşamadıklarını ifade eden Hüseyin Karabey, projenin yüzde 60’ını finanse eden 2010 İstanbul Ajansı için, “onlar olmasaydı bu film olmazdı” diyerek desteklerinin önemini vurguladı. “Yeni Sinemacılar”ın dışında, yurtdışından bazı ortak yapımcılar da filmin kaynak sağlayıcılarından.

Gösterim için tahmin edilen zaman 2011’in baharı. “İstanbul’u bu şekilde seyretmediklerine eminim” diyerek projeye olan inancını ve iddiasını yineleyen Hüseyin Karabey, İstanbul aşıklarını, İstanbul’u keşfetmeye doyamayanları ve elbette sinefilleri de bu sözleriyle iyice meraklandırıyor.

Söyleşiyi ve kamera arkası görüntülerini buradan izleyebilirsiniz.

Yeni Sinemacılar: Herşeye Rağmen Sinema Yapmak İsteyenler

Hüseyin Karabey’i yakalamışken, elbette “Yeni Sinemacılar”ı da sormadan edemezdik. Son zamanlarda başarılı birçok işin jeneriğinde yer alan “Yeni Sinemacılar”ın nasıl bir araya geldiğini ve nasıl bir oluşum olduğunu öğrenirken, laf da elbette döndü dolaştı Türkiye sinemasının sorunlarına geldi. Aslında az çok duyup bildiğimiz sıkıntıları Hüseyin Karabey çok net ifadelerle bizlere bir kez daha hatırlattı.

Genel olarak Türkiye’nin bir uyanışta olduğunu ifade eden Karabey, bu anlamda sektörde güzel hareketlenmelerin de olduğunun altını çiziyor. “Türkiye’de, kendi hikayelerini anlatmak isteyenler artık gerekeni yapmaya karar verdiler” diyor. Bu bağlamda “Yeni Sinemacılar”ın, birbirlerine benzediklerini fark eden insanların yanyana durmaya karar vermeleriyle oluştuğunu belirtiyor.

“Leş gibi filmleri sunarsanız, halk onları izler”

Türkiye’de sinema yapmaya ve yaptıkları filmleri izleyiciye ulaştırmada yaşanan sorunlar az çok biliniyor. Bu konuda başı çeken de elbette finans sorunu… “Türkiye’de filmlere finans sağlayanlar tutucu” diyen Hüseyin Karabey, bu konuda rahatsız edici bir gerçeği bize hatırlatıyor: “Son 5 yılda ilk filmini yapan insanlardan bir tanesi bile, büyük film şirketleri tarafından desteklenmedi.” Televizyonlar için de aynı şeyin geçerli olduğunu, kültür bakanlığının ise küçük bir kısmını desteklediğini hatırlatırken “biz her şeye rağmen sinema yapmak isteyen bir kuşağız” diye de ekliyor.

Yeni Sinema Hareketi’nin, ticari sisteme giremeyen filmlere destek olmak amacıyla kurulduğunu vurgulayan Karabey, izleyiciye ulaşmasına fırsat verilse, sanat filmlerinin 150-200bin izleyicisi olacağını ifade ediyor. Büyük yapımcıların, basının ve salon sahiplerinin bu işe daha fazla özen göstermesi ve sanat filmlerini izlemek isteyen izleyiciye saygı duyulması gerektiğini hatırlatıyor. “Ne sunulursa, seyirci ona mahkum kalıyor, bu yapılan ahlaksızca” diyor ve bunun büyük bir haksızlık olduğunu söylüyor.

İkinci uzun metraj yolda

Son olarak, bundan sonraki planlarını sorduğumuz Hüseyin Karabey; mayıs ayında, iki yıldır uğraştığı, ikinci uzun metraj filmini çekeceğini söyledi. Amacının yapımcı olmadığını da belirten Karabey, sevdiği projelere destek vermeye de devam edecek.

Röportajımızı, Stefan Arsenijevic’in film setinin olduğu Büyük Londra Oteli’nde gerçekleştirdik. Otelin bir odasında setin kurulum hazırlıkları devam ederken, biz de bolca kuş cıvıltıları ve işini yapmaya devam etmeye mecbur otel görevlilerinin servis takırtıları arasında, bu verimli söyleşiyi gerçekleştirdik. Projenin yapımcısı olarak setlerde bulunmaya özen gösteren Karabey’e, bizi kırmayıp vaktini ayırdığı için tekrar teşekkür ederiz.


Yorum Gönderin