I, Tonya: Taşralı Tonya’nın Yükseliş ve Düşüş Hikâyesi

Buz patencisi Tonya Harding 90’lı yıllarda iki büyük olayla adını duyurmuştu. Çocukluğundan beri buz patenine dair bir yeteneği olan, annesi tarafından 4 yaşından itibaren yıllarca sıkı bir şekilde çalıştırılan Tonya ilk üçlü axel’ı, aynı yarışmada iki kez üçlü axel’ı ve üçlü axel’ı çift toe loop’la tamamlayan ilk patenci olmuş Amerikalı patenciler arasında. Bu rekorlarla anıldıktan sonra ’94’te rakibi Nancy Kerrigan’ın ayağına demirle vurulmaktan sorumlu tutulunca kariyeri de sona erdi. Harding hem rekorları, hem de Kerrigan saldırısıyla 90’lı yıllarda sıkça konuşulmuştu. Margot Robbie‘nin başrolünü ve yapımcılığını üstlendiği I, Tonya patencinin çocukluğuna ve 90’lı yıllarına odaklanıyor ama merkeze bu saldırıları değil, aile içi şiddeti koyuyor.

Ryan Gosling’li Lars and the Real Girl‘le dikkatleri çeken, ama daha sonra çektiği filmlerle (Fright Night, Trooper, Million Dollar Arm, The Finest Hours) pek gündemde kalamayan, başarısını devam ettiremeyen Craig Gillespie‘ya gitsin ilk övgüm. Gillespie iki saat boyunca döktürüyor. Yönetmen, Tonya’nın (Robbie) buz pistinde kaydığı sahnelerini oldukça iyi çekmiş. Ama sadece bu sahnelerde döktürmüyor, Tonya’nın Jeff’i (Sebastian Stan) ilk kez terk ettiği, evdeki her şeyi alıp götürdüğü sahnedeki kamera hareketleri de şahaneydi doğrusu. Oscar’a aday gösterilen kurgucu Tatiana S. Riegel’in de hakkını vermek gerek. Dinamik kurguyla iki saatlik filmin temposunun bir kez olsun düşmemesini sağlıyor. Senarist Steven Rogers’ın dördüncü duvarı yıkıp izleyiciyle iletişime geçen metni ve kara mizahı da eklenince film iki saat boyunca izleyiciyi eğlendirmeyi başarıyor. Bu arada Martin Scorsese’nin filmlerini izleyenler, I, Tonya‘yı izlediklerinde ustayı ve daimi kurgucusu Thelma Schoonmaker’ı da hatırlayabilirler, zira Scorsese bu filmin her yerine nüfuz etmiş durumda. Ustadan esinlenildiği belli oluyor.

Senarist Rogers, Tonya’nın 30 yılını aktarırken mockumentary, yani sahte belgeselden sıkça yararlanıyor, hatta filmi mockumentary üzerine kuruyor. Film boyunca Tonya’nın, kocası Jeff’in, korumasının (Paul Hauser), annesi LaVona’nın (Allison Janney), gazeteci Martin’in (Bobby Cannavale), Tonya’nın eğitmeninin (Julianne Nicholson) dördüncü duvarı yıkarak (yani izleyiciyle iletişime geçerek) görüşlerine yer veriliyor. Bu röportajların aralarına Tonya’nın yaşadıkları ekleniyor. Rogers’ın güçlü tarafı kara mizahı. Olayları dramatikleştirmemesi doğru bir karar olmuş. Özellikle pespembe bir dünyada yaşayan, kendisini kahraman sanan koruma Shawn karakteri filmin en eğlenceli karakteri olmuş. I, Tonya başarılı oyunculukları, su gibi akan kurgusu, iyi yönetmenliği ve eğlenceli karakterleriyle başından sonuna dek eğlendiriyor, olayları bilsek bile Tonya’nın hayatını ilgiyle izlettiriyor. Bir diğer başarıysa rakibinin ayaklarını morartan Tonya’yı hiçbir zaman masumlaştırmaması, onu haklı çıkarmak için uğraşmaması. Mesela filmdeki sahte röportajlarda Tonya bir kez bile hatalarını kabul etmiyor, her şeyin suçunu hep başkalarına yüklüyor. Tonya’nın formdan düşmesinin nedeni olarak başkalarını suçladığı anlarda yönetmenin hızlı bir kurguyla Tonya’nın formdan düşme nedeni olarak sürekli içki içip yemek yemesini göstermesini örnek verebilirim buna. Tabii ki eleştirilerden Amerika da, buz pateni yarışmalarının jürileri de, federasyon da nasipleniyor.

Janney de, Rogers da, Robbie de rollerinde başarılılar. Fakat her şey güllük gülistanlık değil ne yazık ki. Senaryonun sorunları da var. İlk sorun aile içi şiddeti mizaha kurban etmesi. Film boyunca Tonya bir annesinden bir kocasından dayak yiyor. Sorun şu ki senarist Rogers bu aile içi şiddeti aktarırken sahneleri komik hale getiriyor. LaVona’nın küçük Tonya’nın (Mckenna Grace) oturduğu sandalyeyi ayağıyla hızla tekmeleyip kızını düşürdüğü an olsun ya da 15 yaşındaki Tonya’nın koluna bıçağı sapladığı sahne olsun ya da Nancy’nin (Caitlin Carver) bacaklarına vurulduğu an olsun ya da diğer pek çok şiddetli sahneye hep bir mizahi ton hakim. Bu da Tonya’nın zorlu yaşamına gölge düşürüyor, şiddeti hafifleştiriyor, izleyicinin aile içi şiddete takılmasını önüne set çekiyor. Tonya’nın dayak yediği sahneler izleyiciyi güldürmemeliydi kanımca.

Öte yandan diğer sorun da şu: Rogers karakterlerin davranışlarının nedenlerini açıklamaya yeltenmiyor. Filmin Nancy saldırısını merkeze koymaması iyi hoş ama Tonya’nın Nancy’nin ayaklarını demirle vurdurtmasının nedenlerini açıklamıyor. Tabii ki biz biliyoruz, ama filmdeki pek çok şey izleyicinin tahmin gücüne bırakılıyor, nedensellik es geçiliyor. En basitinden LaVona neden bu kadar şiddet uyguluyor? Bir sahnede Tonya annesine “Beni hiç sevdin mi?” diye soruyor. Annesi bu soruyu geçiştirip şiddetini haklılaştırmaya çalışırken “Keşke annem bana iyi davranmasaydı,” diyor. Yani LaVona’nın annesi tarafından sevildiği ifade ediliyor ama kızını 3 yaşından beri şiddetle büyütmesine bir açıklama getirilmiyor. Robbie’ye dönersem… Aktris rolün hakkını veriyor pek tabii ama yer yer abartılı oynamaktan da (Oscar nedeniyle mi?) kaçınamıyor. Aktrisin Tonya’nın 15 yaşındaki halini de oynamak istemesi filmi o sahnelerde gülünç hale getiriyor. Mesela bir sahne var: Yönetmen 15 yaşındaki buz patencilerini gösteriyor, sonra kamera Robbie’ye dönüyor ve Robbie’nin o sahnede 15 yaşında olduğuna (dişlerinde tel var diye) inanmamızı bekliyor, halbuki kamera çocuklardan 28 yaşındaki Robbie’ye dönünce sahne iyice gülünç hale geliyor. Robbie’nin bu sahneleri 15 yaşındaki bir aktrise bırakması gerekiyordu.

I, Tonya su gibi akan kurgusuyla iki saat boyunca eğlendiriyor ama aile içi şiddeti mizaha malzeme yapması, neden-sonuç ilişkisini es geçmesi, karakterlerini yeteri kadar derinleştirememesi (film boyunca sahte röportaj veren gazeteci Martin Maddox kim? Röportaj dışında tek bir sahnede göremiyoruz kendisini), yer yer abartılı oyunculukları gibi sorunları da var. Yani sorunsuz bir film değil, yılın en iyilerinden hiç değil. Gene de izlenmeli.

Yorum Gönderin