J. Edgar: Eastwood’un Edgar’ı Akladığı Film

“J. Edgar”ın çekileceği 2011’in başlarında medyaya yansımış, filmin yönetmenliğini usta yönetmen Clint Eastwood’un üstleneceği ve Hoover’ı Leonardo DiCaprio’nun canlandıracağı açıklanmış, tüm bu gelişmeler sinefillerde heyecana neden olmuştu. Tarihteki iyi-kötü onca isim perdeye taşınırken FBI’nın kurucusu ve ölene kadar başkanlığını üstlenen J. Edgar Hoover’ın hayatı doğru dürüst bir şekilde perdeye aktarılmamıştı.

Hoover’ı en son Michael Mann’in Public Enemies’inde görmüştük. Ama Mann’in odağında John Dillinger olduğundan haliyle Hoover derinleştirilemiyor, karikatürize kalıyordu. Eastwood’un “J. Edgar”ı da bu açıdan önemliydi. Zira Hoover’ı perdeye taşıyan ilk büyük yapım olacaktı. Leonardo DiCaprio’nun Hoover rolüne seçilmesi bazı sinefillerde hayal kırıklığı yaratsa da genel olarak aktörün kötü bir karakterde nasıl oynayacağı merak ediliyordu. Film 9 Kasım 2011’de prömiyerini yaptıktan sonra yazılan eleştiriler hiç de iç açıcı olmadı. Roger Ebert gibi bir kaç eleştirmen filmi savunup ve başarılı bulsa da genel olarak film, Eastwood’un son on beş yılda çektiği en kötü film olduğu belirtildi.

Eastwood ve senarist Dustin Lance Black (Milk’le Oscar’ı kazanmıştı) zor bir işe, hatta deyim yerindeyse “imkansız bir görev”e soyunmuşlar: Hoover’ın 52 yılını 134 dakikaya sığdırmak… Ama Hoover’ın 52 yılı değil 134 dakikaya, 134 saate sığmaz. 8 başkan eskiten (sırasıyla: Warren Gamaliel Harding, John Calvin Coolidge, Jr, Herbert Clark Hoover, Franklin Delano Roosevelt, Harry S. Truman, Dwight David Eisenhower, John F. Kennedy, Lyndon Baines Johnson), bu başkanlarından bazılarını öldürten, John Dillinger ve şürekasını öldüren, hiç sevmediği Joseph McCarthy ile “Cadı Avı”na çıkan ve bu avla Charlie Chaplin dahil bir çok ünlü-ünsüz kişiyi ülkeden süren, Marilyn Monroe, Albert Einstein gibi bir sürü ismi “casus” olarak niteleyen, başkanlara seks şantajları yapan, Martin Luther King’i öldürten, komunizme savaş açan, düşman kalmayınca kendisine hayali düşmanlar yaratan, eşcinselliğini gizli bir şekilde yaşayan, parmak izi arşivini açan birisiydi Hoover. İşte Eastwood’un en büyük amatörlüğü de tüm bu olayları yansıtmak istemesi olarak göze çarpıyor. Halbuki şimdiye dek çekilen ve birisinin tüm hayatının anlatıldığı çok az film gerçekten başarılı oldu. Eastwood’un “J. Edgar”ı başarısız bir film olarak tarihe geçti.

Film Hoover’la açılıyor. Annesiyle ilişkisine değiniliyor. Ardından hemencecik çocukluğuna dönülüyor. Burada sadece bir replik kadar kalıp tekrar Hoover’ın gençliğine ışınlanıyor. Sonrası sürekli Hoover’ın yaşlılığı ve gençliği arasında gidip geliyor. Bu gidiş gelişler (yani flashbackler ve flashforwardlar) bir süre sonra can sıkmaya başlıyor ama filmin sorunu bu kadarla da kalmıyor. Eastwood-Black ikilisi Hoover’ın tüm yaşamını anlatmak istediklerinden, Hoover dahil hiçbir karakteri derinleştiremiyorlar. Tarihte önemli yer tutan karakterler tek cümleyle harcanıyorlar film boyunca. Martin Luther King, Joseph McCarthy, Robert Kennedy gibi karakterler için bir kaç cümle ediliyor ve geçiştiriliyorlar. Helen Gandy ile ilgili akılda “kendisini işine adamış bir kadın”dan başka bir şey kalmıyor aklımızda. Keza hikayedeki Hoover’dan sonra çok önemli olan diğer karakterler için de aynı şeyi söylemek mümkün. Derinleştirilememe mevzusu sadece karakterlerde değil, olaylarda da bulunuyor. Tıpkı karakterler gibi olaylar da derinleştirilememiş. Örneğin Hoover’ın eşcinselliği, annesi ile ilişkisi, Hoover’ın koltuğunu bu denli sağlam bir şekilde koruması, sekiz başkan eskitebilmesi, komunizme nefret duyuşunun nedenleri gibi onca şey derinleştirilemeden anlatılıp geçiliyorlar. Haliyle film bitince akılda “Hoover geymiş”ten başka bir şey kalmıyor. Hoover hakkında bilgi verecek bir film olması beklenen J. Edgar, Hoover’ı doğru dürüst yansıtamayan ve en son bakılacak eser olarak tarihe girmiş oluyor.

Gelelim Eastwood’un Hoover’la ilgili tutumuna. Eastwood filmde bu şeytani adamı koruyup kollamaya, eleştirmemeye gayret ediyor. Filmde anne faktörünü bu kadar önplana çıkararak “Aslında Hoover iyi birisiydi, ama annesi güce tapan ve Hoover isminin tarihe geçmesini isteyen birisi olduğu için Hoover da öyle birisi oldu. Annesiyle ilişkisi, diğer çocukların annesiyle ilişkisinden çok farklıydı. Dolayısıyla onun bu denli kötü olmasında annesinin parmağı vardır” demeye getiriyor (Bu tür bir anneyle daha önce Alexander filminde de karşılaşmıştık). Şüphesiz Hoover’ın şeytaniliğinde annesinin de payı vardır ama bütün suçu anneye yıkıp Hoover’ı melekleştirmeye çabalamak da gülünesi bir davranış. Hoover’ın en tartışmalı tarafı eşcinsel oluşuydu. Hoover sevgilisi Tolson’la ilişkisini sır gibi saklamaya çalışmış, ama vefat edince bu sırlar bir bir ortaya çıkmıştı. Eastwood elinden geldiğince Hoover’ın eşcinselliğine değinmemeye çabalıyor. Hoover ile Tolson bir çiftten çok iki dost şeklinde perdeye taşınmış.

Filmin diğer eksileri ise makyajlar ve görüntü yönetmenliği olarak göze çarpıyor. Özellikle Meryl Streep’in başrolünü üstlendiği The Iron Lady’deki makyajları görünce J. Edgar’ın makyaj ekibinin ne denli kötü bir iş çıkarttığı çok rahat anlaşılıyor. Eastwood’un daimi görüntü yönetmeni Tom Stern aslında başarısız bir işe imzasını atmıyor. Ama öylesine karanlık bir sinematografi benimsemiş ki filmin akıcı olmayan kurgusuyla beraber boğuculuğu artıyor. Ayrıca Eastwood’un her filmi için yaptığı ve birbirlerinden neredeyse hiç farkı olmayan müzikler de kabak tadı vermeye başladı.

Oyunculuğa gelirsek… Naomi Watts filmin en kötü performansını ortaya koyan oyuncu. Bunda rolün kendisine çekimlere bir hafta kala teklif edilmesinin rolünün olduğunu belirtmek gerek. Charlize Theron’a teklif edilen rol Theron’ın reddetmesiyle Watts’a kalmış ama Watts belli ki hazırlanacak zaman bulamadan çekimler başlamış. Leonardo DiCaprio başarılı bir performans sergilese de ortaya özgün bir performans koyamıyor. Kendisini izlerken geçmişteki filmlerini hatırlamamak elde değil. Genç oyuncu Armie Hammer da fragmanda da kendisine yer bulan ve filmin en aksiyonlu sahnesi olan DiCaprio’yla tartıştığı sahnede yeteneğini konuşturuyor ama bu sahne dışında hatırlanabilecek bir performans ortaya koyamıyor. Judi Dench ise her zamanki gibi başarılı.

Eastwood’un Hereafter’la başlayan düşüşü J. Edgar’la devam ediyor. Aksiyonsuz, yorucu, neredeyse tamamı kapalı ortamlarda geçtiğinden boğucu, başarısız bir film J. Edgar. İzleyeceklere tavsiyemiz 137 dakikaya hazır hissedildiğinde filmin izlenmesi…

1 yorum

Yorum Gönderin