Kicking & Screaming: Hızla Tükenen Zamanlar

Öğrencilik, sinemayı ve edebiyatı sıkça meşgul eden konulardan bir tanesi. Bu konunun sıkça yer almasının en büyük sebeplerinden birisi ise yönetmenin ve yazarın söz konusu içeriği istediği doğrultuda ilerletebilmesi. Kendi öğrencilik hayatınızdan esinlenip dönemin şartlarının tasvir edildiği bir eser yaratabilirsiniz[1], kafası karışık bir öğrencinin iletişim sorunlarına dikkat çekmek istiyor olabilirsiniz [2]ya da belirli koşullar altında ortaya çıkacak diyalogları merak ediyorsunuzdur[3]. 1969 doğumlu amerikan yönetmen Noah Baumbach’ın 1995 yapımı ilk uzun metrajı Kicking & Screaming, içeriğini üniversite ile olan bağını bir türlü koparamayan karakterlere borçlu. Yeni mezun olmalarına rağmen üniversite civarında yaşamaya devam eden karakterlerin bir şekilde bu durumun onlar için zamanı durdurduğuna inanmak yanlış olmayacaktır, şayet Baumbach’ın 28 Mart 2015’te The Guardian’da yayımlanan röportajında o dönemlerini “20’li yaşlarımdayken sürekli zamanın hızla tükendiğini düşünürdüm.” diyerek açıklıyor.

Filmin başrolü diyebileceğimiz Grove, mezuniyet gecesi onu sigaraya başlatmış olan sevgilisinin Prag’a gideceğini ve sigarayı bıraktığını öğrenir. Grove’un hikayeler yazarak katıldığı ve itibarı olduğu edebiyat kulübünde tanıştığı sevgilisi Jane ile ilişkisi, flashback’lerden öğrendiğimiz kadarıyla her zaman bir trajedi ve şiirsellik içerir. Jane Prag’a gittikten sonra Grove, okula yeni başlayanlarla sevgilisini aldatsa da ertesi gün telefonundan Jane’in gönderdiği mesajları dinleyecektir. Filmin temelini oluşturan bu ilişkiyi anlatmak için Noah Baumbach’ın tercih ettiği flashback’ler ile karakterlerin yaşadığı nostalji hissi kolayca seyirciye de aktarılabiliyor. Tüm bu nostalji, Grove içinse tek bir şey ifade ediyor: olgunluk. Öncesine dair fazla bir fikir sahibi olmasak da Jane’in Prag’a gideceğini öğrendiği andan itibaren arkadaşlarının yanında bıkkın ve çabuk sıkılan birisi haline dönüşüyor Grove. Ayrılıktan sonra ilk yaptığı arkadaşlarının masasına gitmek ve durumu onlara haber vermek: “I spend the rest of my life with you iditos.”

Bu bıkkın ve sıkılgan tavrı filmin başından sonuna kadar koruyan karakter ise Max. Film boyunca Max’i asabi bir şekilde söylenirken ya da bulmaca çözerken görüyoruz. En yakın arkadaşı Otis ise Max’in tam zıttı bir karakter olarak karşımıza çıkıyor: duyarlı, paranoyak ve sessiz. Baumbach’ın bu üçlü arasında yarattığı bağ, ister istemez bir zinciri getiriyor akla: bir şekilde sürekli temas hâlinde olan halkalar bütünü. Grove’un sessizliği Otis’te de karşımıza çıkarken bu sessizlik Max ile anıldığında bunalımlı bir ruh halinin tezahürü oluyor. Bu farklılıkların arkadaşlıklarında hiçbir sorun çıkarmaması ise kayıtsızlıklarının en büyük örneği. Başka bir açıdan bu arkadaşlığın üniversitede yalnız kalmamak için sürdürüldüğünü de söylemek mümkün çünkü film boyunca karakterler asla gerçekten birbirlerinin söylediklerini dikkate almıyorlar. “Üniversite kredimi yarın ödemeye başlamalı mıyım?” sorusu mezuniyet masasında yalnızca “Sekste başka bir pozisyon olmasını dilemez misiniz?” sorusuyla karşılık buluyor. Bu zorunlu arkadaşlığın bir diğer göstergesi ise yaklaşık on yıldır öğrencilik hayatına aynı okulda devam eden Chet karakteri.

Filmin temelini Jane’in ve Grove’un ilişkisinin oluşturduğunu söylesem de filmdeki karakterler arasında üzerinde en çok durulması gereken karakter Chet. Karakteri Eric Stoltz canlandırıyor. Bu film öncesinde Roger Avary’nin Killing Zoe filminde ve Pulp Fiction’da oynadığını belirtmekte fayda var. Chet karakterini film boyunca kitap okurken ya da barda çalışırken görüyoruz. Barda çalıştığı süreyi de filozoflar hakkında metaforlar içeren cümleler kurarak geçiriyor. On yıllık süreç boyunca edindiği arkadaşları bir bir mezun eden Chet için bu durumda asla bir mahsur yok. Onun için öğrencilik, ile avukat ya da doktor olmak arasında hiçbir fark yok. Hepsi bir tercih meselesi ve Chet’in tercihi öğrenci olmak.

Noah Baumbach’ın yarattığı Chet karakteri, filmi öğrenciler hakkındaki diğer filmlerden kolayca ayıran yegâne etmen. Noah Baumbach’ın daha sonraları çekeceği Frances Ha, The Squid and The Whale gibi filmlerin en büyük özelliği olan diyalogları, Kicking & Screaming için de önemini koruyor. Bu diyaloglardan en kritiği ise Chet’in film sonu Grove’a hayatı ile ilgili görüşlerini açıkladığı kısım. Kicking & Screaming, tasvir ettiği memnuniyetsiz ve özgüvensiz karakterlerle Baumbach’ın bir daha filmografisi boyunca yapmayacağı bir şey yaparak döneminin belirli bir kesiminin portresini çıkarıyor.

“Somehow I experienced my time as a postponement of my life… but eventually I just realized that this is my life. Some people need to have a real career which is something that I’ve never really understood why someone would want to be a vet or a lawyer or a filmmaker. I’m paraphrasing myself here but I’m a student and that’s what I chose.”

[1] François Truffaut’nun ilk uzun metrajı Les Quatre Cent Coups (1959), yönetmenin geçmişinden esinlenmekle kalmayıp bünyesinde öğretmenlerin ve ebeveynlerin tutumlarına dair eleştiriler barındırmakta. Aynı şekilde James Joyce’un öğrencilik hayatını anlattığı romanı A Portrait of the Artist as a Young Man (1916), dönemin İrlanda okullarındaki Katolik tutumu eleştirir.

[2] 2001 yapımı Donnie Darko en belirgin örneği.

[3] The Breakfast Club (1985) ya da Dazed & Confused (1993)


Yorum Gönderin