London Boulevard: Benimle Ne Alakası Var?

Bugüne kadar Monahan’ın yazdığı birkaç film seyretmiştik. The Departed, Body of Lies bunlardan en bilinenleri. London Boulevard ise Monahan’ın yönettiği ilk film. İrlandalı Ken Bruen’in romanından kendi uyarladığı filmi ben beğendim; orijinal bir ilk film.

Bir filmi ifade ederken rahatlıkla kullanabileceğimiz bir tür var sanırım: sürekli sigara içilen film. Türler arasına koymak lazım bunu. Çok kapsamlı bir ifade bence. Neyse, London Boulevard da o filmlerden işte. Hapishaneden çıkan bir adam yeni bir hayat kurmaya çalışır fakat geçmişi buna izin vermez. Böyle klişe gibi görünen bir hikayesi var filmin fakat kesinlikle London Boulevard bunun çok ötesinde. Filmi ancak bu minvalde değerlendirebiliyorsanız, kötü bir sinema seyircisi olduğunuzdan şüphe etmelisiniz.

Bir kere oldukça karakterli bir duruşu var filmin. Seyirciyle mesafeli bir ilişki kuruyor. Hemen içine giremiyorsunuz filmin fakat bu tesadüfen ya da yanlışlıkla yapılmış bir şey değil; filmin karakteriyle alakalı. Film, seyircisiyle kurmaktan imtina ettiği bu bilinçli ilişkiyi hayatla kuruyor. Öyle ki, başka bir filmde seyirciyi rahatsız edecek kadar çok olan denk gelmeler / tesadüfler, London Boulevard’da içselleşmiş olarak karşımıza çıkıyor. Bazen bunun filmle ne alakası var dediğiniz oluyor fakat Monahan hepsinin filmle, hayatla ve sizinle alakalı olduğunun altını çiziyor özellikle. Burada ne demek istediğimi seyredenler daha iyi anlıyordur tahmin ediyorum. Mafya babası Gant’ın infazları öncesi anlattığı alakasız görünen hikayeler ritüeli esas oğlanın da ilgisini çekmiş olacak ki, o da infaz öncesinde bu tribe sırtını dayıyor. Hiç alakasız olur mu, değil mi?

Hikayeye dönellim biraz: Hapishanedeyken bolca okuyup olgunlaşan bir adamın, çarpık bir hayatın içerisinde düzgün bir yaşantı kurma hayali üzerine kuruluyor. Rilke’den alıntı yaparak konuşan bir sokak delikanlısı kolay yetişmese de, hayat onun için kendi planlarını yapıyor. Hapishaneye bir daha girmemeye yeminli karakterimiz kendisine doğru bir yol arıyor fakat sokaklarda yaşayan bir dostunun öldürülmesi, kız kardeşinin alkolik ve yarı-deli oluşu, eski dostunun kaypaklığı, eşcinsel bir mafyanın ona kafayı takması, koruma olarak gittiği aktrisin şizofren olması ve bizim adamın ona aşık olması ve daha sayamayacağım kadar fazla çarpıklık (filmde geçen hatta filmden geçen her karakter ve olay çarpık çizilmiş) içinde kendisine bir yol arıyor karakterimiz. Hem delikanlı, hem vakur, hem olgun, hem dirayetli, hem inatçı olan bu karakter bu yanlışlar içerisinde kendi doğrusunu bulur mu dersiniz? Finalde o doğruyu bulamasa da, bence mümkün olan tek doğru onu buluyor.

Filmlerin sürprizlerini öğrenmekten rahatsız olan izleyici, senin bu tavrını sevmiyorum ama yine de sürprizlerin senin olsun diyerek spoiler vermiyorum . Fakat yine sana söylüyorum, bu filmi sen beğenmezsin; filmi seyredip de sonra bana çemkirme.

Hayata karşı fikri olan, tavrı olan ve bu tavrı seyirciyi ucuz yollarla tavlamaktan daha fazla önemseyen bir film izlenimi yarattı bende London Boulevard. Süper bir film değil elbette, mütevazi bir sokak filmi. Ama benim için çok iyi bir ‘ilk film’. Şahsen Monahan’ın bundan sonra yapacağı işleri merakla takip edeceğim, bu adamda büyük iş var. Filmi de benzer kafadaki sinefillere tavsiye ederim. Ayrıca filmde Colin Farrell, Keira Knightley falan oynuyor, film de 15 nisanda vizyona giriyor.

Yorum Gönderin