Michael Mann, Amerikan sinemasında Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, Quentin Tarantino, Steven Spielberg ve Brian De Palma gibi günümüzde halen yaşayan ve film çeken auteur yönetmenlerden biri olarak görülür. Kariyeri 70’lerde kısa filmlerle sınırlı kalan Michael Mann, 80’lerle birlikte uzun metrajlı film çekmeye başlar ve çok geçmeden kendi özgün sinemasını oluşturur. Özellikle 90’larda çektiği Heat ve Insider yönetmenimizin en büyük iki başyapıtı olarak anımsanır ve ikisi de çoktan kült mertebesine erişmiş filmlerdir. Kendisi aynı zamanda Amerika’nın en iyi suç filmi çeken yönetmeni olarak görülür. Filmlerinde bulunan öğeler şunlardır:
1.Kötü karakterlerin çok başarılı yazılması. (bkz Neil McCuley, Vincent)
2.Tüm karakterlerinin iç dünyasının ve derinliklerinin seyirciye aktarılması
3.Noir ile suç türlerini kusursuzca harmanlaması
4.Kusursuz renk sinematografileri, özellikle mavi ve gri tonları
5.Başrol oyuncuların yanına kaliteli yardımcı oyuncuların eşlik etmesi (bkz Val Kilmer – Michael Sizemore = HEAT, Christopher Plummer – Philip Baker Hall = Insider)
Thief, 1981
Thief, Michael Mann’ın ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen kariyerindeki en iyi filmlerinden biridir. Yukarıda saydığımız maddelerin neredeyse tamamı bu ilk filmde kullanılır. Özellikle renk sinematografisindeki ustalığı bu filmle ilk kez görülür sonrasında Heat, Insider ve Collateral’de devam eder.
Filmde The Godfather’ın ilk filminden hatırlayacağımız büyük oyuncu James Caan, bu filmden 3 yıl sonra 1984’te Once Upon A Time In America (Bir Zamanlar Amerika’da)’da oynayacak olan aktrist Tuesday Weld, genellikle yaptığı orjinal film şarkılarıyla tanınan ve bir en iyi orjinal şarkı dalında oscar adaylığı bulunan Willie Nelson, K-9 filmiyle tanıdığımız Jim Belushi ve geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden, Robert De Niro’nun Midnight Run filmindeki mafya babası olarak hatırlayacağımız Dennis Farina rol alır.
Film, ünlü bir elmas hırsızı olan Frank’in emekli olduktan sonra çok kazançlı bir teklif karşılığında bir soyguna daha kalkışması ve bunun devamında sevgilisini de etkileyecek olayların önüne geçememesini anlatmaktadır.
Manhunter, 1986
Manhunter (İnsan Avcısı) Michael Mann’ın Thief’ten sonraki 3.filmidir. Ve en az Thief kadar başarılı olmuştur. Bu film 1991’de sadece Amerika’da değil dünyada fırtınalar estiren The Silence of The Lambs (Kuzuların Sessizliği), onun devam filmleri Hannibal ve Red Dragon’un ilk filmidir. Aslında Manhunter’ın hikayesi birebir olarak serinin üçüncü filmi Red Dragon ile örtüşür.
Emekli dedektif Will Graham yeni bir seri katili yakalamak için geçmişte yakaladığı yamyam seri katil Hannibal Lecter’dan yardım ister. Filmde efsane Hannibal Lecter’ın gençlik dönemlerine ait sahneler de mavcuttur. Dedektif Will Graham rolünde William Petersen’ı izlerken, Hannibal Lecter rolünde ise özellikle muhteşem sesi ve ağır İngiliz aksanıyla tanınan oyuncu Brian Cox’u görürüz. Cox’un yanı sıra Joan Allen ve Kim Greist’te filmdeki diğer yıldızlar.
The Last Of The Mohicans, 1992
The Last of The Mohicans (Son Mohikan) dünya sinemasının önemli filmlerinden sayılır. Michael Mann’ın da filmografisinin büyük işlerinden biridir kuşkusuz. Ayrıca en çok en iyi erkek oyuncu oscarı bulunan Daniel Day Lewis’in de 90’lı yıllara patlama yaparak girmesine neden olan filmdir Son Mohikan. Michael Mann yine kuvvetli bir oyuncu kadrosuyla çalışır bu filminde de. Filmde Daniel Day Lewis’in yanı sıra Madeleine Stowe, Russel Means, Wes Studi, Jodhi May gibi isimler yer alır.
Film 18.yüzyıl Kuzey Amerikasında geçer. Fransızlar ve İngilizlerin bölgeyi işgal etme çabaları esnasında çatışmaların ortasında kalan Kızılderililer ve Yerleşimciler çok zor durumdadırlar. Yerleşimcilerden olan Cora ve ailesi, Şahingöz adında bir başka bir yerleşimci tarafından kurtarılır ancak Şahingöz Kızılderililer tarafından yetiştirilmiş ve savaş sanatları üzerine eğitim almış bir savaşçıdır. Film, Şahingöz’ün Cora’nın ailesiyle yakınlaşması ve birlikte işgal güçlerine verdikleri mücadeleyi anlatır.
Heat, 1995
Geldik Michael Mann’ın kariyerinin en büyük ve kült filmine. Sene 1995, 90’larla birlikte Amerikan sinemasında peş peşe başyapıtlar çekiliyor. 1995’te bu 90’ların en bereketli yıllarından biriydi. Se7en, Braveheart, Casino, Usual Suspects, Twelve Monkeys. 95’teki bu muhteşem filmlerden biri de Heat’tir. Michael Mann, 1989’da televizyon formatına çektiği ancak benim yazımda kullanmadığım film L.A. Takedown’u görkemli bir şekilde beyazperdeye uyarlar. Bunu yaparken de sinema tarihinin gelmiş geçmiş belki de en iyi kadrosunu kurmak için kolları sıvar. Filmin kadrosunda Al Pacino, Robert De Niro, Val Kilmer, Tom Sizemore, Diane Verona, Amy Brenneman, Jon Voight, Natalie Portman, Wes Studi ve Kuzuların Sessizliği’nde Buffalo Bill olarak hatırlayacağımız Ted Levine yer alır. Ayrıca Michael Mann Thief’i çekmeden önce Heat’te Neil’in yattığı hapishane olarak bahsedilen Folsom’da bir süre vakit geçirdi. Thief ile Heat’te burada edindiği bilgiler ve kulak misafiri olduğu sohbetlerden yararlandı.
Film sadece en iyi polisiye dram olarak gösterilmez, gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak görülür. Günümüzde halen suç – polisiye türünde film çekecek tüm yönetmenler için Heat en büyük referanstır. Ayrıca günümüzde efsane haline gelen yönetmen Chrsitopher Nolan da Heat’in büyük hayranıdır ve 2008’de çektiği başyapıt filmi The Dark Knight, sahneleri, çekimleri, noir öğeleri ve renk kullanımlarıyla Heat’e saygı duruşu niteliğindedir. Ve filmin en büyük özelliği de çağımızın en büyük iki oyuncusu Al Pacino ve Robert De Niro’nun birlikte aynı sahneyi paylaştığı ilk film olmasıdır. Efsane ikili bu filmden yıllar önce 1974’te Coppola’nın ikinci İtalyan sofrası olan The Godfather Part II’de de rol almışlardır ancak sahnelerinin tamamı ayrıdır. Malumunuz üzere Baba 2’de Robert De Niro genç Vito Corleone’yi Al Pacino’ise Vito’nun oğlu Michael Corleone’yi canlandırıyordu ve iki karakter birbirinden farklı yıllarda yaşamışlardı.
Film, işlerine aşık olan iki adamı anlatır. Karizmatik soyguncu Neil McCuley, tecrübeli polis memuru Vincent Hanna. Neil’i Robert De Niro, Hanna’yı Pacino canlandırır. Filmin sinemaseverler ve oyuncuların fanları tarafından bu kadar sevilmesinin en büyük nedeni de burada yatıyor aslında. Biraz önce söylediğim işlerine aşık iki adam. Vincent ve Neil, aralarında geçen kovalamacadan sonra bir restoranda kahve içmeye otururlar ve sinema tarihine geçen o sahne başlar. Sahne tam olarak 8 dakika ve diyalog yazımlarının kusursuzluğu seyircinin de kafedeki o tatlı ortama kendini kaptırmasını sağlar. Genellikle sinemaseverler arasında The Dark Knight’taki Joker’den sonra kullanılmaya başlanan bir cümle, bir anekdot vardır:
“Bir filmi iyi yapmak istiyorsan muhteşem bir kötü karakter yarat” İşte Heat kesinlikle bu cümlenin aynası niteliğinde bir film. Neil, filmi izleyenlerin de bileceği üzere asla keyfi insan öldürmeyen, dakik, disiplinli ve aslında cani olmayan bir kötü adam. Restoran sahnesinde Vincent ile aralarında geçen diyaloglar iki karşı tarafta olan kişinin bir süreliğine de olsa nasıl dost olabileceğini çok iyi özetler:
Vincent: Hiç normal bir hayat istemedin mi?
Neil: Neymiş o mangal ve futbol mu?
Vincent: Evet.
Bu esnada Vincent evet derken yüzünde Neil’in normal hayat görüşüne katılır nitelikte bir tebessüm eder ve dostça sohbetleri devam eder. Şimdi yazacağım kısa diyalogda da işlerine olan sevgilerini ve başka bir şey bilmediklerini onaylamalarını göreceğiz.
Neil: Ben en iyi bildiğim işi yaparım, soygun yaparım. Sen en iyi yaptığın şeyi yaparsın benim gibileri yakalarsın.
Vincent: Ben başka bir iş bilmiyorum.
Neil: Ben de.
Vincent: Başka bir iş yapmak istediğimi de sanmıyorum.
Neil: Katılıyorum.
Şimdi gelelim filmi kara film yapan özelliklere. Özellikle Vincent’in özel hayatı tepetaklak olmuş durumda, 3.evliliği, sorunlu bir üvey kızı var. Filmde kara film özelliklerine uyan bir diğer önemli karakter de Val Kilmer’ın canlandırdığı Chris. Chris, Neil’in ekibinde en değer verdiği kişi konumunda. Chris, karısıyla kavga ettiğinde soluğu Neil’in evinde alıyor, Neil birkaç defa onları barıştırıyor. Neil ise hayatına kimseyi sokmamış ve hep :
“Hayatına ilişki sokma ki polis baskını olacağını anladığında 30 saniye içinde her şeyi bırakıp gidebilesin” cümlesini kendine felsefe edinmiş bir karakter ve filmde birkaç kez bu cümleyi tekrarlıyor. Oturduğu ev bile bu felsefeye göre kurulmuş, göl kıyısında, hiç eşya olmayan büyük bir ev.
Neil’in yaşam disiplini kendine ilke edinmesi ve çalışmasından ödün vermeyişini Chris ile arasında geçen şu diyalogla anlıyoruz :
Chris: Ne zaman mobilya alacaksın?
Neil: Zamanım olduğunda.
Ardından Neil, Amy adında bir kadınla tanışıyor ve ilişki yaşamaya başlıyorlar. Burada ilişki sokmama ilkesini esnetir ancak cümlenin geri kalanını tam anlamıyla uygular. İkisinin arasında geçen bir diyalog Neil’in dışardan görünen biri gibi olmadığını, çetesindeki herkesin ailesi olup onun olmamasını dert etmediğini hatta kendisine göre yalnız olmadığını kanıtlar nitelikte. Ayrıca filmin de en unutulmaz repliklerinden biri.
Eady: Kendini yalnız hissettiğin olur mu?
Neil: Tek başımayım, yalnız değilim.
https://www.youtube.com/watch?v=rsIujHJpKIc&t=277s
Şimdi gelelim filmin fanatikleri tarafından en çok dile getirilen ayrıntıya. Neil ve çetesinin giydikleri takım elbiseler. Neil neredeyse filmin tamamı boyuncu gri pantolon üstüne beyaz gömlek ve onun üstüne gri ceket giyer. Burada ilginç bir ayrıntı var çünkü bu filmden 9 yıl sonra 2004’teki Collateral’de Tom Cruise’un canlandırdığı kiralık katil Vincent’ta tam olarak böyle giyinir. Michael Mann hem bu kıyafet modasına bu iki filminde uyuyor hem de iki filmde de ana karakterlerden birine Vincent ismini verir.
The Insider, 1999
Michael Mann, Heat ile adeta kariyerinde zirveye çıkar. Çok büyük sükse yapmıştır. Artık o sakallı olmadığı halde Hollywood’un sakallıları arasında anılan bir yönetmendir. Hollywood’un sakallıları çok fazla kişi tarafından bilinmeyen bir tanımdır. 1957 yılında Amerika’da sona eren ikinci ve son Red Scare (Kızıl Tehlike) döneminden sonra sinema çöküş noktasına gelmişti. Kızıl Tehlile, ilki 1917 – 1920 arasında olan ve sonuncusu 1947 – 1957 arasında gerçekleşen Hollywood sinemasındaki cadı avları dönemlerine verilen addır. İlki 1917 Ekim Devrimi’yle oluşan komünizm korkusu ve ardından yaşanan olaylardır ancak ikincisi 10 yıl sürmüştür ve Amerikan sinemasını ciddi zararlara uğratmıştır. Komünist olsun olmasın yüzlerce sektör çalışanı hapise atılmış, sürgün edilmiş ve fişlenmiştir. Bu sakallılar ise 1970’den itibaren üst üste kült filmler çeken Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, Steven Spielberg, Brian De Palma ve George Lucas’tır. Hepsi birbirinden hasılat fırtınası yaratan filmler çekerek kendi sinemalarını ikinci kızıl tehlike döneminden kurtarmışlardır. Ve tabi ‘sakallılar’ olarak anılmalarının sebebi de bu yönetmenlerin gençliklerinde hippi tarzını andıracak şekilde uzun sakallı olmalarıdır. Michael Mann’da 80’ler ve 90’lardaki işleriyle bu akımın dış fiziki görünüş olarak olmasa da son temsilcisi olarak görülür.
Gelelim Insider’a. Insider gerçek olaylardan alınmaktadır ve Mann’ın gerçek olaylardan alıntı yaparak çektiği ilk filmdir. İkincisi 2001’deki Ali’dir. Insider’ın oyuncu kadrosu da göz kamaştırıcıdır. Heat’ten Al Pacino, 97’deki yine bir kara film polisiye olan L.A. Confidential (Los Angeles Sırları)’ndan Russel Crowe, 1929 doğumlu yaşayan efsane olan ve Hollywood’da genellikle sinsi kötü adamlara hayat veren, son olarak 2015’te festival filmi The Remember’daki performansı ile hatırlayacağımız Christopher Plummer, 96’daki Coen kardeşler harikası Sydney’den Philip Baker Hall ve yine Heat’ten Diane Verona rol alırlar. Ayrıca gerçek Jeffrey Wigand ve Lowell Bergman film boyunca Pacino ve Crowe’a danışmanlık yaparlar.
Film dünyaca ünlü bir sigara şirketinin üst düzey yöneticiliğini yürüten Jeffrey Wigand (Crowe)’ın aniden işten çıkarılmasıyla Wigand’ın saygın gazeteci Lowell Bergman (Pacino)’dan yardım istemesini ve gelişen olayları anlatır. Özellikle Russel Crowe’un bu filmdeki performansı olağanüstüdür. Film özellikle Wigand ile Bergman’ın farklı şehirlerden birbirleriyle yaptıkları telefon konuşma sekanslarıyla hatırlanır. Wigand’ın şirket tarafından tehdit edilmesiyle birlikte korkmaya başlaması, paranoyaklaşması gibi psikolojik yıpranmaları Crowe çok başarılı şekilde perdeye yansıtır. Bazı sahnelerde ani jest ve mimik değişikleri ve çığlık atmalarıyla hatırlarda yer eder ki bu performansı ona en iyi erkek oyuncu dalında oscar adaylığı kazandırır. Film aynı Heat’teki gibi müthiş noir öğeleri içerir özellikle Wigand’ın karakterinin içinde yaşadığı psikolojik çöküşler ve gene kusursuzca kullanılan renk kullanımları bu öğelerden sadece ikisidir.
Ali, 2001
Ali, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi boksörü sayılan Muhammed Ali’nin akıllara durgunluk veren hayat hikayesinin anlatır. Michael Mann’ın Insider’dan sonraki ikinci biyografik filmi olma özelliğini taşıyan yapım, yönetmenin 2000’li yıllardaki ilk filmi ve önemli işidir. Film boyunca gerçek Muhammed Ali ile de toplantılar yapan Mann, hatırı sayılır bir Muhammed Ali filmi çeker. Ali’yi siyahi aktör Will Smith, Ali’nin yakın dostu, menejeri ve söz yazarı Drew Bundini Brown’ı 3 yıl sonra 2004’te Ray Charles’ı canlandırarak en iyi erkek oyuncu oscarını kazanacak olan Jamie Foxx, Jon Voight ve Ali’nin en önemli dostlarından olan devrimci siyah hareketin liderlerinden Malcolm X’i Mario Van Peebles canlandırır.
Film en iyi erkek oyuncu ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dalları olmak üzere 2 dalda oscar adayı olur. Ancak film hep Heat ve Insider’a göre sönük kalır.
Collateral, 2004
Collateral, Michael Mann’ın Ali’den sonra yeniden en iyi olduğu suç türüne dönüşünü simgeleyen filmdir. Aynı Heat’te Robert De Niro’nun Neil’i gibi bu filmde de yine Vincent ismiyle muhteşem bir kötü adam vardır. Gri renk takım elbisesi ve gri beyaz saçlarıyla Vincent sinemanın en karizmatik kötüleri arasına girer Tom Cruise’un müthiş oyunculuğuyla. Filmde Cruise’un yanı sıra Ali filminden Jamie Foxx, Will Smith’in karısı Jade Pinkett Smith, Mark Ruffalo rol alırlar. Kısa bir süreliğine filmde Javier Bardem’de oynar. Film özellikle Vincent’ın dünyadaki yabancılaşma ve insanların psikolojik olarak içlerine kapanıklıklarına replikleriyle yaptığı vurgular çok dikkat çeker. Öte yandan en hatırlanan sahnelerden biri kuşkusuz gece kulübündeki çatışma sahnesidir. Ve tabiki şehir yine Michael Mann’ın filmlerinde en çok kullandığı şehir olan Los Angeles’tır.
Film, kiralık katil Vincent’ın kendisine verilen hedefleri temizlemek için Max’in (Foxx) taksisine binmesini ve aralarında gelişen dostluğun ardından Max’in Vincent’ın gerçek mesleğini öğrenmesinin ardından aralarında başlayan kedi fare oyununu anlatır.
Public Enemies, 2009
Public Enemies, Michael Mann’ın son iyi filmidir. Aslında filmin Amerika tarihinin en ünlü banka soyguncusu John Dilinger’ın ve en az onun kadar ünlü olan Baby Face Nelson’ın suç kariyerlerini anlatacağı açıklandığında sinemaseverler tarafından beklenti çok üst yerlere çıkmıştır. Ancak film seyircinin beklediği gibi kült veya hit bir film olamamıştır doğru kişi tarafından yönetilmiş olmasına rağmen. Kadroda Johnny Depp, Christian Bale gibi iki ağır topun yanı sıra Jason Clarke, İngiliz sinemasının yükselen isimlerinden olan, This Is England, Snatch gibi filmlerden ve Boardwalk Empire dizisindeki çok başarılı Al Capone performansıyla hatırlayacağımız Stephan Graham yer alır.
Film, John Dilinger ve çetesinin ortaya çıkışını, ünlenmelerini, halkın sempatisini kazanırken devletin düşmanlığını kazanmalarını ve devlet tarafından halk düşmanı ilan edilmelerini anlatır. Ayrıca dönemin efsane FBI şefi Edgar Hoover’ın Dilinger’ı bizzat öldüren polis Melvin Purvis’e nasıl komplolar kurduğunu ve başarısını kendi başarısıymış gibi göstermesini de anlatır. Bunların dışında 30’lar Amerikası arka planı son derece başarılıdır. Johnny Depp ve Christian Bale’de rollerini gayet başarılı oynarlar.
Bonus:
Michael Mann, en erken 2018’de çekimlerine başlayacağı yeni bir suç klasiği çekme planları yapmakta. Filmin Amerikalı ünlü gangsterler Tony Accardo ve Sam Giancana’nın anlatması planlanıyor ve Mann filmin senaristliğini de üstlenmiş. Bize de sadece filmi beklemek düşüyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.