The Aviator: Havadan Ne-m Kapmak

Howard Hughes (1905-1976):ABD’nin ilk milyonerlerinden,rekorlar sahibi bir pilot ve havacılık tarihinde önemli işlere imza atmış biri, film yönetmeni ve yapımcısı, bir mucit, Las Vegas’ın kurucularından, sayısız Hollywood yıldızıyla birlikte olmuş bir çapkın ve ileri derecede obsesif-kompulsif hastası…

The Aviator

Biyografik anlatılar neye hizmet eder? Soruya birden çok yanıt verebiliriz. Genel bir cevap verecek olursak ”insanlığın her döneminde çoğunluk, standart hayatlar yaşamıştır, bazıları ise standardın dışına çıkmıştır; işte biyografik yapıtlarda bu türden insanları, diğerlerine alternatif olarak sunma işlevi görür,” diyebiliriz. 2004 tarihli Martin Scorsese filmi The Aviator da Howard Hughes’ın hayatını konu edinir. Hughes o kadar sıradışı biridir ki, 170 dakikalık filminde Scorsese onu anlatmalara doyamaz; lakin Scorsese gibi Amerikan tarihine ilgi duyan bir yönetmenin, amerikan tarihinde önemli bir yere sahip bir bireyi sadece özel hayatı bağlamında ele alacağını düşünmek yanlış olur. Haliyle Scorsese de Hughes’ın tarihsel bağlamlarıyla ilgili söylemlerde de bulunuyor; fakat Hughes’ın sıradışı kişiliğiyle fazlasıyla meşgul olduğundan, sesi yeterince güçlü çıkmıyor.

The Aviator, küçük Howard’a annesinin banyo yaptırdığı sahneyle açılıyor. Burada anne, oğluna güvende olmadığını; çünkü etrafta kolera salgının kol gezdiğini söyler. (Film bize, sonrasında da göreceğimiz gibi mikrop takıntısı olan Howard’ın kariyerini oluşturmak için sarfettiği tüm insanüstü çabaların patolojisinde annesinden aldığı bu uyarının yattığını düşündürür. Ancak finalde Hughes’ın hatırladığı banyo sahnesindeki -ilkinde olmayan- bir detay, ezberimizi bozar: Hughes daha o yaştayken, annesine ileride dünyanın en hızlı uçaklarını uçuracağını, en büyük filmleri çekip dünyanın en zengin adamı olacağını söylemiştir) Akabinde yetişkin olmuş Hughes’ı, Cehenem Melekleri adlı dört ylda dört milyon dolar bütçeyle çektiği filminin setinde görürüz. Hollywood işlerinden sıkıldıktan sonra da uçak geliştirme işlerine ve rekor denemelerine girişir. O esnada da annesinin yerine koyabileceği Katherine Hepburn ile tanışır ve ilişki yaşamaya başlarlar. Bir yandan inanaılmaz bir kariyer yapan bir yandan da aşk ilişkileri yaşayan Hughes, diğer bir yandan da yakasını bırakmayan mikrop takıntısıyla boğuşmaktadır.The Aviator2

Hughes’ın hal-i pürmelali, başta Lacanyen olmak üzere psikanalitik bağlamda birçok okumaya kapı aralıyor.Kabaca Lacanyen bir okumaya girişirsek; Hughes’ın toplumla kurduğu ilişkiyi simgesel evre, annesiyle kurduğu ilişkiyi de imgesel evre üzerinden değerlendirebiliriz. Film, bu iki evrenin de hakkını verebilirken, aynı başarıyı bir düzdeğişmece olarak kullanılan Hughes’ın hayatından yol alınarak oluşturulmak istenen alt metinde yakalayamıyor. Yine de demeye getiriyor ki; Amerika’nın kurucuları olan Avrupa’dan gelmiş maceracılar, püritenler, talancılar, geçinemeyenler, yeni bir hayat kurmak isteyenler için Amerika simgesel evrelerine, geldikleri Avrupa(anne)’da imgesel evrelerine karşılık gelmektedir.

İşte bu yüzdendir ki Hughes’ın aynanın karşısında istemsizce tekrarladığı ”geleceğe açılan yol” cümlesinde ifadesini bulan güdüsü, evreleri arasında uçurum yaratmıştır. Tıpkı, Yeni Dünya diyerek geldikleri yerde gerçekten de yeni bir dünya yaratanların aynı köklere sahip Avrupa ve Amerika arasında yarattıkları uçurum gibi…