The Eddy: Damien Chazelle’den Müzik ve Kaos 

EDY05289.ARW

Selamlar bakiniz.com takipçileri. Bugün sizlere, Netflix’in 8 Mayıs tarihinde biz seyircilere sunduğu The Eddy dizisinden bahsedeceğim. Diziyi henüz seyretmediyseniz, yazının belli bir kısmına kadar spoiler olmadığını belirteyim. Spoiler ibaresini gördükten sonra yazıyı bırakmanızı ve diziyi seyretmenizi öneririm. Keyifli okumalar.

Son yılların en gözde yönetmenlerinden biri olan Damien Chazelle, The Eddy dizisinin ilk iki bölümünü yönetiyor. Chazelle’i tanıyanlar, diziden ne bekliyorsa, onunla karşılaşacaklar. Harika müzikler, dinamik kamera ile çekilmiş sahneler ve derinlikli karakterler.

Dizi de Chazelle’in yönettiği ilk iki bölüm ile diğer bölümler arasında gözle görülür bir fark var. Dizi genel atmosfer açısından karanlık olsa dahi ilk bölüm daha karanlık ve kamera daha dinamikti. Diğer bölümlerdeki yönetmenliklerin başarısızmış gibi görünmesinin en büyük nedeni bu. Chazelle, bize kaos ortamını hareketli bir biçimde sunarken, dizinin kalan bölümlerinde bu tarz bir anlatıma çok az sahnede tanık olduk.

Dizinin temelini diyaloglar ve müzikler oluşturduğundan, bu tarz yapımlara alışık olmayan bünyeler, izlerken zor anlar yaşayabilir. Ağır anlatımından ötürü yüzde yüz bir odak isteyen diziyi, Netflix’in son zamanlarda yaptığı en özgün işlerden biri olarak tanımlamak hiç yanlış olmaz.

Farklı bir üslupla hikayesini anlatan bu yapımın göze çarpan en büyük özelliği, her bölümün bir karakterin hayatına ayrılması diyebiliriz. Bölüm isimlerinden de anlaşılacağı üzere dizi, sekiz bölüm boyunca her bir karakterin yaşamına odaklanırken, arka planda da ana hikayesini ustalıkla anlatmayı başarıyor.

Yazının bundan sonrası spoiler öğeler taşıyor.

Müzik yapma dışında, kulübün başka hiçbir işiyle ilgilenmeyen Elliot’un, Farid’in ölümü ile birlikte bütün işlere göğüs germek zorunda kalması, dizinin bizlere anlattığı ana hikayenin temelini oluşturuyor. Eşiyle boşanmış, çocuğunu kaybetmiş, kızıyla ilişkileri kötü ve sevgilisi ile problemler yaşayan Elliot karakterinin kucağında artık büyük ve patlamaya hazır bir bomba vardır.

Ana hikaye, kulübü kurtarmak ve grubun dağılmasını engellemek olsa da izlerken benim hoşuma giden, Elliot’un bu sorunlarla başa çıkma süreciydi. Esasen bencil bir karakter olarak bizlere tanıtılan Elliot, diğer tüm karakterlere oranla daha özverili ve daha düşünceli. Yan karakterlerin birçoğu sadece kendini düşünürken, Elliot ise herkesi düşünmekle, tüm sorunları çözmekle ve kimseye ayak bağı olmamakla uğraşıyor. En ufak bir sorunda dahi herkes Elliot’a çemkirirken veya ondan hesap sorarken, Elliot ise başkasının problemlerini çözmeye ve onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Bu problemlerle savaşırken hiç kimseden destek alamadı aksine diğer tüm karakterler en ufak bir problemde Elliot’un karşısına dikildiler. Dizi boyunca Elliot karakterine haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Farid’den sonra özverili bir biçimde sorunları çözmeye çalışırken yaptığı en büyük hata, her probleme kendisinin koşması ve diğer hiç kimseyi, konular hakkında bilgilendirmemesiydi.

Dizinin en yavan bulduğum ve keşke olmasa dediğim anları, Farid’in katilinin bulunma süreciydi. Elliot ve polisler arasında yaşanılan olaylar, amatör ve tuhaftı. Polislerin Elliot’a olan yaklaşımı, Elliot’un onlardan bu kadar bilgi saklamasına rağmen hâlâ ona güvenmeleri, bana çok basit ve profesyonellikten uzak geldi. Polisin bu kadar bilgisiz olması, Elliot’a güvenleri anlamsızdı. Keşke dizinin bu kısımları hiç olmasaydı. Mafya, polis ve Elliot üçgeninde yaşanılanlar hiç ilgi çekici değildi. Farid bir faili meçhul cinayet yerine bir trafik kazasında ölseydi ve Elliot kulübü elinden tutmaya ve onu yönetmeye çalışsaydı daha hoş bir yapım olabilirdi. Polis ve mafya anlarının olmadığı bu dizi daha kaliteli ve daha hoş duruyor, en azından kâğıt üstünde. O sahneler hem anlamsız hem de dizinin temposunu bozuyor. Bu seçimden ötürü dizinin puanı benim açımdan biraz düştü.

Ana hikayeyi beğenmemin yanı sıra, yan karakterlerin derinlikli hayat hikayeleri ve onlara ayrılan sürede benim açımdan çok anlamlıydı. İzlediğim birçok yapımda karakterlerin bir noktadan, başka bir noktaya ilerlemesi ve gelişmesi önemlidir. Bu yaşanılan dönüşümler, mantık çerçevesi içinde olmak koşuluyla tabi ki. Bu yapımda da Jude ile Julie karakterleri gelişti ve aynı zamanda dönüştüler. Diğer karakterler hakkında aynı şeyi söylemesem de bu iki karakter, ilk bölümde izlediğimiz karakterler değil.

Dizi, bir ana karakter -Elliot- ve etrafında altı yan karakter -Julie, Jude, Amira, Maja, Sim ve Katarina – ile birlikte dizinin hem ana hatlarını hem de bölümlerin isimlerini oluşturuyorlar. Fakat dizi sekiz bölüm ve bu yedi karakter dışında kalan sekizinci bölümün, bir ismi var. ‘The Eddy’ hem sekizinci bölümün, hem kulübün hem de dizinin ismi. Ana çıkış noktamız burası olsa da dizide de gördüğümüz üzere aslında The Eddy de bir karakter. Dizinin son bölümü ile birlikte gelişti ve başka bir şeye dönüştü. The Eddy, Farid’in yasadışı işlere karışma sebebi, Elliot’un hiç bilmediği derin sularda yüzmeye çalışma nedeni, birçok karakterin yaşamına yön verme ve onları başka bir noktaya getirme sebebi. Tüm bunların müsebbibi bu kulüp yani, The Eddy. Bundan dolayı The Eddy’e de bir karakter olarak bakmamız gerekiyor, cansız bir varlık ve bir bina olsa dahi dizinin karakterlerinden biri. Dizinin sonunda o da bir dönüşüme uğruyor. Daha fazla müşteri ve bir mafya ortağı ile birlikte, artık ilk bölümdeki şirin, az talep gören bir kulüpten, başka bir şeye dönüşüyor.

Dizinin birçok iyi veya kötü noktasına değindik. Dizi oyunculuklar bakımından gayet iyi bir yapım. Farid karakterinin öldüğü ilk bölümde, Elliot karakterini canlandıran André Holland, ilk bölümün sonlarında, duygusal bir sahne eşliğinde oyunculuk dersi veriyor. Dizinin genel oyuncu kadrosunun iyi olmasının yanı sıra, André Holland bütün sezon boyunca diziyi, oyunculuk bakımından sırtında taşıyor. Harika bir performans sunan André Holland, duygu değişimlerini, içinde bulunduğu kaosu, kızına ve müziğe olan aşkını muazzam bir şekilde bizlere sunuyor. Cold War filmindeki performansı ve söylediği şarkılarla yıldızı parlayan Joanna Kulig ise standartların altında kalıyor. Fazlasıyla silik bir görüntü veren Joanna Kulig’in en iyi performansı kesinlikle bu yapım değil. Julie karakterine hayat veren Amandla Stenberg, babası rolündeki André Holland’dan sonra en iyi performansı bizlere sunan oyuncu diyebiliriz. Julie, ergen, bencil ve ukala bir karakter olmasından ötürü, yer yer seyirciyi sinirlendirse de Amandla Stenberg bu rolün altından kalkmayı beceriyor ve muhtemelen oyunculuk kariyerinde bir üst basamağa sıçrıyor. Sim karakterine hayat veren Adil Dehbi, kasıntı tavrıyla dizinin 8 karakteri içerisindeki tek vasat altı performans olarak karşımıza çıkıyor. Kalan diğer karakterler ise gayet yeterli bir performans ortaya koyuyor.

2020 yılının üçte biri tamamladık ve hatta biraz geçtik bile. Bu yıl içerisinde salgından ötürü olsa gerek eli yüzü düzgün çok az dizi seyredebildik. Bu yılın, şu ana kadar gösterimi yapılan en iyi dizilerinden birini sizler için yorumladık. Beğendiğimiz, beğenmediğimiz ve eksik bulduğumuz yönleri bulunan bu yapım, belki bir efsane olamayacak ama izleyicilerin aklında hep güzel bir hatıra olarak yer edinecektir.

Yorum Gönderin