The King Of Comedy: İllüzyon Devam Ediyor

The King Of Comedy, 1982 tarihli bir Martin Scorsese filmi. Yönetmenin az bilinen filmleri arasında yer alıyor. Kendisine BAFTA ödülü kazandıran senaryo Paul D. Zimmerman’a ait. The King of Comedy ünvanıyla tanımlanan karakteri Robert De Niro canlandırıyor; fakat, bu kez alışık olduğumuz türden bir Scorsese karakteri yerine suratından eksik etmediği ahmak sırıtışıyla şöhret peşinde koşan, daha çok fıkralarda rastlayabileceğimiz birini oynuyor. De Niro’dan sonra ikinci önemli rolü, günümüzün gözde komedyeni Jim Carrey’nin selefi diyebileceğimiz, şöhretinin zirvesini 50’ler ve 60’larda yaşamış Jerry Lewis üstleniyor. Her iki usta oyuncu da performansıyla göz dolduruyor; lakin, De Niro’nun film boyunca hep aynı tonda bir oyunculuk seyri izlemiş olması ruh halinde dalgalanmalar gördüğümüz Jerry Lewis’ı De Niro’ya göre bir tık daha inandırıcı kılıyor. Sandra Bernhard’ı da es geçmemek gerek. De Niro’nun kafadarı rolünde Bernhard, gerçekten de kafayı kırmış birini muazzam canlandırmış.

34 yaşındaki Rupert Pupkin, annesiyle birlikte yaşayan, kafayı ünlü bir komedyen olmaya takmış, kendi şahsına münhasır biridir. Amacı, hayran olduğu Jerry Langford’un şovuna çıkarak stand up yeteneklerini sergileyip şöhret basamaklarını hızlıca tırmanmaktır. Kendisi gibi Jerry Langford hayranı olan Masha ile çevirdiği bir dümen sonunda Langford’a kendini tanıtabilir. Langford da ona ofisini aramasını söyler. Belli ki Pupkin’i başından savmaktadır. Israrla ofisi arasa da Pupkin, Langford ile görüştürülmez. Kafayı bu yola koymuş anti-kahramanımız ofise gider. Her türlü itilip kakılmaya rağmen sonunda demosunu şirket yetkilisine verebilir. Ancak beğenilmez ve kibarca reddedilir. Peki Pupkin vazgeçmiş midir? Hayır. Kafadarı Masha ile birlikte başka bir planı devreye sokacaktır.

the-king-of-comedy

Adıyla komedi filmi izlenimi ve beklentisi yaratan filmimiz, komediden ziyade kara mizaha dayanıyor. Dolayısıyla gerek Rupert’in gerek kafadarı Masha’nın kendilerini düşürdükleri gülünç durumlara rağmen ortaya bir karakterler komedisi çıkmıyor. Eğer öyle olsaydı-yani karakter komedisi olsaydı- Rupert’in ve Masha’nın özel hayatlarıyla ilgili ayrıntılara vakıf edilirdik. Sadece bir kaç ayrıntı dışında her ikisini de derinlemesine analiz edebileceğimiz veriler yok. Rupert’ın sadece sesini duyduğumuz kendisini göremediğimiz annesi, Masha’nın Jerry’ye hitaben söylediği ”seni seviyorum”dan sonra, kendisine hiçkimsenin şu zamana kadar böyle bir şey söylemediğini söylemesi gibi kartonvari ayrıntılar dışında ciddi verilerin olmaması, bunları ailevi ve çevresel etmenlere yönelik entegre göstermekten çok, filmde devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak işaretlenen medyaya entegre göstermeye yönelik tercihler. Medyanın yüzünü temsil eden Jerry’nin tarafından baktığımızda ise; onun, işinin rutine bağlanmış olmasından ve hayranlarının usandırıcılığından şikayet etmesi dışında özel bir alanına tanık olmayız. İşbu sebepten Jerry, medyanın şekillendirdiği halk güruhuna entegre bir yaşam sürüyor diyebiliriz.

Zimmerman ve Scorsese burada, hakim ideolojinin medyayı algı yaratma mekanizması olarak nasıl kullandığının haritasını çizer. Ünlü bir kişinin kaçırılması olayında FBI’ın olayı ulusal güvenlik meselesiymiş gibi görmesi, hakeza tv yöneticilerinin olayın insani boyutu apaçık olduğu halde kanalın imajı ve seyircilerinin algısı üzerinden düşünceler geliştirmesi ve bir yerde bir izleyicinin ”iki yıl Rusya’da iki yıl da Çin’de kaldım ne yani bu beni komünist mi yapar” diyerek çıkışması gibi örnekler oluşturulan algı operasyonun çeşitliliğini ve genişliğini gözler önüne serer

favoritescene_thekingofcomedy

Rupert ve Masha, Jerry Langford’a kolayca ulaşabileceklerini, onunla gerçek anlamda temas kurabileceklerini düşündüklerinde gerçekten aptal mıdır? Ya da medyanın yarattığı illüzyonu en saf haliyle yaşayan savunmasız kişiler midirler? Yoksa söz konusu illüzyonu tüm halk yaşamakta ve illüzyonun tetiklediği isteklerle mi boğuşmaktadırlar Rupert ve Masha gibi bireylerin dışındakiler? Ekran, bize gönderdiği yanılsamalarla çok yakınmış gibi görünerek aslında arada atlatılması gereken bir dünya basamak olduğunu göstermemeye mi çalışmaktadır? gibi bir çok sorularla filmin sonuna ulaştığımızda Rupert’i ilk kez şovunu sergilerken izleriz. Ekranda olmasa belki de iplenmeyecek bir metine izleyiciler kahakalarla güler. Jerry Langford’un yerinde kim olsa aynı işlevi görecek gibidir. Oysa ki Jerry mitleştirilmiştir. Jerry mitini kırıp sahneye çıkabilmenin tek yolunun onu kaçırmak olduğunu söyleyen Rupert, aslında fırsat eşitsizliğine oklarını gönderir. Ekranın ekran kişilerini aklayıcı yönüne vurgu yapmak isteyen Scorsese, ironik bir son seçer. Rupert’in hapishaneden çıktıktan sonra şöhrete kavuşmasını alelacele, inandırcı olmayan bir üslupla aktarır. Film boyunca araya giren Rupert’ın hayalleri gibi bu da bir hayal midir? İllüzyon devam mı etmektedir?

Yorum Gönderin