The Last Airbender: Shyamalan Bükmüş!

Bir arkadaşımın evinde televizyon kanallarını değiştirirken, ev sahibesinin, elimdeki uzaktan kumandanın üzerine atlaması ve “Bu benim takip ettiğim bir çizgi film, kaçıramam” diyerek beni unutup, izlemeye başladığı bir çocuk dizisiydi Avatar. Benim 2007’nin sonlarında bu şekilde tanışıp, “Bakayım ne menem bir şeymiş” diyerek takibe aldığım dizi, gerek çizgileri, gerek kurgusu, gerekse hikayesi ile zaten -animasyon sever- gönlümde ta o zamandan taht kurmuştu.
Aslında tam da bu nedenle filminin geliyor olması bana pek keyif vermedi zira “ilk hali” beğenilmiş bir şeyin ne olursa olsun “versiyonunun” aynı tadı vermediği de çok karşılaşılır bir durumdur.

Ne var ki yönetmenin M. Night Shyamalan olduğunu öğrendiğimde içime biraz su serpildi. Shayamalan, onu bir fenomene dönüştüren ödüllü filmi -herhalde izlemeyen kalmamıştır- Altıncı His’in dışında, Köy, Ölümüz, Sudaki Kız ve Mistik Olay filmleriyle de -aynı alkışı almasa da- kendi tarzında, orijinal hikayelerin peşinde koştuğunu göstermiştir. Küçüklüğünüzde nasıl favori bir masalcınız varsa -benimki büyük teyzemdi-, mitolojik bir masalı da izlemek için, Shayamalan doğru adrestir.

Gelelim filme;
İnsanların, tuhaf hayvanların, özel güçlerin olduğu fantastik bir dünyada Uzak Doğu kültürünün alt yapısındaki Hava, Su, Toprak, Ateş elementlerinin özelliklerini taşıyan dört ulus barış içinde yaşamaktaydı. Her bir ulusun kendine özgü bir yapısı ve yaşantısı vardı. Su Kabileleri, Toprak Krallığı ve Hava Göçebeleri, kendi şehirlerinde ticaretle ilgileniyorlardı. Ateş Ulusu ise bu toplulukların en güçlü olanıydı. Her toplum, kendi elementinin formuna etki edebilme becerisine sahip “Bükücü”lere sahipti. Örneğin Ateş Ulusunda bir bükücü küçük bir mum alevini, büyük bir aleve dönüştürerek bunu silah haline getirebiliyordu.

Film bu dengelerin bozulduğu savaş döneminde başlıyor. Ateş Uygarlığı diğer topluluklara karşı savaş açmış, yeni Avatar’ın bir “Hava bükücü” olarak doğacağı gerekçesi ile tapınaklardaki Hava Göçebelerinin hepsini öldürmüşlerdir. Avatar, tüm bu ulusların arasındaki barışı korumakla görevli, dört elementi de bükebilme yetisine sahip tek kişidir ve Hava bükücü olarak doğmuştur. Savaş süreci nedeniyle gözetmeni Keşiş Gyatso tarafından 16 yaşına gelmeden -Avatar olduğu- söylenen Aang, korkup kaçmış, bu sayede soykırımdan kurtulmuş, yüz yıl boyunca bir buzulun içinde donup kalmıştır, ta ki Su Kabilesinden Katara ve Sokka kardeşler tarafından kurtarılana kadar. Aang, geri döndüğünde dünyaya barışı getirmek için kolları sıvar ama ilk önce yapması gereken bir şey vardır.
Avatar eğitimini tamamlaması ve Hava dışındaki elementleri de bükebilme yetisini kazanması…

 

Shyamalan’ın bu hikayeyi seçmiş olmasının nedeni, kızının bu diziyi takip ediyor olmasıymış. Kızının diziye olan sadakati -tüm izleyenleri için geçerli denebilir- onu çok etkilemiş. Dizinin sürükleyici kurgusu ve gerçekten sağlam bir mitolojiye dayandığını belirtmek doğru olur. Filmden ziyade animasyonu anlatıp durmamdan anlamış olabilirsiniz. “Avatar” serisini yaratan Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko, mitolojiyi oluşturmak için 6 yıllarını harcamışlar. Tabi ki bu kadar detaylı bir altyapı filme aktarıldığında en büyük handikap, bazı detayların atlanacağı korkusu oluyor. Shyamalan’ın elinden çıkan ilk senaryo 4 saati aşınca DiMartino, olaya el koymuş ve tüm süreçte ekip olarak yardımlarını esirgememişler.

Daha önce devamı olan filmlere bulaşmayan yönetmen için, bu film oldukça yenilikçi denebilir. Hikaye, uyarlama bir animasyon, filmin geneli, Shyamalan’ın hakim olmadığı kadar CGI destekli olmak durumunda.

Film, anlatımı, oyunculuklar, hikaye ediliş ve efektler konusunda ezilmeden su yüzüne çıkabilmiş gibi. Animasyonunu seyredenlerin eksikliğini hissedebileceği pek çok şey var evet, ama yine de iyi bir uyarlama denebilir. Zaten Shyamalan’ın da aldığı eleştiriler konuya dair olmazken, bütün karakterlerin Asya’lı olduğu bir kurguda, tüm başrolleri bembeyaz Amerikalılara vermiş olması. Ben aslen bir Kafkas olan Noah Ringer’i (Avatar) çok beğendim. Tekvando yeteneğinin dışında rol yapması da gayet ileri düzeydeydi. İki kardeşin de özellikle Katara’nın fazla maviş ve olgun kaldığı da gözümden kaçmadı. SPOILER* (-ki ileride Katara’nın Aang’la yakınlaşma durumları var.)

Tabi tüm bunlar filmin, “Her yaşa, her ulusa” hitap etmesi anlayışıyla –gözden kaçan- değil özellikle seçilen durumlar, ben de çekirdek kadroyu animasyondaki tiplerine benzer hayal etmiştim ancak bu nedenle, filmi izlerken tadım da kaçmadı. Ayrıca Sihirbaz’ın Çırağı’ndan sonra adam gibi bir iki efekt gördüm rahatladım…

Shyamalan, seçtiği konuyu -ilginizi çeker ya da çekmez- tutarlı, ilham verici bir şekilde, monotonlaşmadan anlatma becerisini göstermiş. IMDB ve rottentomatoes.com’da notlar düşük ama ben izleyin diyeceğim. Hatta animasyonunu seyretmeyenler için gayet güzel bir fantastik film…

Yorum Gönderin