The Red Turtle: Birbirimize Vitaminler, Moraller Verdik

Sükûnet ihtiyacımızın zirve yaptığı bir dönemde, bizlere bir nebze olsun dinginlik, yatışma hissi aşılayacak bir animasyon cuma 12 adet salonda izleyiciyle buluştu. Studio Ghibli’nin Avrupalı bir yönetmene teslim ettiği ilk yapımı olan The Red Turtle, diyalogsuz bir “ıssız adaya düşme” öyküsünü aşk, aile, yalnızlık, kader kavramlarıyla harmanlayan, insanlığın var oluşu, nesillerin gelişi ve geçişi üzerine felsefi sorular soran, büyüleyici bir masala dönüştürüyor.

Bir gemi enkazı ve bir cam şişe haricinde zaman tahmini yapmamızı sağlayacak bir nesne görmediğimiz için hangi yıllarda, hatta hangi çağda olduğumuzu bilmiyoruz. Adadan çıkış arayan mütevazı kahramanımız, bol miktarda bulunan bambulardan defalarca sal yapıp denize açılıyor ancak bu denemelerde sualtından gelecek sert bir darbeyle salın darmadağın olmasını engelleyemiyor ve başa dönüyor.

Onu adada kalmaya zorlayan bu ezeli düşmanın kocaman, sevimli, kırmızı bir deniz kaplumbağası olduğunu öğreniyoruz çok geçmeden. Ertesi gün bu devasa rakibinin karaya ayak bastığını ve sahilde dolaştığını gören adam, bir ağaç dalıyla kaplumbağaya vuruyor, hayvanı ters çevirip bırakıyor. Bir süre sonra sahile döndüğünde, kaplumbağanın ölmüş olduğunu görüyor. Ve ardından muazzam bir “twist”le kendimizi masalın ikinci perdesinde buluyoruz. Issız adaya düşen adama kaçma fikrini unutturacak destek, moral, motivasyon ve hayat yoldaşı meğerse tam oracıktaymış!

Tüm bunlar olurken Laurent Perez del Mar’ın muhteşem müzikleri bize eşlik ediyor. Nispeten kısa (80 dakika) süresiyle “Ne güzel izliyorduk, niye bitti ki?” dedirten bu enfes animasyon için buradan itibaren söyleyeceğim her şey aleyhimde delil olarak kullanılacağından sözü fazla uzatmıyor, haftanın çok komik, çok fantastik, çokbilmiş ve çok kopya sayılı filmlerine bir alternatif sunma niyetiyle sizleri Başka Sinema salonlarına davet ediyorum. Kırmızı Kaplumbağa’nın En İyi Animasyon dalında Oscar adayı olduğunu, Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard Özel Jüri Ödülü kazandığını, üstelik bunların filmin layık görüldüğü 9 ödül ve 29 adaylıktan sadece ikisi olduğunu ilave ederek…

La tortue rouge (The Red Turtle), kısacık bir sürede yarattığı duygu yoğunluğuyla bana Ernest Hemingway’in “6 kelimelik hikaye” efsanesini hatırlattı. Hemingway’e atfedilen fakat onun yazıp yazmadığını bilmediğimiz ve çoğu hikayenin başlığından bile kısa olan bu vurucu “mikro öykü”ler, bir Dickens, Dostoyevski ya da Melville hikayesinin tam kalbini tek cümlede okumuşsunuz hissi verir. Kırmızı Kaplumbağa’yı bu hafta sonu belki binlerce kişi görmeyecek ama izleme imkânı bulacaklarda benzer bir his uyandırması dileğiyle… Ve son olarak, o etkileyici “6 kelimelik hikaye”lerden bir örnek:

“Satılık: Bir çift bebek ayakkabısı. Kullanılmamış.”

Yorum Gönderin