The Salvation: Western Özeti

the salvation 2014

Not: Yazı, filmin her şeyini anlatmaktadır.

İlk gösterimini Cannes’da gerçekleştiren ve pek beğenilmeyen western filmi “The Salvation” başarılı oyunculukları kadar her şeyi ama her şeyi kısa kesmesiyle de öne çıkıyor. Danimarkalı yetenek vaat eden Kristian Levring’in Danimarka’nın en ünlü ve önemli senaristlerinden Anders Thomas Jensen’le birlikte kaleme aldığı, tek başına yönettiği “The Salvation”ın başrolünü bu iki sinemacıyla daha önce de çalışan Mads Mikkelsen üstleniyor. Danimarkalı usta aktöre her biri farklı bir milletten olan Jeffrey Dean Morgan (Amerika), Eva Green (Fransa), Eric Cantona (İngiltere) eşlik ediyorlar. Film kısaca özetlersek karısı ve çocuğu öldürülen bir adamın intikamını aldıktan sonra başının belaya girmesini anlatıyor.

salvation 2014 film Mads Mikkelsen,

Yazının başında belirttiğim gibi filmin en çarpıcı tarafı hiçbir şeyi uzatmaması ama bu kısalığına rağmen tatmin edebilmesi. Film, Jon’la (Mikkelsen) açılıyor. Jon arkadaşıyla birlikte bir treni, ailesini bekliyor. Sonra tren geliyor, bir kadınla çocuğunu görüyoruz. Aile çok konuşmuyorlar. Duralım burada. Başka bir yönetmenin elinde bu bölümden duygusallık ve romantizm akar da akardı. Hakkını yemeyelim filmin. Mikkelsen’in etkili oyunculuğuyla adamın aşkı ve özlemi bir dakikada başarıyla karşı tarafa (bize) geçiriliyor. Jon’ın ailesini özlediğini o bir dakikada anlıyoruz. Sonra arabaya biniliyor ve evin yolu tutuluyor. Burada da yönetmen kırılmayı geciktirmiyor. Sadece beş dakika sonra Jon tehditle karşı karşıya kalıyor. Eşi tecavüze uğrayacak, oğlu ve kendisi öldürülecek. Bunu önleme hamleleri boşa çıkınca eşine tecavüz edilip öldürülüyor çocukla birlikte. Evet, bu sahneleri de uzatmıyor Levring. Sonrasında intikam ateşiyle yanan Jon’ı görüyoruz. Gene başka yönetmenin elinde olsa süreyi uzatmak adına intikam da geç alınacaktır; ama Levring intikamı da aradan çıkarıyor hemen.

Jon intikamını alıyor, ailesini gömüyor, kuzeye gitmeye hazırlanıyor. Ama öldürdüğü kişi, kasabanın kanunu eline geçirmiş bir haydutun kardeşi. Zira klişe olmak bunu gerektirir. Evet, “The Salvation” bizlere özgün bir öykü anlatmaz. John Ford’tan beri çok sık işlenen bir öyküye sahip. Dediğimiz gibi çarpıcı tarafı özet geçmesi. Devam edelim. Jon kaçmaya çalışırken yakalanır ve haydut Delarue’ye (Morgan) teslim edilir. Sonra arkadaşı gelip Jon’ı kurtarır. Bir süre hayatta kalmaya çalışan Jon kuvvetlenince herkesi öldürmeden yaşayamayacağını bildiğinden bir çocukla birlikte Delarue’ye saldırır ve klişenin gerektirdiği gibi herkesi öldürür; amacı o olmasa da kasabayı da özgürleştirmiş olur. Hemen belirtelim ki westernin önemli taraflarından olan dakikalarca süren çatışma sekanslarına da yer vermez Levring. Ölmesi gereken karakter ölmesi gerektiği an hakkın rahmetine kavuşur. Jon gerektiği gibi iki kurşunla yaralı olarak kasabadan uzaklaşır. Film bu olayları özetleyerek anlattığından ve diyaloglarda dahi hiçbir şeyi uzatmadığından çatışma sekanslarını da uzatmaması şaşırtmıyor. Eva Green’den de bahsetmek gerek. Green dili Kızılderililerce kesilmiş, Jon’ın öldürdüğü adamın eşini, Delarue’nin “ne zamandır arzuladığı” kadını oynar. Jon’ın hayatını kurtarır ve klişenin gerektirdiği gibi beraber umuda (kuzeye) yolculuğa çıkarlar.

the salvation filmi

Levring elinde klişe bir öykünün olduğunun farkında. Dolayısıyla filmi tıpkı Fred Zimmermann’ın klasik filmi “High Noon” gibi başlangıcıdan bitişine kadar gerilim üzerine kurar. “High Noon”da Zimmermann gerilimi film başladıktan kısa bir süre sonra başlatır. Aynısını Levring de yapar. Jon ailesiyle birlikte arabaya biner binmez başlayan gerilim film bitene kadar devam eder. Jon ailesini kurtaracak mı, intikamını alacak mı, Delarue’nin elinden nasıl kurtulacak/kurtulabilecek mi, çatışma sahnesinden sağ çıkacak mı diye diye bir buçuk saatlik film bu başarılı temposu sayesinde beş dakikada bittiği hissini yaratır. Öte yandan film gene çoğu şeyi derinleştirmeden anlattığı gibi petrole de yüzeysel değinir. Filmdeki şirketin elemanları haydut olan Delarue’yi desteklemekte beis görmezler. Zira Delarue sayesinde insanları topraklarından edip bu petrollü topraklara sahip olabiliyorlar hemen. Levring yüzeysel de olsa (ki her şeyi yüzeysel ve özet olarak anlatan filmin burada derinleşmesi beklenmemeli) kapitalizme değinir.

Mikkelsen gene iyi bir performans ortaya koyar. Diyaloglar az olduğundan jest ve mimikleriyle karakterini ifade eder. Hiç diyalogu ve monologu olmayan Green ise kötüdür. Kaşlarını çatmaktan başka bir şey yapmaz. Bir iki mimik daha kullansa fena olmazdı. Sinemaya ısınan efsane futbolcu Eric Cantona pek görünmez. Ama efsaneyi burada görmek hoştu. Morgan ise görevini yerine getirir ve kendisinden tiksindirtir. Özetle öncesinde yüzlerce filmin işlediği öyküyü bir buçuk saatte gerilimli bir atmosferle özetleyen ve sırf bu başarısından ötürü kötü diyemeyeceğim, ortalamanın üstünde bir film “The Salvation”.

Yorum Gönderin