The Tall Man: Bir Sistem Eleştirisi(mi)

“ABD’de her yıl 800000 kayıp çocuk vakası bildiriliyor. Bunların çoğu ilk birkaç günde bulunuyor. 1000 çocuk ardında hiç iz bırakmıyor.”

İşkence odası olarak bilinen 2008 yapımı Martyrs adlı filmin yönetmeni Pascal Laugier‘in son filmi The Tall Man… Kan, şiddet ve dehşete bu sefer çok bulaşmasa da yine bir gerilim filmi ile sinemaseverlerin karşısına çıkıyor.

Cold Rock, madenlerin kapanmasının  ardından fakirleşen, işsizliğin arttığı, yaşam koşullarının ağırlaştığı, hastanenin ve okulun olmadığı bir kasaba… Bütün bunlardan daha ağırı ise kaçırılan çocuklar. Sayıları gittikçe artan ve artık umudun kesildiği bu kasabada, kayıpların sebebi ise “The Tall Man”. En azından yerel halk ve polisin inandığı bu! Kimisine göre gerçek bir insan, kimisine göre ise gizemli bir varlık. Fakat kasabanın hemşiresi Julia bu gizemli varlığa inanmayı reddediyor, ta ki kendi oğlu kaçırılana kadar.

– Bundan sonrasında konuşulacaklar filmi izleme konusundaki fikirlerinizi değiştirebilir çünkü biraz da olsa spoiler içerebilir. Bu yüzden yazının devamını okumak istememeniz anlayışla karşılanacaktır. –

Julia oğlunun kaçırılmasının ardından pes etmeyip, kaçıran kişinin peşine düşüyor ve bulduktan sonra filmin ikinci yarısı başlıyor. Buraya kadar film, normal bir süreçte ilerlese de, sizi tatmin edip etmeme konusundaki kararsızlığınız da burada başlıyor.  Klişe bir hikaye,  sizi ters köşeye yatırmaya başlayacak; hem de bir kaç kez ve bunun altını ciddi mesajlarla dolduracak. Film sanki o mesajlar için özensizce geçiştirilmiş ve yine çok özensiz bir şekilde son saniyelerinde ders verircesine didaktik diyaloglarla mesajlarını anlatıyor. Son saniyelerde gelen bu çok duyarlı mesajların sadece filmin sonunu süpriz bir şekilde bağlamak adına bir araç olarak kullanıldığını düşünürken bir yandan da klişelerden biraz olsun sıyrıldığını düşünüyor ve filmle ilgili net bir düşünceye varamıyorsunuz. Olayların örgüsü sizi bir yerde filmi izlemeye odaklasa da bir yerden sonra da karman çorman oluşu ile filmden kopmanıza da sebep oluyor. Ve tüm film boyunca beklediğiniz o gizemli çocukları kaçıran “The Tall Man” hikayesi bir anda sistemin ne kadar bozuk olduğuna bağlanıveriyor.

İzledikten sonra hem sıradan bir gerilim filmi olduğunu düşünüyor, hem senaryoya yerleştirilmiş twistlerin aslında fena olmadığını ama tüm bunlara rağmen diyalogların vasatlaştığını düşünerek arada kalabiliyorsunuz. The Tall Man’in belki de (en azından benim açımdan) olumlu yanı, yapımcı kadrosuna da dahil olan, Julia karakterine hayat veren ve genelde çok da iyi rollerde görmediğimiz Jessica Biel‘in kendini aşan performansı. Unutulmaması gereken bir diğer oyuncu ise sessizliği ile dikkat çeken oyuncu Jodelle Ferland. Terry Gilliam’ın filmi Tideland ile başarılı bir performans gösteren Ferland The Tall Man’de ki rolünün altından da başarıyla kalkıyor.

Yorum Gönderin