Tintin et moi (2003): Tenten ve Biz

Çocukken çizgi karakterler, hayatınızda tahmin edemeyeceğiniz kadar çok kıymet taşıyabiliyor. Benim için bu gizemli karakterlerden biri televizyonda izlediğim Nils ve Uçan Kaz idi.. Diğeri de çizgiroman karakteri Tenten.. Evimizdeki Tenten serilerine, okumaya çok çabalamasam da; bana anlatılanlarla ve resimleriyle bağlanacak kadar çok hayranlık duyardım.

Açıkçası biraz daha büyüyüp de sinemanın o görsel ve işitsel dünyasının büyüsüne kapılana kadar da Tenten’in filminin yapılabileceğini hiç düşünmemiştim. Yani öyle bir beklentim de hiç yoktu. Size, şu an vizyondaki Tenten’in üç boyutlu filmiyle ilgili değil de; Tenten’i anlatan bir başka filmle ilgili görüşlerimi yazacağım. Daha doğrusu işin kaynağını, Tenten’in nasıl ortaya çıktığını anlatacağım, takdirinize…

23. İstanbul Film Festivali’nde o sene (sanırım 2004 senesi olmalı) tek bir filme gitmiştim. Adı “Tenten ve Ben” (Tintin et Moi). Sabah matinesi ucuz diye (6 milyon) 11.00’e almıştım biletimi. Sabah Beyoğlu’nun mahzun güzelliği arasında bir yürüyüş hiç de fena olmadı. Filmin gösterileceği sinemaya gelmiştim. Ve merdivenleri çıkmadan önce Sine-Sen’in (Sinemacılar Sendikası) bir afişiyle karşılaştım. ‘Festivali Bir Şenliğe Dönüştürmek’ başlığını taşıyordu. Bu söz, festivalin kurucusu Onat Kutlar’ın bir ifadesiymiş. Yazıda, festivalin tam bir şenlik olması gerektiği çünkü film festivalinin kökünde yaşamın izleyiciye aktarılması gerektiğinin yattığı belirtiliyordu.

Afişi de okuyup gaza gelerek salona girdim. “Tenten ve Ben” benim için doğru seçilmiş bir filmdi. Tenten’i bilirsiniz; hani şu ufacık boyuyla tüm ülkeleri gezip iyilik adına dostlarıyla kahramanlık yapan gazeteci çocuk… Yaratıcısı Hergé olarak bilinen Georges Rémi 1907-1983 yılları arasında yaşamış. Ara sıra ırkçılık ve ajanlıkla suçlansa da, ben halen çocuk aklımla onun dünyayı gezen ve iyilik yapan bir arkadaş olduğunu umuyorum.

Mutlu mesut gezen biri olarak bilirdim Tenten’i. Meğer hiç öyle değilmiş. Hergé’nin Brüksel’deki hayatından izler taşır çizdikleri. İçine kapalı ve kırılgan bir yanı da vardır. Kiliseden bir rahip, Hergé’ye yol gösterir, ‘Yirminci Yüzyıl’ adlı bir dergide ona sürekli bir çizerlik işi bulur. Hatta rahip, Hergé’yi sekreteri ile evlendirir. Çizimlerini destekler ama rahibin Mussolini ve Hitler hayranlığı vardır. Çizdiklerinde siyasi bir fikir göndermesi olmamasını ister rahip. Hergé ise özgür düşlerini yansıtmak istemektedir Tenten ile. Almanlar, İkinci Dünya Savaşı’nda Brüksel’e girdiklerinde dergiye el koyarlar ve artık onların istediği gibi çizmesini isterler. Böylece Tenten muhafazakar bir çizgiye bürünür. Tenten’in maceralarını tarihi sırasıyla izlediğinizde bu değişimleri görebilirsiniz.

Böyle bir dönemin ardından İngiliz askerleri ülkeye girip şehri Almanlardan temizlediklerinde bu derginin çalışanlarını da gözetime alırlar. Hergé, Nazilerle hiçbir ortak görüşü olmamasına karşın onların yönetimindeki bu dergide çalıştığı için Nazi yanlısı ilan edilir. Bu haksızlıklara dayanamayan Hergé, psikolojik bozukluklar ve güvensizlik yaşamaya başlar. Yaşadığı her olay Tenten’in maceralarını da etkilemiştir. Hergé, gördüğü düşlerde hep karlarda yani saflıkta yürümektedir. Kendini Doğu’da bulur. İşte, Tenten’in maceralarında da çizgibilimcilerin gözlemlediği, ‘Tenten Tibet’te’ böylece bir dönüm noktası olur. Hergé’in burada tanıştığı Çinli bir genç, en yakın arkadaşı olur. Daha sonra 45 yıl boyunca göremeyeceği bu dostu belki de onun tek dostudur. Tüm bunlar Tenten’de kendini gösterir. Bu görüşememenin ardından Tenten’in yeni dostlar edinmesini ister Hergé. Profesör Turnusol, Dupont ve Dupond ve Kaptan Hadok. Çizgibilimciler, Kaptan Hadok’un huysuzluğunda, yalnızlığında Hergé’nin kendini bulduğunu, bu yüzden yaşamındaki yalnız dönemde Hadok çizimlerinin arttığını gözlemlemişlerdir. Maddi sorunlar yaşaması, çizimlerinin hep birileri tarafından satın alınması ve onların yönlendirmesiyle çıkmasına neden olmuştu. Hergé, artık kendi çizim bürosunu açmıştır ve burada tonlama uzmanı olan bir kadına aşık olur. Böylece hayatında bir dönüm noktası da karısından ayrılması olur.

Tibet’teki arayışından sonra Hergé, bir mükemmellik ve belki de tepki olarak her şeyin aynısını çizme takıntısı edinir. Karısından ayrılmasının verdiği suçluluk duygusu belki onu buna itmiştir. Hiç gitmediği ülkeleri çizmesine karşın bunlarla ilgili tüm ayrıntıları ve bilgileri kitaplardan ve biriktirdiği binlerce gazete kupüründen edinir. Artık onu baskı altında tutacak bir patron, zorla evlendirildiği bir karısı ve çizimlerine karışan Almanlar yoktur yaşamında. Tenten ile yarattığı dünyasında iyilikler, adaletli bir yaşam, sevgi ve tüm dünyanın insanlarıyla kardeşlik vardır. Çizdiği karakterler için ‘Benim çocuklarım’ diyen Hergé, lösemiye yakalandığı o üç senelik hastalık döneminde en son isteğiyle karşılaşır. Çin’de 45 yıl önce tanıştığı ama mektuplarla, tanıdıklarla hiçbir zaman ulaşamadığı dostu Chang ile buluşur. Belki de tek dostu olan bu kişiyle buluşmasının ardından Tenten’in heykelinin ülkesine dikilmesini de gördükten sonra 1983 yılında yaşama, çizgilerine ve tüm akıllarda yarattığı düşlere gözlerini kapar Hergé.

Tüm bunları nasıl mı öğrendik? 1971 yılında bir gazetecilik öğrencisi olan bir gencin 4 gün boyunca Hergé’in bürosunda onunla söyleşi yapıp yaşamına ortak olması sonucu. Nasıl hassas biri olduğunu, bunu yapıtlarına nasıl yansıttığını, çizim tekniklerini öğreniyoruz bu söyleşi sonrası ve hayali sahneler sayesinde. Söyleşinin ardından 3 yıllık bir çalışma eseri olarak bir kitap çıktı: “Tenten ve Ben”. İşte bu film, bu kitabın Anders Østergaard tarafından çizimlerle yaşamı mükemmel bir şekilde perdeye aktarması sonucu ortaya çıkmış. O söyleşiyi yapan genç artık 50’li yaşlarında ve tüm bildiklerini kameraya, o kayıt yaptığı kaseti durdurarak aynı heyecanla anlatıyor.

Belgesel niteliğindeki bu film, sessiz sedasız dünyanın bir köşesinde saklı kalmış bir Tenten ve yaratıcısı Herge öyküsü niteliğinde belki de az kişiye ulaşmış. Çizgi roman ve karikatürlerin nasıl yaratıcının elinden okuyucuya ulaştığını merak ediyorsanız, hem de merak ettiğiniz konu Tenten ise umarım piyasadan bulup izlemeye değer görürsünüz. 2004 yapımı film, Oslo’da Avrupa Belgesel Filmleri Festivali’nde EuroDoc ödülünü kazanmış. Hani bazı kitaplar sinemaya aktarılınca tadı kaçmış denir ya; ben bu yeni Tenten üç boyutluyu izlemeden konuşmak istemezdim. Biraz önyargılı ve teknoloji düşmanı eski kafalı biri gibi konuşucam ama sanırım ben kendi çocuğuma Tenten’i silahlı üç boyutlu haliyle göstermektense kitaptan okumayı tercih ederim. Aynı şey Şirinler filmi için de geçerli… Bir de kendime ait bir not daha; umarım Nils ve Uçan Kaz’ın da filmini yapmazlar ama eski çizgi dizinin temiz görüntüleri meydana çıkarsa oturur kızımla zevkle izlerim…

Yorum Gönderin