Trumbo: Ademoğlu, Neredeydin?*

“Tanrıyı avutmak için dua etmeliyiz.”

Heinrich Böll

“Wo warst du Adam?” adlı romanında Heinrich Böll 2.Dünya Savaşı’ndan sahneler anlatırken kaybolan insanlığın peşine düşer. 1951 tarihli bu roman küçük mutluluk anlarını bölen savaşın hikayesidir. Almanların savaş makinesinin aslında hiç de mükemmel olmadığının keskinliğine dair saptamalarda bulunur. Roman boyunca karşımıza çıkanlarsa Ruslardır, bir tür karşı ateş olarak. Romanın sonlarına doğru ise Amerikalılar görünürler. Almanya’yı ikiye bölen Rus işgali varlığını içten içe göstermeye devam ederken, roman insanoğlunun tüm erdemleri ile yitip gidişine, mekanikleşmesine bir ağıt olarak sürüp gider. Yazar roman boyunca ademoğlunu arar, ama bulamaz. Illona isimli yahudi kadının ölümüyle her şey bir çıkmaza sürüklenir.

BryanCranstonHelenMirrenTrumbo

Illona bir nazi askerine sevdalanır, Feinhals. Ama tabii ki kavuşamazlar. Şarkı söyleyebilen esirlerden kampında bir koro kuran SS subayının karşısına dikilir Illona. Bir Katolik ilahisi söylerken subay onu kurşunlarıyla öldürür. Bizi kendi gerçekliğimize döndüren şeylere tahammülümüz yoktur çünkü.

Şarkılar, filmler, öyküler, şiirler bizi kendi doğamıza döndüren, en azından o anı o kısacık sürede hatırlamamızı sağlayan, olduğumuz şeyi değil olamadığımız şeyi bize anımsatan birer sihirli anahtardır.

Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) bu romanın kaleme alındığı yıllarda Rus tehlikesinin ve komünist faaliyetlerin peşine düşer. 2. Dünya Savaşı aslında sona ermemiş, soğuk savaş isimli yeni evresine geçiş yapmıştır. Japonya’ya atılan atom bombaları savaşın bitişini değil yeni savaşın başlangıcını tüm dünyaya ilan eden işaret fişekleri olur. Rusya Avrupa’nın doğusunu ele geçirirken ABD bu düşmana karşı yenilmemek için kendi içine döner. Amerika, komünist olmamak için komünistlerden kurtulmaya karar verir. McCarthy dönemi olarak tarihe geçecek bu dönem Amerikalıların cadı avı günleri olarak gelecekte anılacaktır

Screen-Shot-2015-08-13-at-3.14.14-PM

Arthur Miller’ın “Cadı Kazanı” adlı tiyatro oyunu (1996’da beyazperdede izleme şansını da bulduğumuz) ile o günlerin dehşetini anlattığı dönemin zirve noktası da tıpkı Böll’ün hikayesindeki gibi gelen ölümle olur. Rosenbergler 1953’te idam edilir. Romanın yabancılaşmamış tek karakteri gibi duran Yahudi Illona gibi, Yahudi Ethel ve Julius Rosenberg de casusluk iddiasıyla idam edilirler.

Melih Cevdet Anday’ın “Anı” şiirinde McCarthy döneminin sembol kurbanları Rosenberglerin acısını bu topraklara taşıdığı görülür. Zulüm en çabuk yayınlan şeydir. Bir yangının kokusu gibi hızla uzaklara yayılır.

“Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma”

İşte o dönemde bu acıdan payına düşeni alan yerlerden biri de Hollywood olur. Dalton Trumbo, yazdığı senaryolarla sinemanın zirvesindeyken diğer Komünist arkadaşlarıyla birlikte vatana ihanetle suçlanır.

maxresdefault

Trumbo (2015) bu öyküyü taşıyor sinema perdesine. Yaşama tutunma, toplumdan dışlanma, hapis, mahkemeler, halkın tepkisi gibi bizim ülkemizde yaşayan her kesimin adeta sıra sıra yaşadıklarını başarılı bir biçimde, etkileyici oyunculuklarla yansıtmayı başarıyor. McCarthy dönemi diye tanımlanacak o dönemin acıları kadar, dönemin tüm figürlerini olaylarını da bir belgesel havasında veriyor yönetmen Jay Roach. Zor Baba, Avanak Ajan gibi komedi filmlerinden tanıdığımız yönetmen kendi tarzından belki de beklenmeyecek bu filmi başarıyla kotarıyor.

Dönem filmlerinin dramatik yapısından doğan trajediyi, komediden gelmenin verdiği rahatlıkla “bu da geçer yahu” havasına getirebilmesinin nedeni belki de bu. Filmin en hüzünlü anlarında bile ümidinizi kaybetmemenizi sağlayan da. Elbette Trumbo’nun başına gelen türlü musibetin bir şekilde geçip gittiğini görmenin de bunda etkisi var. Bu yazı, filmin mutlu sonla bittiğine dair. Bizim gibi McCarthy’si bitmeyen ülkeler için ümitli bir dil kurmak pek mümkün görünmüyor.

Çok önemli isimlerin, filmlerin öykülerine, yapım süreçlerine tanıklık etmek gibi ekstraları olan filmin diğer bir artısı da belgesel görüntülerle içeriğe yaptığı desteklerdi. Bir BBC belgeseli tadında ilerlemesi, bir filmden daha fazlasını bekleyenleri üzebilir. Muhteşem oyunculuklarsa bu yeknesak akışı bozuyor. Öyle ki, Dalton Trumbo performansıyla Oscar adaylığı kazanan Bryan Cranston döktürürken, hikayenin baş kötülüğüne soyunan Hedda karakteriyle Helen Mirren kötülüğü müşahhas bir biçime sokmayı başarıyor. Diane Lane o alışık olduğumuz dinginliğiyle Cleo Trumbo karakterini başarıyla canandırıyor. Ayrıca John Goodman’ı görmek de, özleyenleri için ayrı bir keyif

trumbo3

Dönemin Amerikası ile ilgili olanların, sinemada yapım süreçlerine ve senaryo yazımına ilgisi olanların kitaplarda bulamayacakları detaylarla dolu Trumbo. Kötü filmlerin yapımcısı Frank King’in “Bir goril kostümü var elimizde buna bir senaryo yazabilir miyiz?” dediği sahne hala aklımda. Çünkü popülarite çoğunlukla ihtiyaçtan doğar.

Trumbo’nun hayatı ile ilgili 2007 yılında Peter Askin’in yönettiği çok başarılı bir belgesel de bulunuyor. Dalton Trumbo ile daha fazla ilgilenmek isteyenler için ilginç olabilir.

Aldığı Oscarlar, Spartacus’ten, Roma Tatili’ne yazdığı filmler, Dalton Trumbo’yu omletini paylaşmaktan vazgeçirmiyor ve kötülük bunun bedelini ona ödetiyor fazlasıyla. “Para ya da başarı ya da herhangi bir şey, insana yaşantısını sürdürecek bir şey gerekliydi” diye düşünen Böll’ün Feinhals’i haksız değildi, Trumbo yaşamak için diğer insanları da düşünenlerdendi ve bunun bedelini ödedi, sonunda hakettiği değere ulaşsa da…

Böll’ün romanın son satırlarında söylediğini hatırlatıyor film, bir roman cümlesi olduğunun farkında olmadan, içimizden geldiği gibi, birdenbire tekrarlarsak; “…ve ölmenin en kolay şey olmadığını anladı birden.” Ölmek kolay değil.

Bugünlerde ve geçmişte bizi rahatsız eden şeylerin yani kötülüğün dilinin de tıpkı iyilik gibi evrensel olduğunu, zaman ve mekan değişse de baki kalabileceğini bu filmi izlerken yeniden hatırlamak, bir bakıma yalnızlık duygumuzu azaltabilir. Ölmenin kolay olmayacağını yeniden hatırlatabilir. Bir yerlerde er ya da geç iyilerin kazandığını görmek kalbinize iyi gelebilir. Bu yüzden bile izlemeye değer….

“Göz yeni doğmuş bir çocuktur
Unutmayı hatırlar her sabah
Her sabah, her sabah – Ne korkunç-“

Melih Cevdet Anday