Turbo Kid: Uzak Bir Geleceğe, 90’lara Yolculuk

ww

İleri bir gelecekte (1997) post apokaliptik bir dünyadayız. Su tükenmiş, dünya çorak bir toprak araziye dönüşmüş, insanlık eski dünyanın yıkıntıları arasında hayatta kalmaya çalışan kaba ve şiddete başvuran birer birey haline gelmiştir. Filmin geçtiği bölgede kontrolü tek gözlü zalim Zeus (Michael Ironside) sağlamaktadır. Zeus insan kadavralarından su üretebilen bir makineye sahip olmasından dolayı gücü de elinde barındırır. Kahramanımız olan The Kid ise bu zalim çorak topraklarda Bmx bisikletiyle gezerek pembe flamingo, rubik küpü, ve çizgi roman gibi 80’lere ait oyuncakları/eşyaları toplayarak, bulduklarını şehir merkezinde su ile takas yapıp hayatta kalmaya çalışmaktadır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen onu hayata bağlayan tek şey ise, Turbo Rider çizgi roman karakteridir.

Turbo Kid sırtını 1979 yapımı Mad Max ve 1986 yapımı olan Solarbabies filmlerine yaslamış diyebileceğim kadar fazla benzerlikler içeriyor. Hatta yer yer bu iki filmin birer parodisiymiş hissiyatı bile oluşturuyor diyebilirim. Ama bu benzerlikler irrite edici boyutta değil neyse ki. Film kendi içinde farklılıklar oluşturarak, en azından kendini ciddiye almayarak eğlenceli ve izlenebilir bir film olmayı başarabiliyor.

Filmin yürümesini sağlayan en büyük etkenlerden biri, diğer karakterimiz olan Apple (Laurence Leboeuf).

turbo-kid

Pembe saçlı Apple’ın şirinliği ve sempatikliği filme ısınmamızın sebeplerinden biri. Kahramanımızın gezinmelerinden birinde karşılaştığı Apple (spoiler içerir) insanlara hizmet etme amaçlı üretilmiş olan dost bir robot. The Kid’in, Turbo Kid’e dönüşmesi de Apple’ın kötü karakterler tarafından kaçırılması sırasında, kahramanımızın düştüğü bir çukur içinde bulunan mekiği bulması, Turbo Rider’ın giysisi ile tanışmasıyla başlıyor. Bu noktadan sonra  yanlarına diğer önemli karakterlerimizden biri olan  Frederic’i (Aaron Jeffery) alarak Zeus’a karşı ölüm kalım savaşı veriyorlar.

Turbo Kid estetik ve nostaljik çekiciliğe sahip olsa da hikâye çok havada. 80’lerin pop kültür referanslarını ve düşüt bütçeli B-Movie dediğimiz VHS dönemi gore filmlerini aratmayan kanlı şiddet sahnelerini iyi harmanlamasına rağmen kavram heyecan verici görünse de, yürütme maalesef yavan kalıyor. Hikayenin başka talihsiz yönü de iki ana karakter, Apple ve Kid. Bu iki karakterin kimya yoksunu romantizmi maalesef çok mülayim ve sıradan.

Turbo-Kid

Tabii ki filmin artıları da mevcut. Turbo Kid’in nintendo görünümlü eldiveniyle kötü karakterleri öldürme sahneleri, kullanılan efektlerin dönemi iyi yansıtışının da hakkını yemeyelim. Bunun yanında filmin belki de en can alıcı ve filmi bir tık üste taşıyan özelliği, müzikleri!

Montreal merkezli elektronik grubu Le Matos müthiş bir iş çıkarmış. Duygusal sahnelerdeki sıradanlığı anlamlandıran, dövüş ve kovalamaca sahnelerinde ise müziğin muazzam akışı, seyri keyifli bir hale dönüştürüyor filmi.

Turbo Kid üzerinde çok konuşulacak ya da düşünülecek bir film değil. Sonuçta çok düşük bir bütçeyle kotarılmış, el yapımı, dostane bir film.

Hikâye yapısı ve karakter gelişimi dahil olmak üzere diğer eksiklerini göz ardı edersek, 80 kuşağının yüzünü güldürecek, filmi sevgiyle saracak bir seyirci kitlesi olacaktır, eminim.