Werner Herzog: Buzun ve Ateşin Şarkısını Duyan Adam

Dünya, bir öykünün anlatılışının bıraktığı izlenim gibidir.” Yogavasiştha 2.3.11

Alman yönetmen Werner Herzog kendine özgü anlatım biçimiyle ve kişiliğiyle sinema dünyasında önemli bir yer tutar. Herzog’un Şubat 2016’da; ilk olarak 1978’de yayınlanan Buzda Yürüyüş adlı kitabını Jaguar Yayınları Türkçe olarak yayınlarken, yılın son günlerinde de “Into The Inferno” isimli belgeseli gösterime girdi. Herzog yılındayız sanırım.

1974 yılında rahatsızlanan ünlü sinema eleştirmeni Lotte Eisner’in iyileşmesi için bir nevi adak yürüyüşüne çıkan ve 23 Kasımdan 14 Aralığa dek süren, çoğunluğunu yürüyerek yaptığı yolculukla Münih’den Paris’e giden Herzog, bu deliliği volkanların içine yürüyerek devam ettiriyor.

Aslında yönetmen 1977’de ve 2007’de volkanlara birer kez daha uğramıştı. Buza ve ateşe inanan, onların şarkısını söyleyen, gemileri dağlardan yürüten yönetmenin gözüyle, yeniden, yakan şeylerin odağına bakıyoruz…
Ne de olsa buz da ateş de yakar…

“Bir ateşe doğru yürüdüm, önümde parlayan bir duvar gibi yanıp duran bir ateş. Soğuğun ateşiydi bu, beraberinde sıcak değil soğuk getiren, suyu anında buza çeviren bir ateş. Buzu ateş olarak düşünmek buzu düşünce kadar hızlı yaratıyor. Sibirya tam da bu şekilde yaratılmıştı ve kuzey ışıkları da son titrek alevleri.”

into-the-inferno-herzog

Ateşin Şarkısı

“Taş, toprak, ağaçlar ve diğer her şey eriyecek. Su gibi.” Mael Moses / Şef – Vanuatu (Into The Inferno – Werner Herzog)

Film bittiğinde gözünüzde kızıl bir ateş yanmaya devam ediyor ve kulağınızda ‘Monk Choir of Kiev Monastery’nin seslendirdiği Rus Ortodoks ilahileri söylenmeye devam ediyor. “Unfailing Light” ile başlayan ilahi şöleni, Verdi, Schütz, Vivaldi, Wagner ve Rachmaninov ezgileriyle sürerken, finalini “God with us” ve “From My View” ile yapıyor. Sizi Tanrısal olana evrenin ve dünyanın güçlerine doğru çağırıyor, doğa karşısındaki acizliğinizi ve güçsüzlüğünüzü bir kez daha hatırlatıyor Werner Herzog, tüm filmografisi boyunca yaptığı gibi…

“Into the Inferno” (2016) bir belgesel, cehennemin içine yapılan yolculukları anlatıyor. Dünyadaki cehennemin kapılarını tek tek dolaşıyor Herzog ve volkanların hemen yanı başında insanoğlunun kurduğu dünyaları keşfe çıkarıyor bizleri. Hades’in ülkesine açılan kapıların başında bekleyen üç başlı köpek Kerberos ile karşılaşmasalar da inançlarla, korkularla ve kültlerle bezeli dağlar ile insanların hikayelerinin, inançlarının birbirine karıştığı insanlık komedyasını gözler önüne seriyor. Herzog yeni bir Dante gibi filmin yazanı, yöneteni ve anlatanı olarak, yanına ünlü volkanolojist Clive Oppenheimer’ı da alarak -yol arkadaşına yeni Virgil olma görevi düşüyor- bizleri yeni bir İlahi Komedya’ya taşıyor.
Film Vanuatu’da başlayıp orada sona eriyor. Gezi boyunca İzlanda, Etiyopya, Endonezya ve Kuzey Kore’ye uğruyoruz. Her yanardağın kültüre, siyasete ve dine yaptığı etkiyi de adeta bir etnolog gibi inceleme şansı buluyoruz film boyunca.
Volkanlar kadar insanların kaderleri hakkında da sezgilerimiz çoğalıyor. Büyük büyük cümleler kurmuyor belgesel, adımlarını yavaş yavaş atıyor. Siz de sıkılmadan devam ettiğiniz takdirde ateşin uğultusunu duyma, cehennem ırmağı Acheron’u gözlerinizle görme şansını yakalarken, insanın doğasına dair ipuçları da yakalıyorsunuz.

İzlanda’nın milli kitabı Codex Regius’a saklı volkan izlerinden, Kuzey Kore’nin liderlik kültünün bir parçası olan Paektu yanardağına, Etiyopya’nın Erta Ale volkanının hemen yanı başında bulunan 100 bin yıllık insan iskeletinden, Vanuatu’da volkan kenarında yaşayan ve John Frum isimli bir Amerikalıyı Tanrılaştıran köye, bir çok ilginç hikaye anlatıyor Herzog.

1977 yılında gene volkanlarla ilgilendiği belgeselinin (La Soufrière – Warten auf eine unausweichliche Katastrophe -1977) çekimleri sırasında gördüğü adamın hikayesini bu belgeselde tekrarlıyor. Volkan patlamak üzere ve herkes terk ediyor yaşadıkları yeri ama bir adam olduğu yerde kalıyor. Adam bir ağacın altında uyuyor yanında kedisiyle birlikte, kıyamet umurunda bile değil. Bir şarkı söyleyip, spor ayakkabılarını giyip insanlardan uzaklaşıyor neden sonra, kıyameti insanlara tercih ediyor adeta…

Yönetmen Werner Herzog sizi ‘Cehennemin İçine’ doğru çekerken aslında yaşadığımız cenneti yeniden fark etmemize yol açıyor. Çünkü o ateşin şarkısını duyduğu kadar buzun şarkısını da duyuyor kulaklarında…
21-werner-herzog-w1366-h908
Buzun Şarkısı

“Bir ceket, bir pusula ve gerekli malzemelerle dolu bir kamp çantası aldım. Çizmelerim o kadar sağlam ve yeniydi ki yüzümü kara çıkarmayacaklarına emindim. Yaya olarak oraya ulaşırsam onun hayatta kalacağına dair sağlam bir inançla Paris’e giden en kestirme yola koyuldum” Werner Herzog (Buzda Yürüyüş)

19 yaşında çektiği ilk film olan “Herakles”de vücut geliştirmecileri anlatan yönetmen, kamerasını dünyanın dört bir yanında farklı insanları, doğayı ve doğanın insanla bir araya gelişinin yarattığı etkinin izlerinin peşinde gezdirdi. Bunu bir “auteur” ustalığıyla yansıtmayı başaran Herzog’un temel nosyonu “Buzda Yürüyüş” te not ettiği cümlede dile gelir.

“Bir şeye boyun eğeceksem akılsızlığa eğmeyi tercih ederim”

1974 yılının 26 Kasım Salı günü hasta olduğunu duyduğu Lotte Eisner için kendi tabiriyle bir hac yolculuğuna çıkar. Bu yolculuğun amacı kendi sözleriyle onun ölmesine izin vermemektir.

“Buzda Yürüyüş” ayaklardaki şişlikler, yanmalar, soğuk, yağmur, açlık, ter ve koku ile dolu bir anlatı ama aynı zamanda bir sinema sanatçısının dünyaya bakışının da sembolü olan bir yolculuk kitabı.

Neden yürüyerek gittiğini “Nasıl içinde oturduğumuz arabalara dönüştüğümüzü insanların yüzlerinden okuyabilirsiniz.” sözlerinden anlayabileceğimiz yönetmen, şehirde ve konforda bulamadığı bir şeyi bulur daha yolculuğunun en başında; “İçimi kardeşçe bir his kapladı ve göğsümü bir yalnızlık hissi doldurdu.”

“Sanki bir atmışım gibi baldırlarımdan buhar tütüyor.” diyerek kasabaların ormanların içinden yürürken aynı yıl vizyona giren uzun metraj filminin (Jeder für sich und Gott gegen alle) afişlerine de denk gelir. Artık kendine de yabancılaşmış gibidir.

26 kasım Salı günü yolculuğunun boşunalığına dair endişesi dile gelir; “Lotte Eisner nasıl? Yaşıyor mu? Acaba yeterince hızlı ilerliyor muyum?”
Paris ile Münih arasında “İçimi böyle bir yalnızlık duygusu hiç kaplamamıştı.” Diyerek mesafeleri aşarken S.30 Yalnızlık duygusu 2 aralık pazartesi günü daha da güçlenir; “Yalnızlık iyi midir? evet, iyi” s.50
Bu yolculuktan 2 yıl sonra kamerasını alıp volkan patlaması beklendiği için boşaltılan Karayip Adaları’ndan Guadeloupe’a gidecek olan Herzog, lavların sesini 2 yıl önceden duymaktadır. (La Sufriere – 1976)

6 aralık Cuma 1974

“Tabanlarım dünyanın merkezinde bulunan kor halindeki çekirdekten pişmiş halde. Bugün yalnızlık diğer günlerden daha ağır basıyor. Kendimle çift mantıklı bir ilişki geliştiriyorum. Yağmur insanı kör bırakabilir.” S.71

O ateşe duyduğu tutku Herzog’un “Encounters at the End of the World” (2007) adlı belgeseline de yansır. Antartika’da buzun içinde yanan ateşe yol alan bilim adamlarını anlatır.

Buz ve ateş Herzog’un dünyanın kaderiyle bütünleştiği yer olur.

“Örtülmüş bir ateş gibi
yanıp şarkı söyleyen bu kalbi
Kışın külü altında
Alçak sesle büyülemeli” diyen Toulet mısraları adeta Herzog’u büyüleyen gücü de betimler. O büyü Lotte Eisner’in ölümünü geciktirir. Gerçekten o yolculuk mudur Lotte’yi hayatta tutan kim bilebilir. Into the Inferno’nun ateşle büyülenmiş yerlileri belki de Rilke’yi duymuşlardır içlerinde: “Canlı olmak alevde yok olmak demektir; sevmek bitmez tükenmez bir ışıkla parlamaktır.”

Herzog’un filmleri, belgeselleri ve Buzda Yürüyüş isimli kitabı bizi evrenin kadim güçleriyle insanoğlunun kurabildiği o büyülü, korkutucu, dinsel bağı ve o güçlere karşı kazanabildiğimiz yaşam alanlarının kırılganlığını tekrar ve tekrar bize anlatıyor.

“Gözlerinin açıklığında
Ateşin yıkımlarını esinli eserlerini
Ve külünün cennetini göster” – Paul Eluard

Yorum Gönderin