Not: Spoiler içerir…
Yıl 1966. Martin Scorsese o zamanlarda henüz üniversite okuyan genç bir delikanlıdır. Okulu bitirmek üzeredir. Okulun bitmesi için bitirme tezi olan filmini çekip hocasına göstermelidir. Scorsese kollarını sıvar, sonradan “Who’s That Knocking at My Door” ve “I Call First” adlarıyla anılacak filmini yazar ve çekimlerden önce başrol için bir ilan verir. Tabii ki öğrenci olduğu için oyunculara para ödeyemeyecektir. Bu filmden önce bir filmde yer almayan Harvey Keitel bunu dert etmez ve filmde yer almak istediğini söyler. Film, Keitel’ın başrolünde çekilir, tamamlanır ve Scorsese mezun olur. İki sene sonra bir sinemacı bu filmi görür. “Eğer bu filme erotik sahneler çekersen filmin festivallerde gösterilmesini sağlarım,” deyince Scorsese, Keitel’le buluşur ve filme bir erotik sahne ekler.
Bu “öğrenci işi” siyah beyaz filmin göze çarpan ilk tarafı, sinemayı yalayıp yutması konusunda Quentin Tarantino’dan aşağı kalmayan, sinefil sıfatını sonuna dek hak eden Scorsese’nin filmin başında ve daha sonra çeşitli yerlerinde sinemaya yaptığı göndermelerdir. Bir kavgadan sonra Keitel’ın karakteri J.R.’ı bir kadınla sohbet ederken görürüz. J.R. kadının elindeki dergide John Wayne’i görünce kendisini tutamaz ve bu adam hakkında bildiği her şeyi söyler. Wayne’den başlayan sohbet başrolünü üstlendiği “The Searchers” ile, Lee Marvin’le, westernle ve daha bir sürü film ve konuyla sabaha kadar devam eder. Bahsedilmesi gereken diğer sahneyse şudur: Slow-motion çekilen bir sahnede bir karakter vazoya silahla ateş eder. Bu sahneyi takip eden sahnedeyse “Rio Bravo” filminin karakterlerini görürüz. Bu sahneler Scorsese’nin sinemaya duyduğu aşkı yansıtması açısından hoştur. Bu arada Scorsese’nin filmini diyaloglar üzerine temellendirdiğini ve konuşmalara büyük önem verdiğini de belirtelim. Ustaların ilk filmleri sonrasında yapacaklarının özetini geçer ya da bu konuda bizlere fikir verir. Buradaki çok konuşan, sokaklarda gezip tozan, birbirleriyle epey yakın olan karakterler, Scorsese’nin ileride yaratacağı karakterlere benzemektedir. Mekân kullanımı da benzerdir. Scorsese filmi kapalı mekânlardan çok dışarıda, sokakta çeker. Scorsese’nin bu filmden bir süre sonra “Mean Streets” filmini çekmesi şaşırtıcı değildir yani. “Mean Streets”teki tema ve karakterlere burada da tanık oluruz.
Öte yandan müzik kullanımı başarılıdır. The Doors’un efsane parçası “The End”i duyan sinemaseverler hemen Francis Ford Coppola’nın “Apocalypse Now”ını hatırlayacaklardır. Fakat Coppola’dan önce bu parçayı Scorsese kullanmıştır. J.R. yatağa uzanır ve bu parça çalmaya başlar. Şarkı, “Apocalypse Now”daki napalm bombalarının yağdığı sahne kadar olmasa da yakışır buradaki sahneye. Keitel’ın “Apocalypse Now”ın Willard’ı için düşünülen ilk kişi olduğunu da belirtmek gerek (rol, Martin Sheen’e teslim edilmişti). Bu arada “The End”in çaldığı sevişme sahnesi yukarıda bahsettiğim sinemacının isteği doğrultusunda çekilen sahnedir ve son derece gereksiz bir sahnedir, hiçbir işlevi yoktur, öyküye hiçbir katkısı yoktur. Gereksiz ve anlamsız yere J.R. ile sevgilisinin sohbetini böler bu sahne.
J.R. ile sevgilisinin ve J.R. ile arkadaşlarının sohbetlerine odaklanan bu film bir ilk film olarak fena değildir. Ama bir buçuk saatlik süresinin altının dolmadığını, öykünün yetersiz kaldığını görüyoruz. Scorsese filmini ikiye bölmüş. İlk bölümde J.R. arkadaşlarıyla birlikte gezer, tozar. Onlarla tartışır, barışır vs. Bu sahnelerin birinde J.R. geçmişi düşünür ve hemen sevgilisiyle tanıştığı, yukarıda bahsettiğim sahneye kesme yapılır. Sonrasında film zaman zaman şimdiki zaman ve geçmiş zaman arasında gidip gelir. Daha sonra bütünüyle şimdiki zamana geçiyoruz ve J.R.’ın arkadaşlarıyla ve sevgilisiyle buluşmalarını izliyoruz. J.R.’ın arkadaşlarıyla takıldığı sahneler, sevgilisiyle takıldığı sahnelerle mukayese edildiğinde sıkıcıdır. J.R., sevgilisiyle sinemadan konuşurken arkadaşlarıyla olan sahnelerdeki konuşmalar sıkıcıdır. Özetle senaryo açısından sıkıntıları var filmin. Yönetmenlikte ise yetenekli birisinin elinden çıktığını hissediyoruz.
Başlıkta da belirttiğim gibi film, muhafazakâr bir aşk hikâyesi anlatır. J.R.’ın sevgilisi (adı söylenmez, jenerikte “The Girl” diye geçer) tecavüze uğramıştır. J.R. muhafazakâr biridir. Tecavüze inanmaz; ona göre kadın isteyerek sevişmiştir adamla. Ama tecavüz edilmiş olsa da olmasa da bir orospudur J.R.’a göre. Yine de J.R. onu “affeder”. J.R.’ın kadın istese bile onunla sevişmemesinin nedeni muhafazakârlığındandır: Evlenmeden olmaz! Finalde kendisini affettiğini söyleyince affedilecek bir şey olmadığını ima eden kadın, J.R.’ı evden gönderir. J.R. soluğu kilisede alır. Her şey için af diler (seviştiğini hayal ettiği için, tecavüze uğramış birisiyle sevgili olduğu için, her şey için). Bu açıdan ilginç bir karaktere sahiptir film. Yukarıda “öğrenci işi” dedim ama aslında çoğu “öğrenci işi”nden daha nitelikli ve başarılı bir filmdir. Scorsese’nin mahareti her plan sekansta kendini gösterir. İzlenmeli…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.