Kariyerinin başından beri nitelikli filmlere imzasını atan, 2015 yapımı Carol‘la büyüleyen yetenekli yönetmen Todd Haynes, Carol‘ı tamamladıktan kısa bir süre sonra Wonderstruck adlı filminin çekimlerine başlamıştı. Brian Selznick’in aynı adlı çocuk kitabından uyarlanan filmin başrolleri iki çocuğa, Millicent Simmonds’la Oakes Fegley’e teslim edilmişti. Kadroda yardımcı rolde Julianne Moore ve cameo rolüyle (yani çok az görünen) Michelle Williams da yer alıyorlar. Wonderstruck, Moore’la Haynes’ı Far From Heaven‘dan 15 yıl, Williams’la Haynes’ı I’m Not There‘den 10 yıl sonra tekrar buluşturmuş oldu. Farklı dönemlerde geçen film iki çocuğun arayışlarına, büyümelerine, hayatla mücadele etmelerine ve yollarının kesişmesine odaklanıyor. Ne yazık ki bu mücadeleler epey sıradan bir şekilde yansıtılıyor.
Haynes, Wonderstruck‘ı keskin bir şekilde ikiye ayırmış. 1977’de geçen sahneleri renkli ve sesli bir şekilde çeken yönetmen 1927’deki sahneleriyse siyah-beyaz ve sessiz çekmiş. Film sürekli (son 30 dakikaya dek) 77 ile 27 yılları arasında gidip geliyor. Yani iki çocuğun yaşantılarını paralel bir kurguyla anlatıyor Haynes. Dolayısıyla sürekli renkliden siyah-beyaza, sesliden sessize geçip duruyor film. Yönetmen vasata bile zar zor ulaşan senaryoyu/öyküyü sessiz ve siyah-beyaz sinemaya öykünerek ilginç ve ilgi çekici hale getirmeye çalışıyor. Ama 20. dakikaya ulaşamadan film alabildiğine yüzeyselleşiyor, sıradanlaşıyor, ilerisi adına hiçbir şekilde heyecanlandıramıyor. Siyah-beyaz sahneleri ya da iki çocuğun farklı zamanlardaki arayışları ve ortak tarafları filmi ilgi çekici ve ilginç hale getirmeye kanımca yetmiyor. Asıl sorun da zaten epey zayıf olan senaryosunda. Brian Selznick imzalı senaryo aynı şeyleri iki kez tekrar ede ede sıkıcılaşıyor. Filmin başında Rose’un (Simmons) işitme engelli olduğunu öğreniyoruz. Sonra Ben (Fegley) de duyma yetisini yıldırım nedeniyle yitiriyor. Rose sessiz sinema aktrisi annesi Lillian’ı (Moore) bulmak için evinden kaçıyor. Ben de filmin başında annesini yitirdikten sonra duyma yetisini de kaybedince o da yola çıkıyor. Ben’in yola koyuluş nedeniyse hiç tanımadığı babasını bulmak. Farklı dönemlerden benzer şeyleri anlatıp duruyor Selznick. Hatta filmin yorucu ilk saati tamamen bu aynı taraflarla doldurulmuş. Bu arada finaldeki sürprizle Ben’in annesinin Ben’e babasıyla ilgili hiçbir şey anlatmamış olması filmin en kötü taraflarından oluyor. Halbuki ortada tam tersi anlatılması gerekli bir baba portresi var. Selznick’in senaryosu gerçekten kötü. Süre de kısa filmi bile dolduramayacak öykü için çok fazla olmuş.
Şüphesiz filmin olumlu tarafları da var. Carol‘da döktüren Edward Lachman’ın görüntü yönetmenliği bir kez daha kaliteli. Carol‘da döktüren diğer isim olan Carter Burwell’ın müzikleri bu kez fena değil ama iki saat boyunca neredeyse aralıksız çalındıkları için bir süre sonra müziklere katlanmak zor olabiliyor. Oyunculuklar ise sorunlu. Moore tabii ki kötü değil, zaten fazla da görünmüyor (toplasanız 15 dakika görünüyordur). Williams’ın rolüyse tek sahneden ibaret. Bütün yük iki çocuğun üzerinde. Simmonds fena değildi. Fegley’nin özellikle finaldeki sahnede performansı düşüyor. Set tasarımı ise oldukça iyi. Lakin bu artılar filmi kurtarmaya yetmiyor. Diğer sıkıntıysa finali. Finalde Rose’la Ben’in öyküleri birbirlerine olabilecek en klişe ve kötü şekilde bağlanıyor. Ben’in babasını arayışı kağıt üstünde bile heyecanlı hale getirilemezken perdede Rose’un yolculuğuyla bölünüp durması, Rose’un da öyküsünün heyecandan, sürprizden veya “sıkıntı” dışındaki herhangi bir duygudan uzak olması filme zarar veriyor.
Tabii Martin Scorsese’nin Hugo filmine de değinmeden bitirmeyeyim. Hugo da, Wonderstruck da Selznick’in kitaplarından uyarlandılar. İki film de benzer. Hugo da Wonderstruck gibi babasız bir çocuğu merkeze koyuyor, Wonderstruck‘taki gibi 20’li yıllarda geçiyor ve Wonderstruck gibi sessiz sinemaya saygı duruşunda bulunuyor. Lakin Hugo‘nun senaryosu daha iyi, konuları ve karakterleri daha iyi işliyor. Üstelik sessiz filmleri kusurlarını kapatmak için kullanmıyor ve sıkıcılaşmıyor. Hugo ortasına dek çocuklara dönük bir öykü anlatırken daha sonra öyküye yönetmen Melies’i de dahil ederek sessiz sinema sevdalılarına da seslenebiliyor. Haynes’ın Wonderstruck‘ı ise çocuklar için de, yetişkinler için de sıkıcı ve sürprizsiz bir film kanımca. Şimdilik Haynes’ın en kötü filmi Wonderstruck. Umarım sıradaki filmiyle Carol‘ın kalitesine ulaşabilir.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.