Zafere Kaçmak: Almanya’dan 7 Yiyen Takıma…

Futbol çocukluğumuzun en keyifli zaman geçirme aracıydı. Mahalle maçlarının tadı hala uzak geçmişten bize doğru iki taş bir top gördüğümüz her dem kendini hatırlatmaya devam ediyor.
Klişe bir spor yorumcusu eleştirisi olan top oynamamış adamdan yorumcu olmaz sözü, aslında bizleri de anlatır; lisanslı olmasak da topun peşinden koşup spor ayakkabısını patlatmayan kişi futbolsever olmayı başarsa da hep eksik olacaktır.
Mahalle maçlarında transfer yoktu ama adımlayarak istediğin oyuncuyu takıma seçme şansın vardı. İki rakip takımın başındaki kişiler, bunlardan biri genelde topun sahibi olurdu, belli bir mesafeye kadar açılırdı. İki silahşör gibi karşı karşıya gelirdi. Ve sırayla birer adım atarak birbirlerine doğru ilerlerdi. Kim ilk olarak ayağa basmayı başarırsa “ilk sıradan draft hakkına” da sahip olurdu. En iyiyi o seçerdi.

En sevdiğimiz oyunlar gene maçlar dışında da futbolla ilgiliydi. Sıcak tepedeyken arkadaşlar birer ikişer yazlık, memleket dolaylarına kaçtığında kurmaca oyunlara geçerdik. Bunlardan biri 1930’dan başlayarak dünya kupası maçlarını zar atarak tekrar oynadığımız oyundu. Bu oyunda en büyük yardımcım Dünya Kupası için gazetelerce hazırlanan kitaplar olurdu. Bu oyunda bazen Brezilya’nın kazanması için zar tuttuğum oluyordu, kabul ediyorum. Her takımın gol sayısını zar belirlerdi. Sıkıldıkça kıta elemelerinden başladığım da olurdu. Çocukluğumda benim böyle zihni sinir projelerim olmuştur hep. Bir dönem Borsa (monopoly) oyunu çabuk bitiyor diye dev bir kartona yeni bir monopoly tasarlamıştım. Bu oyunun tek sorunu ise hiç bitmemesiydi.

Mahalle maçlarındaki bazı pozisyonları bugün bile hala tartışıyoruz… Futbol hala büyülemeye devam ediyor dünyayı ve bizi… İşte o günlerden beri futbol her şeyden çok Brezilyaydı. Socrates, Zico ve diğerleri birer Mandrake’ydi bizim için. Bir de babamdan en çok dinlediğim isimlerdi, dönemlerine yetişemesek de Pele, Zati Sungur ve İsmail Dümbüllü…

Brezilya 90 dünya kupasında Maradona’nın pasıyla kaçan Caniggia’nın golüyle elendiğinde ilk kez “top” için ağladığım gün oluyordu benim için… Bu dünya kupasında o formayı çok da hak etmeyen bir kadroyla kupaya başladıklarında gene de içimde bir ümit vardı. O ümidin sebebi olanlar Garrincha, Jairzinho, Socrates, Pele ve diğer muhteşem isimlerdi, bugünkü kadro değildi. Hatta Almanya maçının ilk yarısı bittiğinde hala içimde bir yerlerde Brezilya’nın geri döneceğine, kazanamasa bile direneceğine inanıyordum. Bu jenerasyonla birlikte ümitlerimiz de gömüldü. Efsanenin tasfiyesi sona ermiş oldu böylece…

Aslında bu yazının asıl konusu gelmiş geçmiş en iyi futbol filmi olan Zafere Kaçış’dı. Ama insan futbola bulaşınca konuşacak ne kadar çok şey olduğunu bir kez daha fark ediyor.

Yönetmenliğini John Huston’ın yaptığı film 2. Dünya Savaşı fonunda bir özgürlük arayışını anlatır. Kadroda usta oyuncularla / futbolcular bir aradadır. Michael Caine ve Sylvester Stallone’nin başrolde olduğu filmde; Pele, Bobby Moore, Ardiles gibi efsane isimlerde yer alıyor. 1981 yapımı filmi muhakkak izleyenler vardır. İzlemeyenlerin ise çok şey kaçırdığını söylemem gerekiyor. Futbolun insanları bu kadar çok büyüleyen yanını anlamak isteyenler için bu film bir çözüm taşır içinde. Nazilere atılan çalımlarla bile mutlu olursunuz, Ardiles’in o inanılmaz aşırtması en unutulmaz sahnelerden biridir.

Zafere Kaçış’ın en büyük başarısı futbol stadlarında yaşanan heyecanı, aşkı filmin içinde yakalayabilmesinde yatar. Bugün futbol aşkından bahsetmek çok daha kolay, hem maddi anlamda bir endüstriye dönüşmesi hem de kendine entellektüel bir destek bulmasıyla futbol hiç olmadığı kadar popüler bir spor. Çocukluğumuzda (80’li yıllar) futbol ikinci sınıf bir oyun olarak algılanırdı, enteller küçümserdi, aileler çocuklar futbolcu olsun istemezdi, zaman kaybı olarak görülürdü. O yüzden Zafere Kaçış bir anlamda futbolun o ikinci sınıf göründüğü yıllarda bir hazine gibiydi.

Zafere Kaçış, Pele yüzünden Brezilya’dır da, futbolu neden sevdiğimizin en anlamlı en derli toplu hikayesidir de, şimdilerde artık çokça felsefe vs. ile ilişkilendirilse de bugünün siyasal, sosyal olgularından, sloganlarından apartma bir futbol söylemi var hepimizin malumu, bunlardan yorulduğunuzda bu filmi izleyebilirsiniz. Sadece oyuna bakıp geride kalanların aslında teferruat olduğunu hatırlayabilirsiniz.

Zafere Kaçış kaçmak yerine sahaya çıkanların hikayesi olarak hala bize çok şeyler öğretmeye devam ediyor… Futbola romantik bir gözle bakanlar için elbette…

NOT: Almanya 5-0’ı bulduğunda hala Brezilya’nın geri döneceğine inanmamın en büyük sebeplerinden biri Zafere Kaçış’tır. Futbol romantik bir oyun mudur sorusunun cevabını 7-1’lik skorla öğrendik.

Yorum Gönderin