Zelig Olmak

“Her ne kadar bir insan hikayesi olsa da kültürümüzün bütün kahramanlık, arzu gibi bütün temalarını içeriyordu.”

Filmdeki röportajında böyle söylüyor Zelig hakkında Irving Howe. 1983 yapımı bir Woody Allen filmi olan Zelig’in bana kalırsa en iyi mottosu bu sözlerden oluşuyor. Kimdir bu Zelig, nedir hikayesi, merak edenler için biraz bundan bahsedelim.

20li yıllarda Amerika’da yaşayan efsane bir adam olan Leonard Zelig’in belgeseli, kendisi hakkında görüşlerin alındığı röportajlarla başlıyor. 20’li yıllarda Zelig (Woody Allen) efsanesine şahit olmuş insanların, 80’lerdeki röportajlarıyla… Ardından, hızlıca akan siyah beyaz sahnelerle, savaş sonrası kendini eğlenceye, kutlamalara, çeşitli partilere ve içkiye vermiş amerikan halkının görüntülerini görüyoruz ve Zelig’in hikayesine başlıyoruz. Henüz onu tanımadan, efsanelerini duyuyor ve gittikçe de gizemini merak ediyoruz.

Bukalemun İnsan

Leonard Zelig hakkındaki ilk kayıt yazar Scott Fitzgerald’dan geliyor. Fitzgerald defterine, bir ev partisinde aristokrat, cumhuriyetçi ve üst düzeyden intibası veren bir zatla tanıştığını; ama kendisini şaşkınlığı uğratan şeyin, aynı adamı bir saat sonra mutfakta gördüğünde demokrat tavırlar sergileyişi olduğunu yazıyor. “Hem de bu adam, halk tabasının aksanıyla, gırtlaktan konuşuyordu”. Ardından dizi dizi, Zelig’in henüz kim olduğunu bilmeden, “garip bir adam” olarak anlatılan hikayeler geliyor. Calvin Turner da kendisiyle yapılan röportajda şöyle anlatıyor: klübe birçok ganster gelirdi, hepsini tanırdık; fakat o gece gelen adamı daha önce hiç görmemiştim. Onun kim olduğunu öğrenmeye çalışırken adam bir anda ortadan kayboldu ve sonra müzik başladığında, orkestradaki adamı o ganstere çok benzettiğimi hatırlıyorum. Ama gangster beyazdı ve bu müzisyen ise siyah! Bu ve bunun gibi birçok örnekle anlatılıyor “garip adam Zelig”

Nasıl bir garipliği var peki Zelig’in? Onu nev-i şahsına münhasır yapan, yanında olduğu insanın özelliklerine bürünüyor olması, şeklen onun aynısı olması. Bir gün bir Asyalı, bir gün siyah, bir gün şişman göbekli, bir gün bir başka biri, bir bukalemun insan… Derken iyice farkedilmeye başlanılan Zelig yavaş yavaş incelenmeye, takip edilmeye başlanıyor. O artık tıp için bir vak’a, toplum içinse yeni bir merak ve eğlence kaynağı olma yolunda ilerliyor. Genç psikiyatrist olan Dr. Eudora Fletcher (Mia Farrow) Zelig’i başkalarının hayatlarına imrenmeyen, sağlıklı bir vatandaş yapacağına inanıyor. Zelig’le gönüllü olarak ilgilenmeye başlıyor, onunla hipnoz seansları yapıyor, bu seanslar kameraya çekiliyor. Hatta seansların birinde Zelig’ten başka insanlar gibi olmaya başladığı ilk ânı hatırlamasını isteyince Zelig şöyle diyor: “küçükken bir arkadaşım bana Moby Dick’i okuyup okumadığımı sormuştu ben de okumadığımı söylemeye utanarak okumuş gibi davranmıştım.”

Toplumun Yarattığı Kahraman

Zelig’in durumu tıp dünyasında çeşitli görüş farklılıklarına yol açıyor, gazeteler çarşaf çarşaf Zelig’i yazıyor, radyolar onun “hastalığı”ndaki gelişmeleri anbean halka aktarmaya uğraşıyor. Tüm bunlar kartopu etkisiyle büyüyor ve Zelig kısa bir süre sonra bir halk kahramanı haline geliyor. Küçük topluluklara yaptığı gösterilerde, onların isteği üzerine yanına getirilen kişinin şekline bürünüyor. Zelig maskotları, kol saatleri, oyuncakları yapılıyor ve hatta 1935 Warner Bros. yapımı “The Changing Man” filmi de onun hayatına dayandırılıyor. Bir de tüm bu süreç içerisinde Zelig ile doktoru arasında bir aşk da doğuyor. Zaman ilerledikçe Zelig “hastalığı”nda ilerleme kaydediyor ve artık kimsenin şekline bürünmüyor. Bu başarının ardından doktoru da gazetelerde, radyolarda haber oluyor; başarısı konuşuluyor.

Elbette bir süre sonra bu şan şöhretten nasiplenmek isteyenler de çıkıyor. Kendisinden çocuk sahibi olduğunu, hala Zelig’le evli olduğunu söyleyen kadınlardan, sahte doktorluk yaptığına dair iddalarla gelen hastalara, eski mahallesindeki komşularına kadar birçok insan, yüzlerce davayla çıkıyor Zelig’in karşına. Bundan sonra manşetler yine değişmeye başlıyor: “Zelig kötü bir ahlâki etki yaratıyor”. Tüm bunların etkisiyle Zelig eski sorunlarıyla tekrar buluşuyor ve bir yunan lokantasında bir anda bıyıklı, şapkalı bir yunana dönüşüveriyor. Ardından Zelig ortadan kayboluyor. Uzunca bir süre sonra, Eudora Fletcher’in farketmesiyle Hitler’in bir konuşmasında kürsünün arkasındaki subaylardan biri olarak göze çarpıyor. (Saul Bellow’un yorumuyla, faşizm Zelig’e topluluk içinde yok olmayı ve anonimleşmeyi sunuyor.) Zelig ve artık eşi olan dr. Eudora Fletcher, Nazilerden bir uçakla kaçmaya çalışırken, bukalemun Zelig pilot oluyor ve atlantiki hiç mola vermeden geçmeyi başaran ilk pilot olmasının yanında bir de kendilerini takip eden tüm alman uçaklarını da atlatmayı başarıyor. Amerika’ya dönüşlerindeyse yeniden bir kahraman olarak karşılanıyor Zelig ve eşi. Zelig’in hikayesi burada bitiyor ama amerikan halkı yirmilerinde neyse, yine o olmaya devam ediyor.

Mockumentary Film

Kısaca bu şekilde özetleyebileceğim, 1983 yapımı Woody Allen filmi Zelig, türünün harika bir örneği, bir mockumentary film: yani sahte belgesel. Elbette Zelig adında biri hiç yok ve bu yazdıklarımın hepsi de tamamen bir Woody Allen yaratıcığılı ve kurgusundan ibaret. Mockumentary, hiç olmayan bir olayı, bir kişiyi ya da bir dönemi, tamamen kurmaca mantığıyla fakat teknik olarak belgesel anlayışıyla anlatan bir film türü. (sevgili Ümit Açık, mocumentary türünün örnek yapımlarını yazısında paylaşmıştı). Zelig’de türe dair teknik, çok titiz uygulanıyor ve böyle olunca da izleyici “bu adam galiba gerçekten yaşamış” hissine kapılıyor. Hızlandırılmış siyah beyaz resimler, kostümler, gazete küpürleri, basın açıklamaları ve o dönemi anlatan “günümüz” röportajları son derece gerçekçi. Woody Allen’ın şekilden şekile girmiş halleri, montajlanmış fotoğraflar ve diyaloglar da dört dörtlük.

Son zamanlarda örneklerine sıkça rastladığımız mockumentary film örneğini, Allen’ın yıllar öncesinde yapmış olması da kendisinin dehasına bir kanıt sayılabilir. Bir Woody Allen hayranı ya da takipçisi olmadım hiç fakat hakkını teslim etmeli. Filmin mizah anlayışı, bunun dozu, sadece döneminin değil, tüm dönemlerin toplumlarına eleştiri ve evrensel insani duygular… “öteki” olmayı isteme arzusu, dışlanma korkuları, faşizm, kimlik bunalımları derken varolan bir anti-kahraman ve onu nereye koyacağını bilemeyen, hayatlarını bir kahramanın kurtaracağını düşünen bir toplum… Tüm bunların eleştirisini, yapılabilecek en güzel yolla, ince mizahıyla yapıyor Woody Allen. Ayrıca filmdeki oyunculuğu da müthiş… Özellikle doktoruyla yaptığı seansları sırasında, elini kolunu nereye koyacağını bilmez halleri, içinde barındırdığı kişiliklerinin harika bir dışavurumu oluyor.

Film, mocumentary’ye dair izleyende bir şevk uyandırıyor ve türün diğer yapımlarını da merak ettiriyor. Son zamanlarda farklı bir şeyler izlemek isteyenlerin, türü merak edenlerin ve de en azından gülmek isteyenlerin kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum.

————

Bakınız: Mockumentary: Belgeselde Sahtecilik

1 yorum

Yorum Gönderin