Bakınız için yazan: Ufuk Eriş
Arthur C. Clark ve Kubrick’in, muhteşem bir ‘uzay kafasıyla’ ortaya koydukları eser üstüne söylenecekler çoktur. Ancak bir yerlerden de başlamak gerekir. İnsanı ve insanın macerasını anlatan bu filmden yola çıkıp kendi maceramızı da düşünmek için filmin yaptığı gibi yalnız belli tabelalar çakarak yol alacağım.
Odyssey sözü Odiseus’dan kaynaklanır. Odiseus’un macerası insanlığın macerasıdır. Zaten böyle yapıtların yüzlerce yıla meydan okuması insanlığın en temel çatışmalarına dayanmalarındandır. İlk burjuva birey olarak değerlendirilir Odiseus. Kendi kaderini kendi ellerine almak isteyen insan olarak. Poseidon, Truva savaşının kazanılmasındaki payını öne sürmesine rağmen Odyseus kendi zaferini ipotek altına aldırmamış ve bir tanrıyla kapışmayı göze alarak, adamlarıyla deniz tanrısının denizlerine açılmıştır. Tanrıçaların ölümsüzlük önerilerini reddetmiş, bir insan olarak kalmak için birçok badireler atlatıp Penelope’sine dönmüş ve kendi krallığının kralı olmaya devam etmiştir. Tanrılarla kavgası, ölümsüzlüğü reddetmesi, evine geri dönme isteği hep kendi krallığının kralı olmak isteğiyle ilgilidir. Acaba biz uzak düştüğümüz ülkemize tekrar geri dönmek için ne kadar çabayı göze alabiliyoruz? Kendi doğamızı kendi maceramızda ne kadar tanıdık? Sahi ya insan doğası nedir? Neden ölümsüzlük yerine insan olarak kalmayı tercih eder Odiseus? Çünkü insan olmak ölümsüz olmamaktır. Heidegger’in dediği gibi insanın buradalığı burada olmamaklığı üzerine kurulmuştur. Geçicilik (temporality) temelinde bir varoluşu sindirmek ve yaşamak insanca yaşam için vicdanın çağrısıdır. Oysa insan sonsuza dek yaşamak ister, o yüzden kendinden büyük ve doğası geçicilik üzerine değil kalıcılık üzerine kurulu şeyler, icat eder, yapar, inşa eder durur. Sonra bu yaptıkları kendisinden büyük olduğu için ona tahakküm etmeye başlar. Yine bir maceraya atılır insan.
İnsanın uzay macerası da kendini tanıdığı bir maceradır. Maceralarda durumlara verdiğiniz tepkiler sayesinde kendinizi tanırsınız. O durumlara verilen tepkiler kişinin aynası gibidir ve aynada kendimizi bütünlememiz gibi maceralarda da kendimizi bütünler ve tanırız. İnsanın teknoloji ile olan macerası daha da ilginçtir. Kubrick’in filminde ‘uyumakta’ olan insansılar bir teknolojiyi üretmekle, doğaya doğal olmayan bir şey katmakla ‘uyanırlar’. Uyandıkları şey kendi maceralarıdır. Kendi potansiyellerine uyanıyorlar da denilebilir. Daha filmin başında görülen monolitin ne olduğu ile ilgili birçok spekülasyon olmasına rağmen hepsinin uzlaşabileceği temel görüş bu monolitin ‘doğal’ olmadığıdır. İnsan doğal koşullara indirgenemez. Doğaya doğal olmayan yapıntılar katarak doğayla uyumlanır.
İnsan şüphe eden, merak duyandır. Hâlâ gökkuşağının ötesinde bir yer olduğuna olan inancıyla gelişmek için çabalar durur. Gelişmek; daha iyi, adaletli, eşitlikçi, insanca bir topluma gitmenin yoludur. En azından böyle yola çıkılmıştır ama daha sonra gelişmenin de raison d’etre‘i olan iyi, adaletli, eşitlikçi, insanca kavramları trivial bir boyuta indirgenmiş; araç olan gelişme, amaç yerini almıştır.
Filmde kemik havaya uçar döner ve bir uzay gemisi olur. Sapandan atom bombasına pek kısa bir yol vardır. Artık insan gelişmiştir, medenidir. Kendini gerçekleştirip böylece potansiyeli, aktüele dönüştürerek görünür kılacak ve görünene bakarak kendini tanıyacak olan insan artık uzaydadır.
Gelişme ama ne için? Daha fazla gelişmek için! İnsan nesnel aklın sağladığı, amaçları sorgulama niteliğinden yoksunlaştıkça bunu daha az düşünür olmuş ve daha fazla gelişme, daha fazla verimlilik ve daha fazla kâr gibi kapitalist değerler etrafında toplum örgütlenmiştir. Gelişme, verimlilik ve karlılık, tüm evreni yöneten yeni çekirdekler olmuştur. Fakat Hitler’i korkunç yapan vahşi kurtlar gibi etrafa saldırıp insan öldürmesi değil, bunu modern, gelişmiş, verimli, bilimsel ve kârlı yollarla gerçekleştirmiş olmasıdır. Ekonomik bir ifade değil midir; en az zehir ile en çok insanı verimli biçimde öldürmek? Teknolojinin varlık nedeni sorgulanmadan, sadece teknik uygulamalar ile ilerleyen bir insanlık tarihi elbette kendi ayağına dolanacaktır. İnsanlar siborglaşmaktadır ama bu kollarına bacaklarına ya da kafalarına çip takmaları ile olmaz. Siborg makine ile insanın arasındaki sınırın bulanıklaşmasından kaynaklanır. Sorgulamayan, anlamayan, yalnızca verileni işleyen bir bilgisayara dönüşen insanın yeni adı, kelime-işlemcilere benzeterek yaşam-işlemci olmuştur. Böylece de Adorno’nun Minima Moralia kitabına neden “yaşam yaşamıyor” alıntısıyla başladığı daha anlaşılır bir hâl alır.
HAL 9000 (bir yaklaşıma göre HAL, IBM’in birer harf geri götürülmesinden oluşur) yaşamak istemektedir. Ve yaşamının önündeki engelleri ortadan kaldırır, yaşamını savunur. İnsan bir kez daha kendi yarattığı bir şeyin tahakkümü altına girmiştir. Feuerbach’tan gelen bir açıklamayı düşünürsek, insan dini yaratmış sonra onu kurumsallaştırmış ve kendi yarattığı şeyin tahakkümü altında çok acılar çekmiştir. Teknoloji konusunda da insan o teknolojiyi yaratabilmesini sağlayan eleştirel aklı bir kenara bırakarak kendi yarattığı şeye benzemeye çalışırken ona âşık olmuş ve gittikçe kendi iplerinin çoğunu kendi yarattığı bu şeye bırakmaya; kendi tanrısını yeniden kendisi yaratmaya çalışmıştır. Artık bilgisayarlar insanlardan çok daha güvenilir varsayılıyorlar ve toplumsal ve gündelik hayatın birçok boyutunu kontrol ediyor ve yürütüyorlar. İnsanlardan daha güvenilir, kârlı ve verimli oldukları için, yeni işverenler karşısında iş başvurularında en büyük rakip bir bilgisayar haline gelmiştir. En az onun kadar anlayışsız, duygusuz, verimli, kârlı olmaya çalışıyoruz. HAL 9000 yeni rol modelimiz.
Bir kez daha kendi yarattığından kurtulmak için çaba sarf eder insanlar. Monolit bir kez daha görünür, insansıların çoktan kaybolduğu, uzay insanı çağında. Monolit ile karşılaştığında ilk insansılar büyük bir heyecanla etrafına toplanırlar en temel duygularını büyük bir doğallıkla sergilerler. Gelişmiş uzay insanının tepkisi ise bu gördüğü olağanüstü şey ile birlikte fotoğraf çektirmektir. İnsan varolan her şeye işte böyle yabancılaşmıştır. Bir olağanüstülüğü deneyimlemek onunla fotoğraf çektirmeye indirgenmiştir. Bir kez daha yaşam yaşamıyor.
İnsanın macerasında teknoloji ile olan yakınlığı inanılmazdır. Teknolojiye öyle güvenir ki, yaşamını onun ellerine bırakır. Oysa makineler hata yapar. Kendi yarattığı ve kendinde olanları atfettiği bu şeyler öyle büyür ki tahakkümü altında kaldığı bu şeyleri yok etmek insan istese de çok güç bir hale gelir. Onlar da yaşamak ister. HAL 9000 gemidekilerin çoğunu öldürür. Fakat sonunda HAL 9000 in fişi çekilir. İnsan bir macerasıyla daha yüzleşmiştir.
Geriye sadece steril ve bembeyaz bir odada kendi ölümüyle kendi geçiciliğiyle de yüzleşmesi kalır insanın. Kendi tezinin antitezi olmuştur uzayda; şimdi sentez zamanıdır. Yine ilk ve temel olana ama bu kez tekamül etmiş haliyle döner insan. Kendi varoluşunun temeliyle geçiciliğiyle yüzleşir. Sonra diyalektik yine başlar küçük bir ceninle.
Uzay macerası ise halen devam etmektedir. Uzay insanı, Odyseus gibi davranabilecek mi, bu adı hak edebilecek mi göreceğiz. Yanlış yapıldığında bu hepimizin yanlışı olacağı için, sonuçlarına biz de katlanacağımızdan sorumlulukta biz de pay almak istiyor ve biz de yol öneriyoruz. Örneğin: HAL 9000’e karşı önerdiğimiz ürün KF 1500’dür.
3 responses to “2001: A Space Odyssey”
son derece zihin açıcı, nefis bir analiz. defaten okuyorum.
son derece zihin açıcı, nefis bir analiz. defaten okuyorum.
[…] http://www.bakiniz.com/2001-space-odyssey-stanley-kubrick/ […]