Adana Altın Koza Film Festivali 29. Yılında harika bir yabancı film seçkisiyle karşımıza çıktı. Bu seçkide izlenilen filmlere dair kısa yorumları bu yazıda bulabilirsiniz.
Corsage: Vicky Krieps’in tek başına sürüklediği Corsage bir ait olamama hikayesi olarak karşımıza çıkıyor. Karakterinin değişken ruh hali bulunduğu sarayı bir işkence aletine dönüştürüyor. Bazı açılardan Spencer filmi ile akrabalık bağları olduğunu söyleyebiliriz. Sıkışmışlık hikayelerini sevenler bayılacaktır. Filmin zaman zaman kullandığı post modern müzik seçimleri ise filmin ana karakterinin yaşadığı dünyadan sıyrılma çalışması olduğu söylenebilir.

Butterfly Vision: Ukrayna’nın savaş ortamında pek film çekemediği bu dönemlerde elindeki birkaç filmden biri olan Butterfly Vision, diken üstü konusunu yaratıcı rüya imgelemeleriyle seyirciye sunuyor. Savaş zamanı medya kullanımı, savaş suçlarının politik propagandaya etkileri üzerinden ilerleyerek kitlesel bir eleştiride bulunuyor. Travmalar mı, yoksa genelin mutluluğu mu önemli sorusunu soruyor. Teknolojik görsel imgeleri kullanması da sosyal medyanın etkilerini birebir hissettirmek için etkili olmuş. Önümüzdeki yıllarda daha çok Ukrayna savaşı filmi geleceği kuşkusuz diyebiliriz.
Tori ve Lokita: Tori ve Lokita tipik bir Dardenne kardeşler filmi denilebilir. Yine akıcı hikaye anlatımıyla seyirciyi kendine bağlayan bir yapısı olan film, sinemada çokça işlenen klişelerin esiri oluyor. Seyirciye son derece basit ve sürprizsiz bir film hazırlıyor. Çocuk oyuncu Pablo Schils harika bir performans vererek filmi sürüklerken, mülteci sorunları ve suça karışan karakterlerinin hazin sonu yine yönetmenlerin yalın bakış açısıyla izleyebiliyoruz.

Boy From Heaven: Tarık Saleh sinemada az rastlanan bir konudan yola çıkıyor. Gençlik filmi gibi başlayan bir hikayeden önce polisiye detektiflik hikayesi, sonrasında ise politik taşlamaya dönüşüyor. İslam dünyasının pek işlenmemiş karanlık noktalarına parmak basıyor. Kesinlikle çok başarılı bir iş ortaya çıkıyor. Özellikle hikayenin ajanlık kısımlarında heyecanın bir an bile dinmemesi ve seyircinin seçim duygularında karmaşa yaratan tavrı, yine orta doğudaki kaos ortamının etkilerini içinde barındırıyor.
EO: Bresson’un izlerini takip ederek karşımıza modern bir insan doğa ilişkili bir film çıkartıyor. Kapitalist düzene, betonlaşmaya ve insan doğasının karanlığına vurgu yaparken Balthazar’ı çağımız için güncel hale getiriyor. Özellikle soundtrack’i ve görsel oyunları ilgi çekici oluyor. Filmin büyük bir çoğunluğu için videoklip benzetmesi yaparsak yanılmayız. Renklerin ve ışıkların kullanımı kadar, değişen toplum içi karakterlerin görüşlerine göre müzik tarzı da filmin içinde değişebiliyor. İlginç bir yaklaşım arayanlara önerilir.
Return to Dust: Şehir hayatının sıkışmışlığını daha önceki filmlerinde anlatan Li Ruijun, yeni filmi Return to Dust’ta yüzünü kırsala çevirerek köy hayatındaki zorluklara kamerasını çeviriyor. Birbirlerine ölümüne bağlı bir çift üzerinden bağlılık, kapitalist düzen ve toplumsal adalet konularını eleştiriyor. Filmin başrolündeki çiftin ilişkisi duygusal damara derin dokunuşlar sunarken, Çin’in zenginleşen kesiminin acımasızlığı bu filmde de yansıtılmış. Fakir halkın ezilmişliği bir türlü bitmiyor mesajı filmin kalın harflerle öne çıkardığı mesele diyebiliriz.
The Stars at Noon: Claire Denis nedense bu yıl kan kaybına devam ediyor. The Stars at Noon’da bir cunta ülkesine sıkışmış bir kadının tuhaf romantizm hikayesini anlatırken; yapay oyunculukların ve senaryonun kurbanı oluyor. Kimyalarının tutmadığı 10 km öteden belli olan cast seçimi skandalın daniskası denilebilir. Filmin tek iyi tarafı kendini aşmaya çalışan Margaret Qualley’in cüretkar performansı oluyor. Ancak bu performans için yanlış filmi seçtiğini söylememiz gerek. Özellikle filmin sıkışmışlık hissi dışında senaryosundaki açıklar batmaya başlayan bir tekneyi andırıyor.

Nostalgia: Martone bizi geçmişin karanlık bulutlarının arasına çekerek yağmur öncesi sessizlik zamanlarına davet ediyor. Muhteşem bir anne-oğul ilişkisi sunarken, gözyaşlarına hakim olamıyorsunuz. Geçmişiyle yüzleşmeye çalışan ana karakterimizin, seneler içinde kültürel olarak değişen sosyo kültürel yapısını nostaljiye kapılarak terk etme arzusunu filmin tamamında hissediyorsunuz. Film kendi içinde aidiyete dair sorular sorarak nostalji hissinin geçiciliğine dem vuruyor. Favino müthiş bir performans vererek karakterinin dönüşümünü mükemmel yansıtmış. Nostalgia klişe finaline rağmen beklentilerin üzerine çıkarak yılın iyi filmlerinden biri olmayı başarıyor.
R.M.N.: Mungiu şu sıralar ülkemizin de temel problemlerinden biri olan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık problemine dair nefis bir filmle geri dönüyor. Her anını cezbedici kılıyor. 17 dakikalık tek plan sahne ile senaryo dersi verirken, bu vebanın evrenselliğine vurgu yapıyor. Karakterlerinin dönüşümlerini ironik mizansenlerle ilmik ilmik işleyerek, film finalinde kafalarda soru işareti bırakan ama düşünüldüğünde sert bir cevapla filmi sonlandırıyor. RMN iyi düşünülmüş, tokat gibi çarpıcı bir film oluyor.