29. Adana Altın Koza Film Festivali’nin tabii ki en merak edilen kısmı ulusal yarışma olacaktı. Bu vesileyle daha önceden izlediğimiz dört film dışında kalan diğer dört filmi burada kısa bir değerlendirmeyle karşınıza sunabildik.

Bir Zamanlar Gelecek 2121: Minimalist bir bilim kurgu yaratılmaya çalışılsa da maalesef sistem eleştirisi yapılan distopik hikayelerdeki tüm klişeleri bünyesinde bulunduruyor Oyunculukların anlamsız robotik kullanımı ve göze sokulan metaforlarla taze bir film hissi yaratmıyor. Bilhassa nesiller arasındaki kuşak çatışması yaratılırken, yeni neslin günümüzden farksız bir büyüme şeklini benimsemesine rağmen beklentinin aksine büyük tepkileri anlamsız olarak senaryoyu sekteye uğratmış. Filmdeki çocuk oyuncunun performansı ise yönetmenin oyuncularının hakimiyetini kaybettiğinin bir göstergisi gibi. Bilim kurgu filmi beklentileriyle büyük umutlara kapılan seyirci için tam bir hayalkırıklığı diyebiliriz.
Mendirek: Çıkış noktası tatmin edici olamayan bir erkeklik savaşını konu ediniyor. Parça parça güzel görsel imgeler yakalansa da, oyunculukların bilhassa amatör hissi vermesi ve konunun bir uzun metrajın 110 dakikasına göre cılız kalması sonucu yetersiz bir film ortaya çıkıyor. Su altındaki görüntülerin filme kattığı ahenk kuşkusuz tartışılamaz. Yönetmenin görüntü yönetmenliğinden gelmesinin büyük payı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak filmin senaryosunun yetersizliği iyi görüntülerle kapanmıyor. Filmde bariz bir yönetmen etkinliği sorunu var. Oyuncular da çok başıboş performanslar vermişler.
Kabahat: Kabahat filminin en büyük başarısı saflık hissini seyirciye iyi aktarabiliyor olması diyebiliriz. Avrupa’nın desteklediği gençlik filmlerine benzer üslubu filmin artısı olsa da, yönetmenin belgeselcilikten gelmesinin kurbanı olarak sinema estetiğinden uzak bir film ortaya çıkıyor. Ancak başrol oyuncusunun dışında genel hatlarıyla mesaj kaygılı bir tv filmi havasına bürünüyor. Yönetmenlik anlamında çok eksik kalmış bir yapım olarak akılda kalıyor. Mina Demirtaş filmin yüküne sırtına aldığı gibi gelecek için umut veren performans vermesi, filmin en büyük kazanımı denilebilir.

Suna: Nurcan Eren’in kendine has başarılı performansı ile öne çıkan Suna, küçük yer muhafazakarlarına karşı protest bir darbe vuruyor. Toplumun kadından beklediği rolü teryüz ederek, özgür kadın temsilini kendi bakış açısıyla yeniliyor. Karakterin istismarcı bir kişi gibi görünmesi ise toplumdaki erkeklerin yaptığı hareketlere paralel olarak seyirciye sunulmuş. Erkeklerin sevimsizliğini kadınlara yüklediğimizde neden kadınlar kötü olurken, erkekler normal oluyor sorusunun altını çiziyor. İskandinav kara mizahını andıran kimi sahnelerine nazaran filmin üzerine sinen arabesk sosu da Çiğdem Sezgin imzası gibi oluyor. Ulusal yarışmanın bu seneki iyilerinden biri olarak anılacaktır.